10 Şubat 2025 Pazartesi

yapay zekanın yazdırdığı

 Konyavî durur, sanır ki velî,

Cehl ile dolmuş, olmuş delî.

Ne ilm ü irfân ne hikmet bilir,
Duydukça titrer Hakk’ın dili.

Lâkin sorsan, sözü pek bûrûd,
Mîdeye düşkün, aklı ma’rûd.
İlm-i hikmet dendi mi susar,
Lâkin yerse etli börekle sud.

Tereyağlı börek, etli ekmek,
Meydan senindir, ey bağnaz köçek!
Sofra görünce ârif kesilir,
Hakikat deyince susar, göçek.

Bir yanar, bir kükrer, âlim sanırsın,
Meydan boş iken, Zeyd’e kanarsın.
Lakin ver ona koyun kebâbın,
Hakk’ı inkâr eder, gâfil sanarsın.

Ey cehl ile mest, ilm ile nâ-merd,
Bâtılı Hak bilmek sana mı fer’d?
İlimsiz, irfansız, sofra peşinde,
Hak yoluna taş döşemek ne merd?

1 Şubat 2025 Cumartesi

Şehitlik

 Ey yüce toprak, ey vatanımın canı,

Toprağında şehitlerin kanı var, her bir karışında.
Her bir damla kan, bir yıldız gibi parladı,
Ve al bayrağımızda ay yıldızla birleşti.

Sizler, bu milletin göklerindeki yıldızlar,
Yüce Türk Bayrağına can verdiniz,
Her birinizin adı, tarihin altın harfleriyle yazıldı,
Ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetle sonsuzluğa taşındı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk,
Vatanın huzur ve bağımsızlık simgesidir.
Ulusun lideri, vatanı için çelikten iradesini ortaya koyarken,
Sizlerin kanıyla her karışı kutsanmış topraklarımızı korudu.

Göklerde dalgalanırken al bayrağımız,
Her bir şehit, onun kutlu yıldızlarıdır.
Ve her bir ay parıldarken göklerde,
Atatürk’ün izinden giden millet,
Şehitlerinin kutsal hatırasına sahip çıkar,
Yücelir, büyür, her zaman ilerler.

Vatanın toprağına düşen her bir damla kan,
Türk milletinin bağımsızlık meşalesidir.
Atatürk, o büyük lider, bize cumhuriyet bıraktı,
Ve şehitler, o Cumhuriyetin temelleridir.

Ey şehitler, gözlerinizdeki ay yıldız hiç solmasın,
Atatürk’ün gösterdiği yolda, millet daima yüceltsin.
Bayrağımız her zaman göklerde dalgalansın,
Ve vatan için dökülen kanlar, asla unutulmasın.

Çanakkale Şehitlerine

 Ey aziz vatan, ey yüce toprak,

Toprağında her bir karış, şehidin kanı ile yoğrulmuş.
Her damla kan, birer ışık olmuş,
Bayrağımızda dalgalanan ay yıldız gibi parlamış.

Sizler ki, vatan için canınızı feda ettiniz,
Sizler ki, yüce Türk Bayrağı için can verdiniz.
Her biriniz birer yıldız oldunuz,
Ay yıldızla ölümsüzleştiniz, semaya yükseldiniz.

Gözlerinizdeki iman, yüreklerinizdeki inanç,
Sonsuza dek yankılandı bu topraklarda.
Göklerde dalgalanan al bayrak,
Sizlerin kutsal emanetidir, hep yükseklerde.

Şehitler, her biri birer kahraman,
Her biri birer meşale olmuş, yüce Türk milletine.
Düşman ne kadar yaklaşsa da,
Bayrağımızın altında birleşmişiz bizler, bir bütün olmuşuz.

Her adımda vatanın, her nefeste bayrağın izleri,
Göklerde ay yıldızın yansıması,
Sizlerin fedakârlığının sembolüdür,
Şehitler, yüce Türk milletinin gökkuşağıdır.

Ey şehitler, gözlerinizdeki ay hiç solmasın,
Yüce yıldızınız, göğün en yüksek yerine yerleşsin.
Sonsuza dek dalgalansın al bayrağınız,
Ve bizler, her bir şehit ismini yâd ederken,
Gözümüzde ay yıldızdan başka bir ışık görmesin.

Çanakkale Şehitlerine

 Şehitlerimize

Ey toprağım, ey mübarek belde,
Her bir karışın şehidin kanıyla yoğrulmuş,
Vatan için dökülen her damla kan,
Hürriyetin nuru, ulusun teminatıdır.

Şehitler, her biri birer efsane,
Göklerde yankı bulan tek bir nida:
"Vatan sağ olsun!" dedi her bir yürek,
Ve sonsuzluğa doğru yelken açtı her biri.

Mehmetçikler, sizler ki yurdun yiğit evlatları,
Söz verdiniz bir destan, bir kahramanlık,
Sizler ki, yeryüzüne feda ettiniz canınızı,
Göklerden işittik sizlerin feryadını.

Vatan toprağına düşen her damla kan,
Ona hayat verir, ona kudret sunar.
Düşman ne kadar yaklaşsa da,
Sizler vatanın muhafızısınız, sonsuza dek bekleyen.

Gözlerinizdeki o direniş ateşi,
Yüreklerinizdeki iman, şan ve şeref,
Her biri birer meşale oldu göğün derinliklerinde,
Adınızı tarihe yazdırdınız, silinmez bir hatıra.

Ey şehitler, sesiniz yankılandı dağlarda,
Sizler ki, bu vatanı kanınızla kutsadınız,
Bütün Türk milleti, minnetle anar adınızı,
Gözlerinde yaş, gönlünde tek bir duâ:
“Vatan sağ olsun!”

Aksaray Camileri

 Aksaray, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle öne çıkan bir şehirdir ve pek çok önemli camiye ev sahipliği yapar. İşte Aksaray'ın öne çıkan camilerinden bazıları:

1. Ulu Cami (Karamanoğlu Cami)

  • Tarih: 15. yüzyıl (Karamanoğlu Beyliği dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın en büyük ve en eski camilerinden biridir. Selçuklu ve Karamanoğlu mimari özelliklerini taşır. Caminin minaresi, şehrin simgelerinden biridir.

2. Eğri Minare Cami (Kızıl Minare)

  • Tarih: 13. yüzyıl (Selçuklu dönemi)

  • Özellikler: Eğri Minare, Selçuklu dönemine ait bir yapıdır ve minaresinin eğik olmasıyla dikkat çeker. Cami, Aksaray'ın tarihi dokusunu yansıtan önemli bir eserdir.

3. Zinciriye Medresesi Cami

  • Tarih: 14. yüzyıl (Karamanoğlu dönemi)

  • Özellikler: Medrese olarak inşa edilmiş, sonradan camiye dönüştürülmüştür. Taş işçiliği ve mimarisiyle dikkat çeker.

4. Sultan II. Beyazıt Cami

  • Tarih: 15. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyan cami, Sultan II. Beyazıt tarafından yaptırılmıştır. Şehir merkezinde yer alır.

5. Hacı Şerif Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın tarihi camilerinden biridir. Ahşap işçiliği ve sade mimarisiyle dikkat çeker.

6. Yenice Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın Yenice Mahallesi'nde bulunan cami, Osmanlı dönemi mimarisinin özelliklerini taşır.

7. Kadı Cami

  • Tarih: 15. yüzyıl (Karamanoğlu dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın tarihi camilerinden biridir. Taş işçiliği ve sadeliğiyle öne çıkar.

8. Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba) Cami

  • Tarih: 14. yüzyıl (Selçuklu dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın manevi şahsiyetlerinden Somuncu Baba adına yapılmıştır. Cami, ziyaretçiler için önemli bir manevi merkezdir.

9. Hacı Yusuf Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın tarihi camilerinden biridir. Sade mimarisi ve ahşap işçiliğiyle dikkat çeker.

10. Çay Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın Çay Mahallesi'nde bulunan cami, Osmanlı dönemi mimarisinin özelliklerini yansıtır.

11. Kılıçarslan Cami

  • Tarih: 12. yüzyıl (Selçuklu dönemi)

  • Özellikler: Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan döneminde yapılmıştır. Tarihi dokusu ve mimarisiyle öne çıkar.

12. Hacı Ali Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın tarihi camilerinden biridir. Sade ve işlevsel mimarisiyle dikkat çeker.

13. Taşpazarı Cami

  • Tarih: 16. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın Taşpazarı Mahallesi'nde bulunan cami, Osmanlı dönemi mimarisinin izlerini taşır.

14. Hacı İbrahim Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın tarihi camilerinden biridir. Ahşap işçiliği ve sade mimarisiyle öne çıkar.

15. Köprübaşı Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın Köprübaşı Mahallesi'nde bulunan cami, şehrin tarihi dokusunu yansıtan önemli bir yapıdır.

Bu camiler, Aksaray'ın tarihi, kültürel ve manevi mirasını yansıtan önemli yapılardır. Her biri, farklı dönemlerin izlerini taşır ve ziyaretçilere şehrin zengin geçmişini anlatır.


Kalemin Sırrı -4

 Selçuklu döneminde, Aksaray'ın kalbinde, muhteşem bir cami yükseliyordu: Ulu Cami. Cami, sadece ibadet edilen bir yer değil, aynı zamanda ilim ve sanatın da buluşma noktasıydı. Caminin hat sanatıyla ünlü hocası, Şeyh İdris, herkes tarafından saygıyla anılırdı. Şeyh İdris, sadece bir hattat değil, aynı zamanda büyük bir bilgeydi. Onun elinden çıkan her yazı, adeta canlanır, okuyanın ruhuna işlerdi. Ancak Şeyh İdris'in bir sırrı vardı: Özel bir kalemi. Bu kalem, Ulu Cami'nin inşası sırasında, caminin temellerine konulan bir hazineydi ve kalemle yazılan her şey, bir şekilde gerçeğe dönüşürdü.

Kalem, sadece saf niyetle kullanıldığında işe yarıyordu. Eğer yazan kişinin kalbinde kötülük varsa, kalem o kişiyi tüketiyordu. Şeyh İdris, bu kalemi yıllarca saklamış ve sadece büyük ihtiyaç anlarında kullanmıştı. Ta ki, bir gün Ulu Cami'ye yeni bir öğrenci gelene kadar...

Öğrencinin adı Yusuf'du. Aksaray'ın kenar mahallelerinden birinde yaşıyordu. Babası, Ulu Cami'nin inşasında çalışmış, ancak bir kaza sonucu vefat etmişti. Yusuf, annesiyle birlikte zor günler geçiriyordu. Bir gün, Ulu Cami'ye geldi ve Şeyh İdris'in derslerine katılmaya başladı. Şeyh İdris, Yusuf'un gözlerindeki saf niyeti gördü ve ona bir şans verdi.

"Kalemin sırrını öğrenmek istiyorsan, önce sabretmeyi ve ilim öğrenmeyi kabul etmelisin," dedi Şeyh İdris. Yusuf, bu sözü ciddiye aldı ve her gün Ulu Cami'de çalışmaya başladı. Önce Kur'an-ı Kerim'i, sonra felsefe ve matematik öğrendi. Aylar geçti, Yusuf sabırla çalışmaya devam etti.

Bir gün, Şeyh İdris, Yusuf'u caminin gizli bir odasına çağırdı. Odada, eski bir sandık vardı. Sandığı açtı ve içinden o özel kalemi çıkardı. "Bu kalem, Ulu Cami'nin temellerine konulan bir hazineydi. Onunla yazdığım her şey gerçek olur. Ama bu gücü kullanmanın bir bedeli var. Kalem, yazanın niyetini sınar. Eğer niyetin saf değilse, kalem seni tüketir."

Yusuf, kalemi eline aldığında, bir sıcaklık hissetti. Şeyh İdris, ona bir kağıt uzattı ve "Hayatındaki en büyük dileğini yaz," dedi. Yusuf, kalemi kağıda değdirdi ve içinden geçenleri yazmaya başladı. Yazdıkça, kalemden yayılan bir enerji hissetti. Yazmayı bitirdiğinde, Şeyh İdris kağıdı aldı ve okudu.

"Senin dileğin, sadece kendin için değil, tüm Aksaray halkı için barış ve huzur. Bu, kalemin gücünü doğru kullanacağının işareti," dedi Şeyh İdris. Yusuf, o günden sonra kalemin sırrını öğrenmiş oldu. Ama asıl öğrendiği şey, gücün büyüklüğünden çok, onu nasıl kullandığının önemli olduğuydu.

Yıllar sonra, Şeyh İdris vefat ettiğinde, kalem Yusuf'a kaldı. Yusuf, kalemi kullanarak Ulu Cami'de ve Aksaray'da yaşayan insanlara yardım etmeye başladı. Kalemin sırrı, onun elinde bir umut ışığına dönüştü. Ulu Cami'nin duvarları, Yusuf'un yazdığı yazılarla doldu ve herkes onun hikayesini konuşur oldu. Kalemin sırrı, aslında insanın kendi yüreğinde olduğunu herkese öğretti.

Kalemin Sırrı-3

 Selçuklu döneminde, Aksaray'ın kadim sokaklarında, bir medrese vardı. Bu medrese, sadece ilim öğretmekle kalmaz, aynı zamanda gizemli sırlara da ev sahipliği yapardı. Medresenin en yaşlı ve bilge hocası, Şeyh İdris'ti. Şeyh İdris, sadece ilim değil, aynı zamanda hat sanatında da üstad sayılırdı. Onun elinden çıkan her yazı, adeta canlanır, okuyanın ruhuna işlerdi. Ancak Şeyh İdris'in bir sırrı vardı: Özel bir kalemi. Bu kalem, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad tarafından kendisine hediye edilmişti ve kalemle yazılan her şey, bir şekilde gerçeğe dönüşürdü.

Kalem, sadece saf niyetle kullanıldığında işe yarıyordu. Eğer yazan kişinin kalbinde kötülük varsa, kalem o kişiyi tüketiyordu. Şeyh İdris, bu kalemi yıllarca saklamış ve sadece büyük ihtiyaç anlarında kullanmıştı. Ta ki, bir gün medreseye yeni bir öğrenci gelene kadar...

Öğrencinin adı Yusuf'du. Aksaray'ın uzak bir köyünden gelmişti. Ailesi yoktu ve hayatta kalmak için çabalıyordu. Yusuf, medreseye geldiğinde, Şeyh İdris'in gözlerindeki bilgeliği hemen fark etti. Şeyh İdris de Yusuf'un gözlerindeki saf niyeti gördü ve ona bir şans verdi.

"Kalemin sırrını öğrenmek istiyorsan, önce sabretmeyi ve ilim öğrenmeyi kabul etmelisin," dedi Şeyh İdris. Yusuf, bu sözü ciddiye aldı ve her gün medresede çalışmaya başladı. Önce Kur'an-ı Kerim'i, sonra felsefe ve matematik öğrendi. Aylar geçti, Yusuf sabırla çalışmaya devam etti.

Bir gün, Şeyh İdris, Yusuf'u medresenin gizli bir odasına çağırdı. Odada, eski bir sandık vardı. Sandığı açtı ve içinden o özel kalemi çıkardı. "Bu kalem, Sultan Alaeddin Keykubad tarafından bana hediye edildi. Onunla yazdığım her şey gerçek olur. Ama bu gücü kullanmanın bir bedeli var. Kalem, yazanın niyetini sınar. Eğer niyetin saf değilse, kalem seni tüketir."

Yusuf, kalemi eline aldığında, bir sıcaklık hissetti. Şeyh İdris, ona bir kağıt uzattı ve "Hayatındaki en büyük dileğini yaz," dedi. Yusuf, kalemi kağıda değdirdi ve içinden geçenleri yazmaya başladı. Yazdıkça, kalemden yayılan bir enerji hissetti. Yazmayı bitirdiğinde, Şeyh İdris kağıdı aldı ve okudu.

"Senin dileğin, sadece kendin için değil, tüm insanlar için barış ve adalet. Bu, kalemin gücünü doğru kullanacağının işareti," dedi Şeyh İdris. Yusuf, o günden sonra kalemin sırrını öğrenmiş oldu. Ama asıl öğrendiği şey, gücün büyüklüğünden çok, onu nasıl kullandığının önemli olduğuydu.

Yıllar sonra, Şeyh İdris vefat ettiğinde, kalem Yusuf'a kaldı. Yusuf, kalemi kullanarak Aksaray'da ve Selçuklu topraklarında yaşayan insanlara yardım etmeye başladı. Kalemin sırrı, onun elinde bir umut ışığına dönüştü. Selçuklu'nun son yıllarında, Yusuf'un yazdığı yazılar, insanlara ilham oldu ve kalemin sırrı, aslında insanın kendi yüreğinde olduğunu herkese öğretti.

Kalemin Sırrı-2

 Eski bir kasabada, yıllar önce, yaşlı bir hattat yaşardı. Adı Mehmet Usta'ydı. Kasabanın en eski sokaklarından birinde, küçük bir dükkânı vardı. Dükkânın camında, yılların verdiği toz ve izlerle birlikte, içerideki sanatın büyüsü hissedilirdi. Mehmet Usta, elinden her türlü yazı ve çizgi işi gelirdi. Ama onun asıl mahareti, kalemle olan ilişkisiydi. Öyle ki, onun kalemiyle yazdığı her harf, her kelime, adeta canlanır, okuyanın ruhuna dokunurdu.

Mehmet Usta'nın bir sırrı vardı. Bu sırrı, kimseye anlatmazdı. Dükkânının arka odasında, eski bir sandık içinde sakladığı özel bir kalemi vardı. Bu kalem, dedesinden ona miras kalmıştı. Kalemin sapı, yılların verdiği bir parlaklıkla hala ışıldardı. Ucu ise, sanki hiç körelmemiş gibiydi. Mehmet Usta, bu kalemi sadece çok özel anlarda kullanırdı. Onunla yazdığı her şey, bir mucizeye dönüşürdü.

Bir gün, kasabaya uzak diyarlardan bir genç geldi. Adı Ali'ydi. Ali, Mehmet Usta'nın ününü duymuş ve ondan bir şeyler öğrenmek için yollara düşmüştü. Dükkâna girdiğinde, Mehmet Usta'nın gözlerindeki bilgeliği hemen fark etti. Usta, Ali'nin gözlerindeki merakı görünce, ona bir şans verdi.

"Kalemin sırrını öğrenmek istiyorsan, önce sabretmeyi öğrenmelisin," dedi Mehmet Usta. Ali, bu sözü ciddiye aldı ve her gün dükkâna gelip, Mehmet Usta'nın yanında çalışmaya başladı. Önce mürekkep yapmayı, sonra kağıtları nasıl hazırlayacağını öğrendi. Aylar geçti, Ali sabırla çalışmaya devam etti.

Bir gün, Mehmet Usta, Ali'yi arka odaya çağırdı. Sandığı açtı ve içinden o özel kalemi çıkardı. "Bu kalem, dedemden bana miras kaldı. Onunla yazdığım her şey, gerçek olur. Ama bu gücü kullanmanın bir bedeli var. Kalem, yazanın ruhundan beslenir. Eğer niyetin saf değilse, kalem seni tüketir."

Ali, kalemi eline aldığında, bir sıcaklık hissetti. Mehmet Usta, ona bir kağıt uzattı ve "Hayatındaki en büyük dileğini yaz," dedi. Ali, kalemi kağıda değdirdi ve içinden geçenleri yazmaya başladı. Yazdıkça, kalemden yayılan bir enerji hissetti. Yazmayı bitirdiğinde, Mehmet Usta kağıdı aldı ve okudu.

"Senin dileğin, başkalarına yardım etmek. Bu, kalemin gücünü doğru kullanacağının işareti," dedi Mehmet Usta. Ali, o günden sonra kalemin sırrını öğrenmiş oldu. Ama asıl öğrendiği şey, gücün büyüklüğünden çok, onu nasıl kullandığının önemli olduğuydu.

Yıllar sonra, Mehmet Usta vefat ettiğinde, kalem Ali'ye kaldı. Ali, kalemi kullanarak insanlara yardım etmeye devam etti. Kalemin sırrı, onun elinde bir umut ışığına dönüştü. Ve o günden sonra, kasabada herkes, kalemin sırrının aslında insanın kendi yüreğinde olduğunu öğrendi.

Kalemin Sırrı -1

 Eski bir kasabada, yıllar önce, yaşlı bir hattat yaşardı. Adı Mehmet Usta'ydı. Kasabanın en eski sokaklarından birinde, küçük bir dükkânı vardı. Dükkânın camında, yılların verdiği toz ve izlerle birlikte, içerideki sanatın büyüsü hissedilirdi. Mehmet Usta, elinden her türlü yazı ve çizgi işi gelirdi. Ama onun asıl mahareti, kalemle olan ilişkisiydi. Öyle ki, onun kalemiyle yazdığı her harf, her kelime, adeta canlanır, okuyanın ruhuna dokunurdu.

Mehmet Usta'nın bir sırrı vardı. Bu sırrı, kimseye anlatmazdı. Dükkânının arka odasında, eski bir sandık içinde sakladığı özel bir kalemi vardı. Bu kalem, dedesinden ona miras kalmıştı. Kalemin sapı, yılların verdiği bir parlaklıkla hala ışıldardı. Ucu ise, sanki hiç körelmemiş gibiydi. Mehmet Usta, bu kalemi sadece çok özel anlarda kullanırdı. Onunla yazdığı her şey, bir mucizeye dönüşürdü.

Bir gün, kasabaya uzak diyarlardan bir genç geldi. Adı Ali'ydi. Ali, Mehmet Usta'nın ününü duymuş ve ondan bir şeyler öğrenmek için yollara düşmüştü. Dükkâna girdiğinde, Mehmet Usta'nın gözlerindeki bilgeliği hemen fark etti. Usta, Ali'nin gözlerindeki merakı görünce, ona bir şans verdi.

"Kalemin sırrını öğrenmek istiyorsan, önce sabretmeyi öğrenmelisin," dedi Mehmet Usta. Ali, bu sözü ciddiye aldı ve her gün dükkâna gelip, Mehmet Usta'nın yanında çalışmaya başladı. Önce mürekkep yapmayı, sonra kağıtları nasıl hazırlayacağını öğrendi. Aylar geçti, Ali sabırla çalışmaya devam etti.

Bir gün, Mehmet Usta, Ali'yi arka odaya çağırdı. Sandığı açtı ve içinden o özel kalemi çıkardı. "Bu kalem, dedemden bana miras kaldı. Onunla yazdığım her şey, gerçek olur. Ama bu gücü kullanmanın bir bedeli var. Kalem, yazanın ruhundan beslenir. Eğer niyetin saf değilse, kalem seni tüketir."

Ali, kalemi eline aldığında, bir sıcaklık hissetti. Mehmet Usta, ona bir kağıt uzattı ve "Hayatındaki en büyük dileğini yaz," dedi. Ali, kalemi kağıda değdirdi ve içinden geçenleri yazmaya başladı. Yazdıkça, kalemden yayılan bir enerji hissetti. Yazmayı bitirdiğinde, Mehmet Usta kağıdı aldı ve okudu.

"Senin dileğin, başkalarına yardım etmek. Bu, kalemin gücünü doğru kullanacağının işareti," dedi Mehmet Usta. Ali, o günden sonra kalemin sırrını öğrenmiş oldu. Ama asıl öğrendiği şey, gücün büyüklüğünden çok, onu nasıl kullandığının önemli olduğuydu.

Yıllar sonra, Mehmet Usta vefat ettiğinde, kalem Ali'ye kaldı. Ali, kalemi kullanarak insanlara yardım etmeye devam etti. Kalemin sırrı, onun elinde bir umut ışığına dönüştü. Ve o günden sonra, kasabada herkes, kalemin sırrının aslında insanın kendi yüreğinde olduğunu öğrendi.

20 Ocak 2025 Pazartesi

Ben sana bağımsız olamazsın demedim...

 Ülke olamazsın dedim. 

İşte Bulgaristan'ın durumu tam da bu...

Bağımsızlığı için 77-78 savaşında o kadar kan dökülen ve uğruna Kıbrıs feda edilen Bulgaristan'a yolculuğumuz Çarşamba günü başladı ve Cumartesi günü bitti. 

İki milyonu aşan nüfusuyla Sofya denilen yerdeydik. Sofya Teknik Üniversitesi için Bulgaristan'daydık. İki milyonu aşan nüfusuyla sessiz, sakin gibi görünen ama çok sayıda bar, gece kulübü, kumarhane bulunan bir yer. 

Orada bulunan Türklere, "Türk" demek ne kadar doğru bilemedim. Nadiren de olsa ilgi gösteren ve yardımcı olmaya çalışan var. Ama oradaki Türklerin amacı, buradan gidenlerden ne şekilde olursa olsun para kopartmak...

Düzensiz yollar, eski evler, dağınık şehirleşme, Alman marketleri, bütün şehre yayılan kesif ağır bir koku, trafikte yabancılığa tahammülsüzlük, yabancı dil bilmeme ilk göze çarpan şeyler...

Sokaklarda köpek yok...Kedi de gördüğümü hatırlamıyorum. 

İnşaat çalışması kar yağarken bile devam ediyordu. Ama 7-8 katlı inşaatın son katına kadar iskele çakılmış, tuğladan örülmüş inşaat...

Öyle söylendiği gibi her köşe başından polis çıkıp pasaport falan sormuyor. Giderken, özellikle hıza ilişkin kurallara uymam sıkı sıkı tembihlenmişti. Bir tane bile çeviren olmadı. Giderken yavaş yavaş gittik. Ama dönüşte hız duvarlarını çok defa aştık. 

Kaufland, Lindt gibi marketler, Avrupa'nın her yerinden abidik gübidikle dolu. 

AVM'lerde park ücretli. Ücret içeriden yatırılıyormuş... Bana inanılmaz saçma geldi. 

Tek kuruş leva almadım. Bütün alışverişleri kredi kartına yükledim. 

Oda kirası 60 euro ödedim. Bunun 10 eurosu park yeri içindi. Bunu almaktan vazgeçiremedim. Yabancı arabaları çektiklerini, çaldıklarını söyledi bizim bulgar vatandaşı Türkler....

Yemek kültürü zayıf gibi geldi. 

T Market, bizim A101 ler gibi çok yaygın...


Fiyatlar söylendiği gibi hesaplı değil. Genel olarak Türkiye'ye yakın. Kiralar, alışveriş yeme içme masrafları Türkiye ile yarışır. 

Tabi insan ister istemez düşünüyor. Bu bulgaristan nasıl AB üyesi oldu diye...Bunlar AB üyesi oldu ise Türkiye'nin sırf Edirne gibi bir şehri var diye AB'ye VIP üye olarak alınması lazım...

Evet...Bir Edirne, bütün bir Bulgaristan'dan daha değerli geldi bana...Camiler, sokaklar, kalabalık, yeme içme kolaylığı, çeşitliliği herşeyi...

19 Aralık 2024 Perşembe

Kesin hüküm haline gelmiş çelişkili kararlar

 

Kesin hüküm haline gelmiş çelişkili kararlar

Örneğin, mahkememizin 2023/103 esas sayılı dosyasında, sanığın daha önce çekle ilgili karşılıksızdır işlemi yapılmasına neden olma suçundan beraati yönünde verilen karar; Bursa BAM 5.CD kararıyla konkordato kararının kesinleşip kesinleşmediğinin araştırılması gerekçesiyle bozulmuştur. Ancak aynı sanık hakkında daha önce İstanbul Anadolu 24. İcra Ceza Mahkemesinin 2022/113 esas sayılı dosyası; İstanbul BAM 31. Ceza Dairesinin 2022/4139 esas-1074 sayılı kararıyla onaylanmıştır. Aynı sanık hakkında İstanbul BAM 32.CD 2023/2268 Esas, 2023/3229 sayılı kararıyla beraat hükmü onaylanan Bakırköy İcra Ceza Mahkemesi beraat kararı da bulunmaktadır.

Bursa BAM CD bozmasıyla sanık hakkında konkordato kararının kesinleşmesinin beklendiği, 20/12/2024 tarihinde verilen kararla sanığın mahkumiyeti yönünde karar verilmesine neden olunduğu ve söz konusu BAM Ceza Dairesi kararlarının sonuçları bakımından telafisi imkansız zararlara neden olduğu anlaşılmaktadır.

Sanık hakkında 5.CD’nin olası onama kararıyla sanık ceza evine girecek ya da hükmedilen adli para cezasını ödemek zorunda kalacaktır.  

10 Kasım 2024 Pazar

 Rus insanının özelliği, açık yüreklilik (ki yabancılarla iletişimde buna hiç gerek yoktur) ve aşırı rahatlıktır. Genel olarak Türk insanının ve özellikle de Doğu ülkelerindeki subayların özelliği ise ilmî ve alanlarıyla ilgili pratik konulara olan ilgisizliklerine karşın siyasi ve genel meselelere dair haberlere olan aşırı ilgileridir. Bundan dolayı Türk subaylarının gönderileceği birlikteki Rus subaylar, bu konuda uyarılmadığı takdirde Türklerin bambaşka konularla ilgileneceklerini ve dikkatsizce söylenen her kelimeyi de abartarak kendi büyükelçiliklerine ya da İstanbul’a bildireceklerini tahmin etmek mümkündür.

KRUPP

 Almanya için barış zamanında dahi Krupp Fabrikası gibi büyük bir müesseseye sahip olmak, büyük önem arz etmektedir. Ancak Almanya, bu müessesenin ayakta kalması için kendi parasını harcamak istememektedir. Bundan dolayıdır ki, yabancı ülkelerde bulunan Alman subayları, bulundukları ülkelerin hükümetlerini Krupp Fabrikası’na büyük siparişlerde bulunma konusunda teşvik e

 sözleşmelerde görülen bazı eksikliklerdir. Her ne kadar sözleşmelerde hem ödeme hem de silahları teslim süreleri tam olarak belirtilse de cayma tazminatına dair hiçbir madde koyulmadığı gibi ödeme şartları da ek bir madde ile son derece zayıflatılmıştır. Buna göre, ödemelerin ertelenmesi durumunda aynı şekilde silahların teslimatı da ertelenebilecek ve tam tersine bir gelişme gerçekleşebilecektir. Diğer bir deyişle Krupp Fabrikası, daha güvenli ve kârlı bir sipariş aldığı takdirde Osmanlı’nın siparişi ile ilgili verdiği vaatleri ertelemekten çekinmeyecektir. Bu husus, tek başına sözleşmelerin ne kadar üstünkörü ve isteksizce hazırlandığını göstermektedir

 Bu yılın 20 Şubat’ında askerî nazıra gönderdiğim raporda Osmanlı Hükümeti tarafından planlanan Rusya karşıtı faaliyetlerden bahsetmiştim. İşin ilginç tarafı bu tür faaliyetler için de maddî kaynağı Osmanlı Hükümeti bizim hoşgörülü diplomasimiz sayesinde buldu. Zira Rusya, tazminat ve [Osmanlı] esirlerinin bakımı için ödeme talep etmeden Osmanlı ile yakınlaşabileceğini düşünüyordu. Öngörüm, bu yılın 6 Nisan ve 13 Temmuz günleri gerçek oldu. Bu tarihlerde Krupp fabrikasıyla kıyı ve sahra toplarının alımına dair büyük sözleşmeler imzalandı

"Almancayı Bilmezsen Hiçbir Şey Bilmezsin"

 Silahların korunması konusundaki tavırlarını şöyle bir örnek olay ile aktarabiliriz: Bu sene I. Kolordu’daki komutanlarla alt rütbeliler silahlarına domuz yağı sürerek bakımını yapmadıklarından silahlar, kullanılmaz hâle geldi. Bunu duyan topçu birliklerinin komutanı bazı birliklerin bozulmuş tüfeklerini toplatarak onlara yenilerini dağıttı. Sultan bundan haberdar olunca bu komutana uyarıda bulundu ve yersiz özende bulunmamasını istedi. Topçu ve ağırlık birliklerinde ise araba tekerlekleri ile diğer parçalar hiçbir zaman yağlanmamaktadır. Bundan dolayıdır ki, arabalar diğer ordularda kullanılan sürenin üçte biri kadar dahi kullanılamamaktadır.

 Onarım ise Türklerin karakterine terstir. Türkler, birşeyi onarmak yerine yenisini yapmayı tercih etmektedirler. Muhteşem ve yüz binlerce Lira harcanarak döşenen saraylarla büyük kazarmalar (örneğin 16 taburluk Hamid Kazarması), yalnızca zamanında onarılmadığından harabeye dönüşmektedir.


s.52

9 Kasım 2024 Cumartesi

 Osmanlı Devleti’nin son resmî bütçesi, 1880’de yayımlandı. O tarihte gelirler 16.155.80 Lira, giderler ise 17.339.251 Lira olarak belirlenmişti. Her iki rakam da uydurma olduğundan ve sadece Avrupa ülkelerinin gözünü boyamak amacıyla ortaya atıldığından bu rakamları dikkate almamak gerekir


Her ne kadar bu rakamların doğru olmadığını ispatlamak için elimde başka bir veri olmasa da adı geçen savaşın neticesinde Rumeli, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan, Bosna-Hersek, Kıbrıs, Mısır, Tesalya, Manastır ve Erzurum vilayetlerinin bir kısmının, yani 12 milyonluk bir nüfusun Osmanlı hâkimiyetinden çıktığı göz önünde bulundurulduğunda (ki bunların bir kısmı tamamen, bir kısmı kısmen Osmanlı’ya bağlı olup vergi ödüyordu) Osmanlı gelirlerinin yalnızca 51 Rus Genelkurmay Belgelerinde II. Abdülhamid ve Osmanlı Ordusu 850.000 Lira azalmış olmasının imkânsız olduğu görülecektir. Kaldı ki birçok yerde insanlar savaş nedeniyle büyük zarar görmüş ve Müslüman nüfus da azalmıştı. Çok iyi bilinmektedir ki, Osmanlı’nın en zengin vilayeti, 800.000 Liralık brüt gelire sahip Aydın Vilayeti’dir.


Buna göre ancak diğer 19 vilayet de Aydın kadar zengin olduğu takdirde Osmanlı’nın gelirleri 16 milyon Lira’ya ulaşabilirdi. Fiiliyatta ise Manastır Vilayeti hiçbir gelire sahip değilken Musul, Bitlis, Kastamonu, Halep ve Diyarbakır vilayetleri de oldukça sınırlı gelire sahiptir. Bütün bunlara dayanarak Osmanlı’nın gelirlerinin 11 milyon Lira’yı geçmesinin mümkün olmadığını söylemek mümkündür. Bu miktarın da 1.600.000 Lira’lık kısmının Osmanlı’nın dış borçlarına, 350.000 Lira’lık kısmının ise savaş tazminatı olarak Rusya’ya ödenmesi gerekmektedir. Sonuç olarak gelirlerin tamamı ancak 9 milyon Lira’dan (81 milyon Ruble) ibarettir. 


Jandarma birlikleri için de belirtilen rakamdan çok daha azı harcanmakta ve bu harcamalar vilayetlerin hesabından yapılmaktadır. Jandarmalar neredeyse hiç maaş almamakta, geçimlerini de zorbalıkla sağlamaktadırlar.

s. 51

Bütçe

 1877-78 Savaşı öncesinde Osmanlı’nın gelirleri hiçbir zaman 17 milyon Lira’yı (153 milyon Ruble) geçmemiş, giderler ise her zaman gelirlerden daha fazla olmuştur. Bütçedeki açık ise iç ve dış borçlar ya da memurlarla subayların maaşları eksik ödenerek kapatılmaya çalışılmıştır.

 Devlet hazinesine giren paranın miktarı saklı tutulmaktadır. Ortak hesap tutulmadığından dolayı bu paranın saklanması da kolaydır. Diğer bazı gelirler ise başka kurumların hesap defterlerine kaydedilmektedir. Özel bankalar birinci el kaynaklardan bu tür bilgileri elde etmeyi başarsa da bu bilgiyi kimseyle paylaşmamaktadırlar. Dolayısıyla Osmanlı’nın malî durumu ile ilgili kesin ve eksiksiz bilgilerin elde edilmesi son derece zordur.

 Osmanlı maliyesinin son derece zor günler geçirdiği bir dönemde Osmanlı Hükümeti büyük paralar harcayarak davet ettiği Alman subaylarının işlerini yapmalarını çeşitli şekillerde engellemektedir. Osmanlı Hükümeti’nin bunu hangi düşüncelerle yaptığı merak konusudur. Aynı şekilde subaylarının prestijlerini koruması gereken Alman Büyükelçiliği de onları Osmanlı yetkililerine karşı savunmadığı gibi çok daha kötü şartlarda ve kişisel onurlarına zarar verecek şekilde Osmanlı Hükümeti’nin hizmetinde kalmaları konusunda ısrar etmektedir. Bu hususu da anlamak güçtür. Ancak yine de her şeyin bir açıklaması vardır

 Askerî eğitimden sorumlu olan Goltz Paşa kendi arkadaşları arasında kabiliyet ve enerji bakımından birinci sırada bulunmaktadır. Arkadaşlarından 9 ay sonra İstanbul’a gelen Goltz Paşa, derhal Yüksek Askerî Okul ile ilgilenmeye başladı. Goltz Paşa, okul müdürünün görevinden ayrılmasını sağladı (gerçi Saray’da daha büyük bir göreve atandı), okul müfredatını değiştirdi, programa zorunlu Rusça ve Almanca dersleri koydurttu ve askerî meselelerle ilgili bizzat dersler verdi. Onun bu aktif faaliyetlerine hayran kalan Türk yetkililer aynı zamanda ondan şüphelenmeye de başladılar. Bu bağlamda Alman paşa şöyle bir olay yaşadı: Bir gün ders sırasında Goltz Paşa savunma ve saldırı konularını işlerken okul binasıyla komşu olan Yıldız Köşkü’nden bahsetti. Daha sonra ise öğrencilerle taktik dersine hazırlanırken Genelkurmay’da bulunan İstanbul ve civarına dair bütün eski haritaları topladı ve birkaç günlüğüne okuldan uzaklaştı. Paşanın olmadığı sırada saray güvenliği, derste söylediklerinden de haberdar oldu ve onun plan ve haritaları Ruslara vereceğinden şüphelendi. Bunun üzerine güvenlik güçleri Sultan’ın emri üzerine onun evine baskın düzenleyip kapalı kutuları kırıp planları ele geçir- 48 Rus Genelkurmay Belgelerinde II. Abdülhamid ve Osmanlı Ordusu diler. Goltz Paşa döndüğünde meseleye açıklık getirildi, hükümet özür diledi, ancak planlar kendisine yine de teslim edilmedi. Birkaç ay daha hizmet ettikten sonra Goltz Paşa, bu tür davranışlardan rahatsız olarak istifa dilekçesini verdi. A

 Süvari birlikleri subayı Hobe Paşa evli, çok zeki olmayan, zor karakterli biridir. Buraya gelen Alman subayları arasında paraya en fazla düşkün olanı da odur. 1.500 Taler (ya da 200 Sterlin) maaş alan Alman subay lüks bir hayat yaşamaya başladı ve böylece Türk yetkililerine zayıf noktasını göstermiş oldu. Birliklerle ilgilenmesini istemediklerinden dolayı Türk yetkililer onu sarayın at ahırının başına getirdiler. Ancak orada da kendisine herhangi bir yetki verilmedi, yalnızca saray atlarının alımı ile ilgili yurtdışına kârlı siparişlerin verilmesi işiyle uğraştı. Böylece kısa süre içerisinde askerleri eğiten subay yerine hayvanların yemlerinin ikmalini yapan subay hâline geldi ve süvari birliği için hiçbir şey yapmadı.


s47.

 Bir başka Alman subayı, piyade subayı Kamphoevener Paşa’dır. Evli, yeteneksiz ve öyle görülüyor ki zayıf karakterli biridir. Neredeyse hiç mücadele vermeden geliştirilen projelerin hepsinden vazgeçti ve kâtiplik yapmaya razı oldu. Kaldı ki yüksek miktarda maaş alan bu paşa, dil ve düzeni bilmeden Osmanlı Ordusu’na nasıl faydalı olabilirdi ki?


s.46

 Kachler Paşa’nın bu faaliyetlerine ve Sultan’dan övgüler almasına rağmen bir ilerleme kaydedilemedi. Paşanın sağlık durumunun kötü olması ve kısmen de askerî yetkililerin paşanın projelerine karşı çıkmasından dolayı, bütün projeler kâğıt üzerinde kaldı ve dolayısıyla da orduya herhangi bir yardımı olmadı. Projenin hâlâ onaylanmadığını eklemek gerekmektedir.

 Sultan’ın davet ettiği ve bizzat Alman İmparatoru’nun seçtiği yeni gelen Prusyalı subaylar şüphesiz takdire şayan olmalıdırlar. Kendi hükümetlerine karşı hizmet, arkadaşlarına karşı da manevî sorumlulukları, onların iyi niyetlerinin garantisidir. Osmanlı Ordusu’nda hizmet eden [yabancı] sahtekârlarla bir bağlantıları olmadığından ve Seraskeriye’nin karşı çıkmasına rağmen bağımsız konumları dolayısıyla aslında yine de birşeyler yapabilirler. Ancak bu kişilerin sayısı çok az ve herkes birbirinden bağımsız hareket etmektedir. Önlerindeki bir başka engel ise bütün Kuzey Alman halklarına has ortak bir özelliktir, yani sert karakterleri ve esnekliklerinin olmamasıdır. Diğer bir deyişle bunlar, yeni bir ülkeye geldiklerinde onu tanıma, buradaki şartları öğrenme ve ona göre yaşama becerisine sahip değiller. İstisnalar olmakla birlikte bu kişilerde vatanlarında benimsedikleri prensipler, burada da göze çarpmaktadır.


Alman subaylar Osmanlı topraklarına geliş sebepleri de olan en önemli resmî amaçlarına ulaşamadılar.


s.46


 Tüm bu planlara rağmen Osmanlı Hükümeti’nin içerisinde bulunduğu olumsuz malî koşullar nedeniyle kaleleri çok yavaş inşa edeceğini, bunları kemerli yapılar ve açık saldırıları püskürtme kapasitesine sahip pahalı teçhizatlarla donatamayacağını tahmin edebiliriz.


Osmanlı Devleti şarapnel sistemlerine büyük önem verdiği gibi bu sistemlere bir an önce sahip olmak istemektedir. Hükümetin bu konuya önem verdiğini gösteren gelişmelerden biri de verilen siparişin parasının (74.850 Lira ya da 1.721.550 Frank) hazinede para olmadığından Osmanlı Bankası tarafından ödeniyor olmasıdır. Bunun karşılığında ise bazı yerlerdeki hayvanlardan alınan vergiyi toplama hakkı bankaya verildi.

s. 26. 


4 nolu belgede: 

 Türkler, çok gururlu, hatta kibirli bir halktır. Bu iki özelliklerine onların karakterlerindeki hem olumlu hem olumsuz taraflarında rastlamak mümkündür. Bir Türk için en büyük aşağılanma, dolaylı yoldan dahi olsa onun beceriksiz olduğunu söylemektir. Türk subaylarının orduya davet edilen yabancılara düşmanca yaklaşımlarını işte bu hususla açıklamak mümkündür. Genellikle maceraperestlerden ve gerek bilgi gerekse de meziyet bakımından son derece sınırlı insanlardan seçilen bu yabancılar da yalnızca az çalışarak çok para kazanma peşindedirler. Bu kişiler, sınırlı meziyetleriyle Türklerin gururunu incitmeden görevlerinde kalmaktadırlar. Dürüst ve bilgili olanlar ise ya hizmeti bırakmakta ya da yararsız görevlilere dönüşmektedir.

 sivil memuriyetlerde Türkler, Rum ve Ermeni gibi tehlikeli rakiplerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Özellikle Ermeniler, Osmanlı bürokrasisinin kurnazlık ve hilebazlığına daha yatkındırlar. Böylece Müslüman nüfusun en iyi temsilcilerine cazip gelen askerî sınıf, bütün diğer yapıların üstünde bulunmakta ve Osmanlı’da subaylara, Avrupa’dakine kıyasla daha büyük onur ve saygı duyulmaktadır


Filippov s. 24.

Filippov-22

 Eğitimli subayların sayısı yeterli olmadığı takdirde Genelkurmay subayları, Genelkurmay’a ya da askerî hizmetlerle hiçbir ilgisi olmayan farklı memuriyetlere atanabilmektedir. Bunun neticesinde yarısından bile az bir kısmı orduda, büyük kısmı ise Genelkurmay’da görev yapmaktadır.



Hicaz, Arabistan ya da başka bölgelerden herhangi bir şekilde geçici bir süreliğine de olsa çıkmayı başaran subaylar genellikle Genelkurmay’da görevlendirilmekte ve kendi hamileri - generaller - sayesinde İstanbul’da kalmayı başarmaktadırlar. Bunlar burada maaşlarını aldıkları gibi daha kârlı görevlendirmelerin peşine düşmektedirler. Genelkurmay subayının bir üst rütbeye terfi ettirilerek uzaktaki bir bölgeye görevlendirilmesine rağmen çeşitli gerekçelerle İstanbul’da kaldığı da olmaktadır. Bu subay, kendisine bir hami bularak burada kalmaya ve yeni bir görev beklemeye başlamaktadır. 


Günümüz Türkiye'sinin, Adalet Bakanlığı merkez kadrolarına benziyor mu? 


Avrupalılara ve özellikle de Ruslara yakınlık, hatta şehrin Avrupa kısmına (Pera) yapılan sık ziyaretler bile subayların güvensiz olarak nitelendirilmesi için yeterlidir. Saray yönetimi tarafından görevlendirilen askerî ajanlar, köprünün yanında durmakta ve köprüden geçen bütün subayları tespit etmektedirler


Savaş zamanında orduya subay alımı ile ilgili herhangi bir özel kanun yoktur. İhtiyaç duyulduğu takdirde ise emekli subayları hizmete dönme konusunda zorlayarak onları yeniden en alt rütbeli, hatta er olarak orduya almaktadırlar. Bu süreçte adam kayırma olayı çok yaygındır. Çünkü kıdeme kimse ciddi bir şekilde dikkat etmemekte ve binbaşıya kadarki (binbaşı dâhil) bütün atamalar Askerî Nazırlık idaresi tarafından yapılmaktadır

Filippov Raporu s. 20.

 Türkçe okuma yazmayı öğrenmek zordur ve çok zaman almaktadır. Dolayısıyla okuma yazmayı bilmek bile tek başına nispeten yüksek eğitimin bir göstergesidir. Kaldı ki bu yüksek eğitim, subaylığa atanmak için gerekmemektedir.

s. 20. 

Eğitimsiz amirler çoğu zaman genç subaylara şüpheyle yaklaşmakta ve onlara kötü davranmaktadır

Rus Genelkurmay Belgelerinde II. Abdülhamid ve Osmanlı Ordusu- İlyas Kemaloğlu

 Oldukça güzel bir çalışma. Bu çalışmada ilginç bulduğum kısımları tekrarlayabilmek açısından blog sayfasına almak istedim. 

Albay Filippov raporu, Belge-1; 

Nizamî ordu, piyade ve süvari sınıflarındaki subaylarla tamamlanmaktadır. Bunlar da Harbiye Mektebi’nin mezunları ve daha çok astsubaylardır. Harbiye Mektebi’ne girmeden önce gençler, askerî kaynaklarla ayakta duran hazırlık okullarında eğitim almaktadırlar. Bu okullardan İstanbul’da 2, Bursa’da 1, Erzurum’da 1, Manastır’da 1, Bağdat’ta 1, Şam’da 1, Edirne’de 1 tane vardır.

s. 20. 

 

2 Kasım 2024 Cumartesi

Kararı gerekçesi anlaşılmayan daha doğrusu olmayan daire 23. Hukuk Dairesi

 

“…Asıl dosyada şikayetçi … A.Ş. vekili, müflisin müvekkiline asalet ve kefalet borçlarının bulunduğunu, alacaklarının iflas sıra cetvelinde dördüncü sıraya yazıldığını, oysa  akdedilen genel kredi sözleşmesinde davalının bankada bulunan hak ve alacakları üzerinde banka lehine rehin, hapis ve takas hakkı tesis edildiğini, ayrıca lehlerine araç rehinleri ve taşınmaz ipoteği bulunduğunu ileri sürerek, bu alacaklarının rüçhanlı alacak olarak kabul edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Birleşen 2012/186 E. sayılı dosyada şikâyetçi Yapı ve Kredi Bankası AŞ. vekili, alacaklarının genel kredi sözleşmesi hükümleri kapsamında müflisin bankadaki mevduatı üzerine tesis edilen rehin, hapis ve takas hakları ile temin edildiğini, iflas idaresince alacağın sıra cetvelinin dördüncü sırasında değerlendirilmesinin hatalı olduğunu; bir kısım alacağın da mer'i teminat mektubuna dayalı olduğunu ve bu kısmın da şarta bağlı alacak olarak yazılması gerektiğini ileri sürerek, alacaklarının rüçhanlı olarak kabul edilmesine karar verilmesini talep etmiş; birleşen 2012/224 E. sayılı dosyadaki şikayetinde ise dilekçe ile başvurduğu iflas müdürlüğünün aynı yöndeki kararının kaldırılmasını istemiştir.

Birleşen 2012/193 E. sayılı dosyada şikâyetçi Hazine vekili, araçların aynından kaynaklanan 5.256,00 TL tutarındaki motorlu taşıtlar vergisi alacağının rüçhanlı alacak olarak kabulüne karar verilmesini istemiştir.

Asıl ve birleşen dosyalarda şikayet olunan iflas idaresi vekili, T. İş Bankası A.Ş. alacaklarının dördüncü sıraya yazıldığını, bu alacakların bir kısmının taliki şarta bağlı nitelikte olduğunu, rehinli araçların satılması halinde şart gerçekleşmiş olacağından alacakların öncelikle ödeneceğini, üzerinde ipotek tesis edilen taşınmazın üçüncü kişiye ait olması nedeniyle rüçhanlı alacak talebinin yasal olmadığını; Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. alacakları bakımından İcra ve İflas Kanunu'nun 184, 185, 186, 191, 192, 193, 200, 206 ve 229. maddeleri uyarınca müflisin tasarruf yetkisinin bulunmadığını, müflisin takas talebinin de yasal dayanaktan yoksun olduğunu; Hazine alacakları için de araçların zaten MTV borçları ödenmeksizin satılamayacağını savunarak şikayetlerin reddini istemiştir.

İcra Mahkemesince, banka ile müşteri arasındaki sözleşmede yer alan hükmün rehin hukuku esas prensipleri çerçevesinde alenilik taşıyan bir rehin sözleşmesi olarak kabulünün mümkün olmadığı, banka ile müflis arasındaki bu sözleşmeye dayanılarak İİK'nın 23/3. maddesinde belirtilen ve 206/1. maddesinde  ifade edilen rehin  tabiri  kapsamında  kalan  bir alacak  olarak  değerlendirilmesinin söz konusu olmadığı, banka alacaklarının dördüncü sıraya yazılmasının yasaya uygun olduğu, mer'i teminat mektubu alacağının şarta bağlı olarak kaydında bir hata bulunmadığı, MTV alacağının ise rüçhanlı olarak kaydının gerektiği gerekçesiyle T. İş Bankası A.Ş. ve Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.'nin şikayetlerinin reddine, Hazine’nin şikayetinin kabulüne dair verilen karar, şikayetçiler T. İş Bankası A.Ş. vekili, Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. vekili ile şikayet olunan vekilinin temyiz istemi üzerine, Dairemizin 24.01.2014 tarihli ilamıyla, şikayetçi Hazine'ye ilişkin hükmün onanmasına, şikeyetçi banka vekillerinin temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede; banka ile mudisi arasında akdedilmiş kredi sözleşmelerinde mudinin bankadaki parasının, mudinin bankaya olan borçlarının teminatı olduğuna dair kayıtların geçerli bir rehin hakkı niteliğinde olduğu ve MK'nın 950. maddesinde düzenlenen hapis hakkına ilişkin şartların bu paralar yönünden de oluştuğu ve ayrıca, alacağın şarta bağlı olması istenebilir hale gelmesi, rüçhan hakkına sahip olması ise diğer alacaklara kıyasla öncelikle ve tam olarak ödenmesi hususları ile ilgili olup, bu iki kavram arasında mahkemece öngörüldüğü şekilde bir bağlantı bulunmadığı, bu itibarla, İİK'nın 219/4. maddesinde gösterilen süre içinde rehne ilişkin işlemlerin şikayetçi bankalar tarafından yerine getirilip getirilmediği hususu üzerinde durularak, sıralamanın belirtilen ilkeler de gözetilerek yasaya uygun biçimde oluşmasını sağlayacak şekilde bir karar verilmesi ve aralarında bağlantı bulunmadığından, şikayetlerin de ayrı dosyalar üzerinden incelenmesi gerektiği belirtilerek, asıl dosyada şikayetçi Türkiye İş Bankası A.Ş. ve birleşen 2012/186 E., 2012/224 E. sayılı dosyalarda şikayetçi Yapı Kredi Bankası A.Ş. yararına bozulmuştur.

Asıl ve birleşen dosyalarda şikayet olunan müflis ... A.Ş. İflas idaresi vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur. 

Yargıtay ilamında belirtilen gerektirici sebeplere göre, HUMK'nın 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin reddi gerekmiştir.” 23.HD. 2/3/2017 gün, 2015/1523 Esas, 2017/652 Karar

28 Ekim 2024 Pazartesi

Ağır hata: Tebligatın usulsüz olmadığı değerlendirilmiş;

 İİK'nın 150/ı maddesinde; ''Borçlu cari hesap veya kısa, orta, uzun vadeli kredi şeklinde işleyen nakdi veya gayri nakdi bir krediyi kullandıran tarafın ibraz ettiği ipotek akit tablosu kayıtsız ve şartsız bir para borcu ikrarını ihtiva etmese dahi, krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafa ait cari hesabın kesilmesine veya kısa, orta, uzun vadeli kredi hesabının muaccel kılınmasına ilişkin hesap özetinin veya gayrinakdi kredinin ödenmiş olması nedeniyle tazmin talebinin veya borcun ödenmesine ilişkin ihtarın noter aracılığıyla krediyi kullanan tarafa kredi sözleşmesinde yazılı ya da ipotek akit tablosunda belirtilen adrese gönderilmek suretiyle tebliğ edildiğini veya 68/b maddesi gereğince tebliğ edilmiş sayıldığını gösteren noterden tasdikli bir sureti icra müdürüne ibraz ederse icra müdürü 149 uncu madde uyarınca işlem yapar'' düzenlemesine yer verilmiştir.

İİK'nın 68/b maddesinde ise; "Borçlu cari hesap veya kısa, orta, uzun vadeli kredi şeklinde işleyen kredilerde krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafın kredi sözleşmesinde belirttiği adresine, borçlu cari hesap sözleşmesinde belirtilen dönemleri veya kısa, orta, uzun vadeli kredi sözleşmelerinde yazılı faiz tahakkuk dönemlerini takip eden onbeş gün içinde bir hesap özetini noter aracılığı ile göndermek zorundadır. Sözleşmede gösterilen   adresin değiştirilmesi, yurt içinde bir adresin noter aracılığıyla krediyi kullandıran tarafa bildirilmesi halinde sonuç doğurur; yeni adresin bu şekilde bildirilmemesi halinde hesap özetinin eski adrese ulaştığı tarih tebliğ tarihi sayılır" düzenlemesi yer almaktadır.

İpotek veren taşınmaz maliki üçüncü kişiye, İİK'nın 150/ı maddesi gereğince hesap özeti gönderilmesi zorunluluğu bulunmamakta ise de; ipotek veren üçüncü kişi hakkında takip yapılabilmesi için Türk Medeni Kanunu'nun 887. maddesi uyarınca, alacağın kendisinden istenilmesi, yani muacceliyet ihtarının gönderilmesi gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, söz konusu düzenleme gereğince, ipotekli taşınmaz maliki üçüncü şahsa ihbar yapılmadıkça, onun yönünden borç muaccel olmayacağından hakkında icra takibi başlatılamaz. Ayrıca belirtmek gerekir ki, İİK'nın 150/ı maddesinin son cümlesi; "Hesap özetinin, tazmin talebinin veya ihtarın ipotekli taşınmaz maliki üçüncü kişiye tebliğ edilmesi veya tebliğ edilmiş sayılması, Türk Medeni Kanununun 887. maddesinde öngörülen ödeme istemi yerine geçer” hükmünü içermektedir.

Anılan bu maddeler, uygun ihtar tebliğ edildiğinde veya tebliğ edilmiş sayıldığında takip dayanağı ipotek akit tablosu limit ipoteği içerse de, ipotekli takibin ilamlı takip olarak yapılabileceğini, bir başka anlatımla ihtarın maddelerde yazılan koşullarda yapılmış olmasının takibin ilamlı yolla yapılmasının şartı olduğunu göstermektedir. Tebligatların yasal düzenlemeye uygun olmaması nedeniyle İİK 150/ı koşullarını taşımaması halinde ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilamlı takip yapılamayacağı sonucunu doğuran şikayette dayanak belgenin ilam niteliği kazanmadığı iddia edilmekte olup bu hali ile şikayet ilamlı icra takibinde ilama aykırılık şikayetidir. O halde, icra mahkemesince İİK'nın 16/2 maddesine göre süresiz olarak incelenmelidir (HGK 21.06.2000 tarih 2000/12-1002 sayılı karar).

Dairemizde, asıl borçlu ve/veya ipotekli taşınmaz malikine icra emri gönderilebilmesi için, alacaklı tarafından, kredi sözleşmesinde yazılı ya da ipotek akit tablosunda belirtilen adreslerine, noter aracılığı ile hesap kat ihtarının gönderilmesi gerekmekle birlikte İİK'nın 16/2. maddesi gereğince kat ihtarı tebliğ işlemi usulsüz ise süreli; hiç gönderilmemiş veya tebligat yapılmamış ise süresiz şikayete tabi olduğu yönünde uygulama yapılmakta iken İİK 150/ı maddesinde yapılması belirtilen tebligat ilamlı takipte takip şartı kabul edilip, usulsüz yapılan tebligatın yok hükmünde olduğu şikayetinin İİK 16/2 kapsamında süresiz olarak incelenmesi kanaatine varılarak görüş değişikliğine gidilmiştir.

Somut olayda, alacaklı banka tarafından, İzmir 21. İcra Müdürlüğü’nün 2016/6449 Esas sayılı dosyasında kredi alacağına ve limit ipoteğine dayalı olarak kredi borçlusu ve ipotek borçluları aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilamlı icra takibi başlatıldığı, şikayetçi ipotek borçlusu adına çıkarılan kat ihtarının takibe dayanak kredi sözleşmesi ve ipotek senetlerinde yazılı “Hafsa Sultan Mahallesi, 4809. Sokak, No: 9/3 Yunusemre/Manisa” adresinde “Gösterilen adrese gidildi. Muhatabın çarşıda olduğu komşusunun sözlü/imzalı beyanından anlaşıldı. Evrak mahalle muhtarı Hayati Olay imzasına teslim edildi. Örneğe uygun 2 nolu haber kağıdı kapısına yapıştırıldı. Beyanı veren en yakın komşusu isim ve imzadan imtina eden D:1’e haber verildi.” şerhi ile 07.04.2016 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmıştır.

Her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesinin hesap kat ihtarı tebliğ usulsüzlüğü iddiasının süreli şikayet konusu olduğu yönündeki kabulü ve anılan şikayetin süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesi yerinde değil ise de, Bölge Adliye Mahkemesince hesap kat ihtarı tebliğ usulsüzlüğü şikayetinin esasının da incelendiği, hesap kat ihtarının ipotek borçlusunun takibe dayanak kredi sözleşmesi ve ipotek senetlerindeki adresine İİK’nın 68/b maddesine uygun olarak tebliğ edildiği yönündeki tespit ve değerlendirmesinin yerinde olduğu anlaşılmış olup, anılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını zorunlu kılmadığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının düzeltilerek onanması gerekmiştir. 12.HD. 11/06/2024 gün, 2024/1319 Esas, 2024/6142

20 Ekim 2024 Pazar

YARGISAL KOMEDYA

 

Somut olayda; davacı SGK tarafından, Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen itirazın iptali davasının kısmen kabulüne karar verilip bu kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından onanması üzerine Ankara 20. İcra Müdürlüğü'nün 2004/616 esas sayılı dosyasına, 14/03/2007 tarihinde 26.721,38 TL ödeme yapılmıştır. Dayanak karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesince,  görevli yargı yerinin idari yargı olduğu belirtilerek karar bozulmuş, bozmaya uyan mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir. Ankara 3. İdare Mahkemesinde açılan davada ise, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir. Davacı SGK tarafından, icra müdürlüğünden ödemenin iadesi talep edilmiş, buna yönelik muhtıra davalılara gönderilmiştir. Davalılar tarafından, muhtıraya karşı şikayet yoluna başvurulmuş, mahkemece, işlemiş faiz yönünden şikayeti haklı bulunarak muhtıranın işlemiş faize yönelik kısmının iptaline karar verilmiştir.

Soytarının

 Adliye soytarısının yamağı beni listeden mi çıkarttın...


19 Ekim 2024 Cumartesi

Listeden çıkartılmış olmak,

 İmkansız olan bir şeyden son düğümü de kopartıp atmak...

Önemli mi?

Hiç önemli değil...

Varken de yoktun....

Yokken zaten yoksun...

29 Eylül 2024 Pazar

Adliyede iş takibi yapanlar,

 Pek çok adliye çalışanı iş takibi yapıyor...

Unvanı, ne iş yaptığı önemli değil...

Adeletin terazisi ondan eğri.

31 Ağustos 2024 Cumartesi

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI YENİDEN YAZILMALI

 Gazzede yaşananlar göstermiştir ki...

Her şey yahudi propagandasıdır. 

Gerçekten holocaust yaşanmış mıdır şüphelidir...

Hitler, Kavgam'da, parlatılan her türlü düşünce, abartılan her başarının Yahudilere ait olduğunu söylemişti...

Halen öyle değil mi? 

Saçma sapan filmler ödül alıyor...

Saçma kitaplar çok başarılı görünüyor...

Demek ki herşey propagandadan ibaret...

Batı dünyası Gazzede yaşanan soykırımı görmezden gelip Nedenyahu'yu alkışladıklarında batı dünyasının da hikayeden ibaret olduğu anlaşıldı. 

İnsan hakları, demokrasi, süslü bütün laflar ve sözde adalet duyguları...

Herşey sahteydi..

Her şey sadece yahudi söylediğinde doğru...

Herşey sadece onlar anlattığı için hukuki...

Gazze gösterdi ki...

Görünen ya da gösterilenden apayrı bir dünya var...

Hiçbir zaman yahudiler katledilmedi...

Sadece kendilerine uydurma bir vatan oluşturmak için uydurdular herşeyi...

Hitler bir dahiydi...

Yahudiler her türlü krizi fırsata çevirmeye çalışan bir güruhtu...



Kurtuluş Parkı

30 Ağustos 2024 Cuma

Türkiye Cumhuriyeti Devleti

 Bütün Türk düşmanları bilmelidir ki...

Türkiye öyle güçlü bir devlettir ki...

Üç-beş çapulcu ile yıkılmaz, yıkılamaz...

Kurtuluş Savaşı'nı görmediniz hadi, duymadınız mı? 

Fransızdan İngilizden veya bilumum uşaklarından daha mı güçlüsünüz...

Var mı öyle bir ihtimal...

Büyük Türk milleti en zayıf döneminde bunları ve uşaklarını dümdüz etti...

Günümüzde yaşananlardan da mı bir şey öğrenemediniz...

Devletin bekası söz konusu olduğunda Ömer Halisdemir gibi milyonlar olduğunu görmüyor musunuz?



30 Temmuz 2024 Salı

Adliye soytarısı

 Renkli takım elbiseli, 

Adliye soytarısı, 

Bursa şeftalisi...

Kendini çapkın zanneden tacizci dümbük...



28 Haziran 2024 Cuma

Neredesin....

 Yoksun artık hiçbir yerde...

İhtimalinin bile olmayacağı günler de gelecek...

Olmayacaksın hiçbir yerde...

Son karşılaşmamız nerede ne zamandı hatırlamayacaksın bile...


yapay zekanın yazdırdığı

 Konyavî durur, sanır ki velî, Cehl ile dolmuş, olmuş delî. Ne ilm ü irfân ne hikmet bilir, Duydukça titrer Hakk’ın dili. Lâkin sorsan, sözü...

TIBBİ ETİK