16 Kasım 2024 Cumartesi

10 Kasım 2024 Pazar

 Rus insanının özelliği, açık yüreklilik (ki yabancılarla iletişimde buna hiç gerek yoktur) ve aşırı rahatlıktır. Genel olarak Türk insanının ve özellikle de Doğu ülkelerindeki subayların özelliği ise ilmî ve alanlarıyla ilgili pratik konulara olan ilgisizliklerine karşın siyasi ve genel meselelere dair haberlere olan aşırı ilgileridir. Bundan dolayı Türk subaylarının gönderileceği birlikteki Rus subaylar, bu konuda uyarılmadığı takdirde Türklerin bambaşka konularla ilgileneceklerini ve dikkatsizce söylenen her kelimeyi de abartarak kendi büyükelçiliklerine ya da İstanbul’a bildireceklerini tahmin etmek mümkündür.

KRUPP

 Almanya için barış zamanında dahi Krupp Fabrikası gibi büyük bir müesseseye sahip olmak, büyük önem arz etmektedir. Ancak Almanya, bu müessesenin ayakta kalması için kendi parasını harcamak istememektedir. Bundan dolayıdır ki, yabancı ülkelerde bulunan Alman subayları, bulundukları ülkelerin hükümetlerini Krupp Fabrikası’na büyük siparişlerde bulunma konusunda teşvik e

 sözleşmelerde görülen bazı eksikliklerdir. Her ne kadar sözleşmelerde hem ödeme hem de silahları teslim süreleri tam olarak belirtilse de cayma tazminatına dair hiçbir madde koyulmadığı gibi ödeme şartları da ek bir madde ile son derece zayıflatılmıştır. Buna göre, ödemelerin ertelenmesi durumunda aynı şekilde silahların teslimatı da ertelenebilecek ve tam tersine bir gelişme gerçekleşebilecektir. Diğer bir deyişle Krupp Fabrikası, daha güvenli ve kârlı bir sipariş aldığı takdirde Osmanlı’nın siparişi ile ilgili verdiği vaatleri ertelemekten çekinmeyecektir. Bu husus, tek başına sözleşmelerin ne kadar üstünkörü ve isteksizce hazırlandığını göstermektedir

 Bu yılın 20 Şubat’ında askerî nazıra gönderdiğim raporda Osmanlı Hükümeti tarafından planlanan Rusya karşıtı faaliyetlerden bahsetmiştim. İşin ilginç tarafı bu tür faaliyetler için de maddî kaynağı Osmanlı Hükümeti bizim hoşgörülü diplomasimiz sayesinde buldu. Zira Rusya, tazminat ve [Osmanlı] esirlerinin bakımı için ödeme talep etmeden Osmanlı ile yakınlaşabileceğini düşünüyordu. Öngörüm, bu yılın 6 Nisan ve 13 Temmuz günleri gerçek oldu. Bu tarihlerde Krupp fabrikasıyla kıyı ve sahra toplarının alımına dair büyük sözleşmeler imzalandı

"Almancayı Bilmezsen Hiçbir Şey Bilmezsin"

 Silahların korunması konusundaki tavırlarını şöyle bir örnek olay ile aktarabiliriz: Bu sene I. Kolordu’daki komutanlarla alt rütbeliler silahlarına domuz yağı sürerek bakımını yapmadıklarından silahlar, kullanılmaz hâle geldi. Bunu duyan topçu birliklerinin komutanı bazı birliklerin bozulmuş tüfeklerini toplatarak onlara yenilerini dağıttı. Sultan bundan haberdar olunca bu komutana uyarıda bulundu ve yersiz özende bulunmamasını istedi. Topçu ve ağırlık birliklerinde ise araba tekerlekleri ile diğer parçalar hiçbir zaman yağlanmamaktadır. Bundan dolayıdır ki, arabalar diğer ordularda kullanılan sürenin üçte biri kadar dahi kullanılamamaktadır.

 Onarım ise Türklerin karakterine terstir. Türkler, birşeyi onarmak yerine yenisini yapmayı tercih etmektedirler. Muhteşem ve yüz binlerce Lira harcanarak döşenen saraylarla büyük kazarmalar (örneğin 16 taburluk Hamid Kazarması), yalnızca zamanında onarılmadığından harabeye dönüşmektedir.


s.52

9 Kasım 2024 Cumartesi

 Osmanlı Devleti’nin son resmî bütçesi, 1880’de yayımlandı. O tarihte gelirler 16.155.80 Lira, giderler ise 17.339.251 Lira olarak belirlenmişti. Her iki rakam da uydurma olduğundan ve sadece Avrupa ülkelerinin gözünü boyamak amacıyla ortaya atıldığından bu rakamları dikkate almamak gerekir


Her ne kadar bu rakamların doğru olmadığını ispatlamak için elimde başka bir veri olmasa da adı geçen savaşın neticesinde Rumeli, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan, Bosna-Hersek, Kıbrıs, Mısır, Tesalya, Manastır ve Erzurum vilayetlerinin bir kısmının, yani 12 milyonluk bir nüfusun Osmanlı hâkimiyetinden çıktığı göz önünde bulundurulduğunda (ki bunların bir kısmı tamamen, bir kısmı kısmen Osmanlı’ya bağlı olup vergi ödüyordu) Osmanlı gelirlerinin yalnızca 51 Rus Genelkurmay Belgelerinde II. Abdülhamid ve Osmanlı Ordusu 850.000 Lira azalmış olmasının imkânsız olduğu görülecektir. Kaldı ki birçok yerde insanlar savaş nedeniyle büyük zarar görmüş ve Müslüman nüfus da azalmıştı. Çok iyi bilinmektedir ki, Osmanlı’nın en zengin vilayeti, 800.000 Liralık brüt gelire sahip Aydın Vilayeti’dir.


Buna göre ancak diğer 19 vilayet de Aydın kadar zengin olduğu takdirde Osmanlı’nın gelirleri 16 milyon Lira’ya ulaşabilirdi. Fiiliyatta ise Manastır Vilayeti hiçbir gelire sahip değilken Musul, Bitlis, Kastamonu, Halep ve Diyarbakır vilayetleri de oldukça sınırlı gelire sahiptir. Bütün bunlara dayanarak Osmanlı’nın gelirlerinin 11 milyon Lira’yı geçmesinin mümkün olmadığını söylemek mümkündür. Bu miktarın da 1.600.000 Lira’lık kısmının Osmanlı’nın dış borçlarına, 350.000 Lira’lık kısmının ise savaş tazminatı olarak Rusya’ya ödenmesi gerekmektedir. Sonuç olarak gelirlerin tamamı ancak 9 milyon Lira’dan (81 milyon Ruble) ibarettir. 


Jandarma birlikleri için de belirtilen rakamdan çok daha azı harcanmakta ve bu harcamalar vilayetlerin hesabından yapılmaktadır. Jandarmalar neredeyse hiç maaş almamakta, geçimlerini de zorbalıkla sağlamaktadırlar.

s. 51

Bütçe

 1877-78 Savaşı öncesinde Osmanlı’nın gelirleri hiçbir zaman 17 milyon Lira’yı (153 milyon Ruble) geçmemiş, giderler ise her zaman gelirlerden daha fazla olmuştur. Bütçedeki açık ise iç ve dış borçlar ya da memurlarla subayların maaşları eksik ödenerek kapatılmaya çalışılmıştır.

 Devlet hazinesine giren paranın miktarı saklı tutulmaktadır. Ortak hesap tutulmadığından dolayı bu paranın saklanması da kolaydır. Diğer bazı gelirler ise başka kurumların hesap defterlerine kaydedilmektedir. Özel bankalar birinci el kaynaklardan bu tür bilgileri elde etmeyi başarsa da bu bilgiyi kimseyle paylaşmamaktadırlar. Dolayısıyla Osmanlı’nın malî durumu ile ilgili kesin ve eksiksiz bilgilerin elde edilmesi son derece zordur.

 Osmanlı maliyesinin son derece zor günler geçirdiği bir dönemde Osmanlı Hükümeti büyük paralar harcayarak davet ettiği Alman subaylarının işlerini yapmalarını çeşitli şekillerde engellemektedir. Osmanlı Hükümeti’nin bunu hangi düşüncelerle yaptığı merak konusudur. Aynı şekilde subaylarının prestijlerini koruması gereken Alman Büyükelçiliği de onları Osmanlı yetkililerine karşı savunmadığı gibi çok daha kötü şartlarda ve kişisel onurlarına zarar verecek şekilde Osmanlı Hükümeti’nin hizmetinde kalmaları konusunda ısrar etmektedir. Bu hususu da anlamak güçtür. Ancak yine de her şeyin bir açıklaması vardır

 Askerî eğitimden sorumlu olan Goltz Paşa kendi arkadaşları arasında kabiliyet ve enerji bakımından birinci sırada bulunmaktadır. Arkadaşlarından 9 ay sonra İstanbul’a gelen Goltz Paşa, derhal Yüksek Askerî Okul ile ilgilenmeye başladı. Goltz Paşa, okul müdürünün görevinden ayrılmasını sağladı (gerçi Saray’da daha büyük bir göreve atandı), okul müfredatını değiştirdi, programa zorunlu Rusça ve Almanca dersleri koydurttu ve askerî meselelerle ilgili bizzat dersler verdi. Onun bu aktif faaliyetlerine hayran kalan Türk yetkililer aynı zamanda ondan şüphelenmeye de başladılar. Bu bağlamda Alman paşa şöyle bir olay yaşadı: Bir gün ders sırasında Goltz Paşa savunma ve saldırı konularını işlerken okul binasıyla komşu olan Yıldız Köşkü’nden bahsetti. Daha sonra ise öğrencilerle taktik dersine hazırlanırken Genelkurmay’da bulunan İstanbul ve civarına dair bütün eski haritaları topladı ve birkaç günlüğüne okuldan uzaklaştı. Paşanın olmadığı sırada saray güvenliği, derste söylediklerinden de haberdar oldu ve onun plan ve haritaları Ruslara vereceğinden şüphelendi. Bunun üzerine güvenlik güçleri Sultan’ın emri üzerine onun evine baskın düzenleyip kapalı kutuları kırıp planları ele geçir- 48 Rus Genelkurmay Belgelerinde II. Abdülhamid ve Osmanlı Ordusu diler. Goltz Paşa döndüğünde meseleye açıklık getirildi, hükümet özür diledi, ancak planlar kendisine yine de teslim edilmedi. Birkaç ay daha hizmet ettikten sonra Goltz Paşa, bu tür davranışlardan rahatsız olarak istifa dilekçesini verdi. A

 Süvari birlikleri subayı Hobe Paşa evli, çok zeki olmayan, zor karakterli biridir. Buraya gelen Alman subayları arasında paraya en fazla düşkün olanı da odur. 1.500 Taler (ya da 200 Sterlin) maaş alan Alman subay lüks bir hayat yaşamaya başladı ve böylece Türk yetkililerine zayıf noktasını göstermiş oldu. Birliklerle ilgilenmesini istemediklerinden dolayı Türk yetkililer onu sarayın at ahırının başına getirdiler. Ancak orada da kendisine herhangi bir yetki verilmedi, yalnızca saray atlarının alımı ile ilgili yurtdışına kârlı siparişlerin verilmesi işiyle uğraştı. Böylece kısa süre içerisinde askerleri eğiten subay yerine hayvanların yemlerinin ikmalini yapan subay hâline geldi ve süvari birliği için hiçbir şey yapmadı.


s47.

 Bir başka Alman subayı, piyade subayı Kamphoevener Paşa’dır. Evli, yeteneksiz ve öyle görülüyor ki zayıf karakterli biridir. Neredeyse hiç mücadele vermeden geliştirilen projelerin hepsinden vazgeçti ve kâtiplik yapmaya razı oldu. Kaldı ki yüksek miktarda maaş alan bu paşa, dil ve düzeni bilmeden Osmanlı Ordusu’na nasıl faydalı olabilirdi ki?


s.46

 Kachler Paşa’nın bu faaliyetlerine ve Sultan’dan övgüler almasına rağmen bir ilerleme kaydedilemedi. Paşanın sağlık durumunun kötü olması ve kısmen de askerî yetkililerin paşanın projelerine karşı çıkmasından dolayı, bütün projeler kâğıt üzerinde kaldı ve dolayısıyla da orduya herhangi bir yardımı olmadı. Projenin hâlâ onaylanmadığını eklemek gerekmektedir.

 Sultan’ın davet ettiği ve bizzat Alman İmparatoru’nun seçtiği yeni gelen Prusyalı subaylar şüphesiz takdire şayan olmalıdırlar. Kendi hükümetlerine karşı hizmet, arkadaşlarına karşı da manevî sorumlulukları, onların iyi niyetlerinin garantisidir. Osmanlı Ordusu’nda hizmet eden [yabancı] sahtekârlarla bir bağlantıları olmadığından ve Seraskeriye’nin karşı çıkmasına rağmen bağımsız konumları dolayısıyla aslında yine de birşeyler yapabilirler. Ancak bu kişilerin sayısı çok az ve herkes birbirinden bağımsız hareket etmektedir. Önlerindeki bir başka engel ise bütün Kuzey Alman halklarına has ortak bir özelliktir, yani sert karakterleri ve esnekliklerinin olmamasıdır. Diğer bir deyişle bunlar, yeni bir ülkeye geldiklerinde onu tanıma, buradaki şartları öğrenme ve ona göre yaşama becerisine sahip değiller. İstisnalar olmakla birlikte bu kişilerde vatanlarında benimsedikleri prensipler, burada da göze çarpmaktadır.


Alman subaylar Osmanlı topraklarına geliş sebepleri de olan en önemli resmî amaçlarına ulaşamadılar.


s.46


 Tüm bu planlara rağmen Osmanlı Hükümeti’nin içerisinde bulunduğu olumsuz malî koşullar nedeniyle kaleleri çok yavaş inşa edeceğini, bunları kemerli yapılar ve açık saldırıları püskürtme kapasitesine sahip pahalı teçhizatlarla donatamayacağını tahmin edebiliriz.


Osmanlı Devleti şarapnel sistemlerine büyük önem verdiği gibi bu sistemlere bir an önce sahip olmak istemektedir. Hükümetin bu konuya önem verdiğini gösteren gelişmelerden biri de verilen siparişin parasının (74.850 Lira ya da 1.721.550 Frank) hazinede para olmadığından Osmanlı Bankası tarafından ödeniyor olmasıdır. Bunun karşılığında ise bazı yerlerdeki hayvanlardan alınan vergiyi toplama hakkı bankaya verildi.

s. 26. 


4 nolu belgede: 

 Türkler, çok gururlu, hatta kibirli bir halktır. Bu iki özelliklerine onların karakterlerindeki hem olumlu hem olumsuz taraflarında rastlamak mümkündür. Bir Türk için en büyük aşağılanma, dolaylı yoldan dahi olsa onun beceriksiz olduğunu söylemektir. Türk subaylarının orduya davet edilen yabancılara düşmanca yaklaşımlarını işte bu hususla açıklamak mümkündür. Genellikle maceraperestlerden ve gerek bilgi gerekse de meziyet bakımından son derece sınırlı insanlardan seçilen bu yabancılar da yalnızca az çalışarak çok para kazanma peşindedirler. Bu kişiler, sınırlı meziyetleriyle Türklerin gururunu incitmeden görevlerinde kalmaktadırlar. Dürüst ve bilgili olanlar ise ya hizmeti bırakmakta ya da yararsız görevlilere dönüşmektedir.

 sivil memuriyetlerde Türkler, Rum ve Ermeni gibi tehlikeli rakiplerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Özellikle Ermeniler, Osmanlı bürokrasisinin kurnazlık ve hilebazlığına daha yatkındırlar. Böylece Müslüman nüfusun en iyi temsilcilerine cazip gelen askerî sınıf, bütün diğer yapıların üstünde bulunmakta ve Osmanlı’da subaylara, Avrupa’dakine kıyasla daha büyük onur ve saygı duyulmaktadır


Filippov s. 24.

Filippov-22

 Eğitimli subayların sayısı yeterli olmadığı takdirde Genelkurmay subayları, Genelkurmay’a ya da askerî hizmetlerle hiçbir ilgisi olmayan farklı memuriyetlere atanabilmektedir. Bunun neticesinde yarısından bile az bir kısmı orduda, büyük kısmı ise Genelkurmay’da görev yapmaktadır.



Hicaz, Arabistan ya da başka bölgelerden herhangi bir şekilde geçici bir süreliğine de olsa çıkmayı başaran subaylar genellikle Genelkurmay’da görevlendirilmekte ve kendi hamileri - generaller - sayesinde İstanbul’da kalmayı başarmaktadırlar. Bunlar burada maaşlarını aldıkları gibi daha kârlı görevlendirmelerin peşine düşmektedirler. Genelkurmay subayının bir üst rütbeye terfi ettirilerek uzaktaki bir bölgeye görevlendirilmesine rağmen çeşitli gerekçelerle İstanbul’da kaldığı da olmaktadır. Bu subay, kendisine bir hami bularak burada kalmaya ve yeni bir görev beklemeye başlamaktadır. 


Günümüz Türkiye'sinin, Adalet Bakanlığı merkez kadrolarına benziyor mu? 


Avrupalılara ve özellikle de Ruslara yakınlık, hatta şehrin Avrupa kısmına (Pera) yapılan sık ziyaretler bile subayların güvensiz olarak nitelendirilmesi için yeterlidir. Saray yönetimi tarafından görevlendirilen askerî ajanlar, köprünün yanında durmakta ve köprüden geçen bütün subayları tespit etmektedirler


Savaş zamanında orduya subay alımı ile ilgili herhangi bir özel kanun yoktur. İhtiyaç duyulduğu takdirde ise emekli subayları hizmete dönme konusunda zorlayarak onları yeniden en alt rütbeli, hatta er olarak orduya almaktadırlar. Bu süreçte adam kayırma olayı çok yaygındır. Çünkü kıdeme kimse ciddi bir şekilde dikkat etmemekte ve binbaşıya kadarki (binbaşı dâhil) bütün atamalar Askerî Nazırlık idaresi tarafından yapılmaktadır

Filippov Raporu s. 20.

 Türkçe okuma yazmayı öğrenmek zordur ve çok zaman almaktadır. Dolayısıyla okuma yazmayı bilmek bile tek başına nispeten yüksek eğitimin bir göstergesidir. Kaldı ki bu yüksek eğitim, subaylığa atanmak için gerekmemektedir.

s. 20. 

Eğitimsiz amirler çoğu zaman genç subaylara şüpheyle yaklaşmakta ve onlara kötü davranmaktadır

Rus Genelkurmay Belgelerinde II. Abdülhamid ve Osmanlı Ordusu- İlyas Kemaloğlu

 Oldukça güzel bir çalışma. Bu çalışmada ilginç bulduğum kısımları tekrarlayabilmek açısından blog sayfasına almak istedim. 

Albay Filippov raporu, Belge-1; 

Nizamî ordu, piyade ve süvari sınıflarındaki subaylarla tamamlanmaktadır. Bunlar da Harbiye Mektebi’nin mezunları ve daha çok astsubaylardır. Harbiye Mektebi’ne girmeden önce gençler, askerî kaynaklarla ayakta duran hazırlık okullarında eğitim almaktadırlar. Bu okullardan İstanbul’da 2, Bursa’da 1, Erzurum’da 1, Manastır’da 1, Bağdat’ta 1, Şam’da 1, Edirne’de 1 tane vardır.

s. 20. 

 

2 Kasım 2024 Cumartesi

Kararı gerekçesi anlaşılmayan daha doğrusu olmayan daire 23. Hukuk Dairesi

 

“…Asıl dosyada şikayetçi … A.Ş. vekili, müflisin müvekkiline asalet ve kefalet borçlarının bulunduğunu, alacaklarının iflas sıra cetvelinde dördüncü sıraya yazıldığını, oysa  akdedilen genel kredi sözleşmesinde davalının bankada bulunan hak ve alacakları üzerinde banka lehine rehin, hapis ve takas hakkı tesis edildiğini, ayrıca lehlerine araç rehinleri ve taşınmaz ipoteği bulunduğunu ileri sürerek, bu alacaklarının rüçhanlı alacak olarak kabul edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Birleşen 2012/186 E. sayılı dosyada şikâyetçi Yapı ve Kredi Bankası AŞ. vekili, alacaklarının genel kredi sözleşmesi hükümleri kapsamında müflisin bankadaki mevduatı üzerine tesis edilen rehin, hapis ve takas hakları ile temin edildiğini, iflas idaresince alacağın sıra cetvelinin dördüncü sırasında değerlendirilmesinin hatalı olduğunu; bir kısım alacağın da mer'i teminat mektubuna dayalı olduğunu ve bu kısmın da şarta bağlı alacak olarak yazılması gerektiğini ileri sürerek, alacaklarının rüçhanlı olarak kabul edilmesine karar verilmesini talep etmiş; birleşen 2012/224 E. sayılı dosyadaki şikayetinde ise dilekçe ile başvurduğu iflas müdürlüğünün aynı yöndeki kararının kaldırılmasını istemiştir.

Birleşen 2012/193 E. sayılı dosyada şikâyetçi Hazine vekili, araçların aynından kaynaklanan 5.256,00 TL tutarındaki motorlu taşıtlar vergisi alacağının rüçhanlı alacak olarak kabulüne karar verilmesini istemiştir.

Asıl ve birleşen dosyalarda şikayet olunan iflas idaresi vekili, T. İş Bankası A.Ş. alacaklarının dördüncü sıraya yazıldığını, bu alacakların bir kısmının taliki şarta bağlı nitelikte olduğunu, rehinli araçların satılması halinde şart gerçekleşmiş olacağından alacakların öncelikle ödeneceğini, üzerinde ipotek tesis edilen taşınmazın üçüncü kişiye ait olması nedeniyle rüçhanlı alacak talebinin yasal olmadığını; Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. alacakları bakımından İcra ve İflas Kanunu'nun 184, 185, 186, 191, 192, 193, 200, 206 ve 229. maddeleri uyarınca müflisin tasarruf yetkisinin bulunmadığını, müflisin takas talebinin de yasal dayanaktan yoksun olduğunu; Hazine alacakları için de araçların zaten MTV borçları ödenmeksizin satılamayacağını savunarak şikayetlerin reddini istemiştir.

İcra Mahkemesince, banka ile müşteri arasındaki sözleşmede yer alan hükmün rehin hukuku esas prensipleri çerçevesinde alenilik taşıyan bir rehin sözleşmesi olarak kabulünün mümkün olmadığı, banka ile müflis arasındaki bu sözleşmeye dayanılarak İİK'nın 23/3. maddesinde belirtilen ve 206/1. maddesinde  ifade edilen rehin  tabiri  kapsamında  kalan  bir alacak  olarak  değerlendirilmesinin söz konusu olmadığı, banka alacaklarının dördüncü sıraya yazılmasının yasaya uygun olduğu, mer'i teminat mektubu alacağının şarta bağlı olarak kaydında bir hata bulunmadığı, MTV alacağının ise rüçhanlı olarak kaydının gerektiği gerekçesiyle T. İş Bankası A.Ş. ve Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.'nin şikayetlerinin reddine, Hazine’nin şikayetinin kabulüne dair verilen karar, şikayetçiler T. İş Bankası A.Ş. vekili, Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. vekili ile şikayet olunan vekilinin temyiz istemi üzerine, Dairemizin 24.01.2014 tarihli ilamıyla, şikayetçi Hazine'ye ilişkin hükmün onanmasına, şikeyetçi banka vekillerinin temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede; banka ile mudisi arasında akdedilmiş kredi sözleşmelerinde mudinin bankadaki parasının, mudinin bankaya olan borçlarının teminatı olduğuna dair kayıtların geçerli bir rehin hakkı niteliğinde olduğu ve MK'nın 950. maddesinde düzenlenen hapis hakkına ilişkin şartların bu paralar yönünden de oluştuğu ve ayrıca, alacağın şarta bağlı olması istenebilir hale gelmesi, rüçhan hakkına sahip olması ise diğer alacaklara kıyasla öncelikle ve tam olarak ödenmesi hususları ile ilgili olup, bu iki kavram arasında mahkemece öngörüldüğü şekilde bir bağlantı bulunmadığı, bu itibarla, İİK'nın 219/4. maddesinde gösterilen süre içinde rehne ilişkin işlemlerin şikayetçi bankalar tarafından yerine getirilip getirilmediği hususu üzerinde durularak, sıralamanın belirtilen ilkeler de gözetilerek yasaya uygun biçimde oluşmasını sağlayacak şekilde bir karar verilmesi ve aralarında bağlantı bulunmadığından, şikayetlerin de ayrı dosyalar üzerinden incelenmesi gerektiği belirtilerek, asıl dosyada şikayetçi Türkiye İş Bankası A.Ş. ve birleşen 2012/186 E., 2012/224 E. sayılı dosyalarda şikayetçi Yapı Kredi Bankası A.Ş. yararına bozulmuştur.

Asıl ve birleşen dosyalarda şikayet olunan müflis ... A.Ş. İflas idaresi vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur. 

Yargıtay ilamında belirtilen gerektirici sebeplere göre, HUMK'nın 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin reddi gerekmiştir.” 23.HD. 2/3/2017 gün, 2015/1523 Esas, 2017/652 Karar

28 Ekim 2024 Pazartesi

Ağır hata: Tebligatın usulsüz olmadığı değerlendirilmiş;

 İİK'nın 150/ı maddesinde; ''Borçlu cari hesap veya kısa, orta, uzun vadeli kredi şeklinde işleyen nakdi veya gayri nakdi bir krediyi kullandıran tarafın ibraz ettiği ipotek akit tablosu kayıtsız ve şartsız bir para borcu ikrarını ihtiva etmese dahi, krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafa ait cari hesabın kesilmesine veya kısa, orta, uzun vadeli kredi hesabının muaccel kılınmasına ilişkin hesap özetinin veya gayrinakdi kredinin ödenmiş olması nedeniyle tazmin talebinin veya borcun ödenmesine ilişkin ihtarın noter aracılığıyla krediyi kullanan tarafa kredi sözleşmesinde yazılı ya da ipotek akit tablosunda belirtilen adrese gönderilmek suretiyle tebliğ edildiğini veya 68/b maddesi gereğince tebliğ edilmiş sayıldığını gösteren noterden tasdikli bir sureti icra müdürüne ibraz ederse icra müdürü 149 uncu madde uyarınca işlem yapar'' düzenlemesine yer verilmiştir.

İİK'nın 68/b maddesinde ise; "Borçlu cari hesap veya kısa, orta, uzun vadeli kredi şeklinde işleyen kredilerde krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafın kredi sözleşmesinde belirttiği adresine, borçlu cari hesap sözleşmesinde belirtilen dönemleri veya kısa, orta, uzun vadeli kredi sözleşmelerinde yazılı faiz tahakkuk dönemlerini takip eden onbeş gün içinde bir hesap özetini noter aracılığı ile göndermek zorundadır. Sözleşmede gösterilen   adresin değiştirilmesi, yurt içinde bir adresin noter aracılığıyla krediyi kullandıran tarafa bildirilmesi halinde sonuç doğurur; yeni adresin bu şekilde bildirilmemesi halinde hesap özetinin eski adrese ulaştığı tarih tebliğ tarihi sayılır" düzenlemesi yer almaktadır.

İpotek veren taşınmaz maliki üçüncü kişiye, İİK'nın 150/ı maddesi gereğince hesap özeti gönderilmesi zorunluluğu bulunmamakta ise de; ipotek veren üçüncü kişi hakkında takip yapılabilmesi için Türk Medeni Kanunu'nun 887. maddesi uyarınca, alacağın kendisinden istenilmesi, yani muacceliyet ihtarının gönderilmesi gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, söz konusu düzenleme gereğince, ipotekli taşınmaz maliki üçüncü şahsa ihbar yapılmadıkça, onun yönünden borç muaccel olmayacağından hakkında icra takibi başlatılamaz. Ayrıca belirtmek gerekir ki, İİK'nın 150/ı maddesinin son cümlesi; "Hesap özetinin, tazmin talebinin veya ihtarın ipotekli taşınmaz maliki üçüncü kişiye tebliğ edilmesi veya tebliğ edilmiş sayılması, Türk Medeni Kanununun 887. maddesinde öngörülen ödeme istemi yerine geçer” hükmünü içermektedir.

Anılan bu maddeler, uygun ihtar tebliğ edildiğinde veya tebliğ edilmiş sayıldığında takip dayanağı ipotek akit tablosu limit ipoteği içerse de, ipotekli takibin ilamlı takip olarak yapılabileceğini, bir başka anlatımla ihtarın maddelerde yazılan koşullarda yapılmış olmasının takibin ilamlı yolla yapılmasının şartı olduğunu göstermektedir. Tebligatların yasal düzenlemeye uygun olmaması nedeniyle İİK 150/ı koşullarını taşımaması halinde ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilamlı takip yapılamayacağı sonucunu doğuran şikayette dayanak belgenin ilam niteliği kazanmadığı iddia edilmekte olup bu hali ile şikayet ilamlı icra takibinde ilama aykırılık şikayetidir. O halde, icra mahkemesince İİK'nın 16/2 maddesine göre süresiz olarak incelenmelidir (HGK 21.06.2000 tarih 2000/12-1002 sayılı karar).

Dairemizde, asıl borçlu ve/veya ipotekli taşınmaz malikine icra emri gönderilebilmesi için, alacaklı tarafından, kredi sözleşmesinde yazılı ya da ipotek akit tablosunda belirtilen adreslerine, noter aracılığı ile hesap kat ihtarının gönderilmesi gerekmekle birlikte İİK'nın 16/2. maddesi gereğince kat ihtarı tebliğ işlemi usulsüz ise süreli; hiç gönderilmemiş veya tebligat yapılmamış ise süresiz şikayete tabi olduğu yönünde uygulama yapılmakta iken İİK 150/ı maddesinde yapılması belirtilen tebligat ilamlı takipte takip şartı kabul edilip, usulsüz yapılan tebligatın yok hükmünde olduğu şikayetinin İİK 16/2 kapsamında süresiz olarak incelenmesi kanaatine varılarak görüş değişikliğine gidilmiştir.

Somut olayda, alacaklı banka tarafından, İzmir 21. İcra Müdürlüğü’nün 2016/6449 Esas sayılı dosyasında kredi alacağına ve limit ipoteğine dayalı olarak kredi borçlusu ve ipotek borçluları aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilamlı icra takibi başlatıldığı, şikayetçi ipotek borçlusu adına çıkarılan kat ihtarının takibe dayanak kredi sözleşmesi ve ipotek senetlerinde yazılı “Hafsa Sultan Mahallesi, 4809. Sokak, No: 9/3 Yunusemre/Manisa” adresinde “Gösterilen adrese gidildi. Muhatabın çarşıda olduğu komşusunun sözlü/imzalı beyanından anlaşıldı. Evrak mahalle muhtarı Hayati Olay imzasına teslim edildi. Örneğe uygun 2 nolu haber kağıdı kapısına yapıştırıldı. Beyanı veren en yakın komşusu isim ve imzadan imtina eden D:1’e haber verildi.” şerhi ile 07.04.2016 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmıştır.

Her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesinin hesap kat ihtarı tebliğ usulsüzlüğü iddiasının süreli şikayet konusu olduğu yönündeki kabulü ve anılan şikayetin süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesi yerinde değil ise de, Bölge Adliye Mahkemesince hesap kat ihtarı tebliğ usulsüzlüğü şikayetinin esasının da incelendiği, hesap kat ihtarının ipotek borçlusunun takibe dayanak kredi sözleşmesi ve ipotek senetlerindeki adresine İİK’nın 68/b maddesine uygun olarak tebliğ edildiği yönündeki tespit ve değerlendirmesinin yerinde olduğu anlaşılmış olup, anılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını zorunlu kılmadığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının düzeltilerek onanması gerekmiştir. 12.HD. 11/06/2024 gün, 2024/1319 Esas, 2024/6142

20 Ekim 2024 Pazar

YARGISAL KOMEDYA

 

Somut olayda; davacı SGK tarafından, Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen itirazın iptali davasının kısmen kabulüne karar verilip bu kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından onanması üzerine Ankara 20. İcra Müdürlüğü'nün 2004/616 esas sayılı dosyasına, 14/03/2007 tarihinde 26.721,38 TL ödeme yapılmıştır. Dayanak karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesince,  görevli yargı yerinin idari yargı olduğu belirtilerek karar bozulmuş, bozmaya uyan mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir. Ankara 3. İdare Mahkemesinde açılan davada ise, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir. Davacı SGK tarafından, icra müdürlüğünden ödemenin iadesi talep edilmiş, buna yönelik muhtıra davalılara gönderilmiştir. Davalılar tarafından, muhtıraya karşı şikayet yoluna başvurulmuş, mahkemece, işlemiş faiz yönünden şikayeti haklı bulunarak muhtıranın işlemiş faize yönelik kısmının iptaline karar verilmiştir.

Soytarının

 Adliye soytarısının yamağı beni listeden mi çıkarttın...


19 Ekim 2024 Cumartesi

Listeden çıkartılmış olmak,

 İmkansız olan bir şeyden son düğümü de kopartıp atmak...

Önemli mi?

Hiç önemli değil...

Varken de yoktun....

Yokken zaten yoksun...

29 Eylül 2024 Pazar

Adliyede iş takibi yapanlar,

 Pek çok adliye çalışanı iş takibi yapıyor...

Unvanı, ne iş yaptığı önemli değil...

Adeletin terazisi ondan eğri.

31 Ağustos 2024 Cumartesi

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI YENİDEN YAZILMALI

 Gazzede yaşananlar göstermiştir ki...

Her şey yahudi propagandasıdır. 

Gerçekten holocaust yaşanmış mıdır şüphelidir...

Hitler, Kavgam'da, parlatılan her türlü düşünce, abartılan her başarının Yahudilere ait olduğunu söylemişti...

Halen öyle değil mi? 

Saçma sapan filmler ödül alıyor...

Saçma kitaplar çok başarılı görünüyor...

Demek ki herşey propagandadan ibaret...

Batı dünyası Gazzede yaşanan soykırımı görmezden gelip Nedenyahu'yu alkışladıklarında batı dünyasının da hikayeden ibaret olduğu anlaşıldı. 

İnsan hakları, demokrasi, süslü bütün laflar ve sözde adalet duyguları...

Herşey sahteydi..

Her şey sadece yahudi söylediğinde doğru...

Herşey sadece onlar anlattığı için hukuki...

Gazze gösterdi ki...

Görünen ya da gösterilenden apayrı bir dünya var...

Hiçbir zaman yahudiler katledilmedi...

Sadece kendilerine uydurma bir vatan oluşturmak için uydurdular herşeyi...

Hitler bir dahiydi...

Yahudiler her türlü krizi fırsata çevirmeye çalışan bir güruhtu...



Kurtuluş Parkı

30 Ağustos 2024 Cuma

Türkiye Cumhuriyeti Devleti

 Bütün Türk düşmanları bilmelidir ki...

Türkiye öyle güçlü bir devlettir ki...

Üç-beş çapulcu ile yıkılmaz, yıkılamaz...

Kurtuluş Savaşı'nı görmediniz hadi, duymadınız mı? 

Fransızdan İngilizden veya bilumum uşaklarından daha mı güçlüsünüz...

Var mı öyle bir ihtimal...

Büyük Türk milleti en zayıf döneminde bunları ve uşaklarını dümdüz etti...

Günümüzde yaşananlardan da mı bir şey öğrenemediniz...

Devletin bekası söz konusu olduğunda Ömer Halisdemir gibi milyonlar olduğunu görmüyor musunuz?



30 Temmuz 2024 Salı

Adliye soytarısı

 Renkli takım elbiseli, 

Adliye soytarısı, 

Bursa şeftalisi...

Kendini çapkın zanneden tacizci dümbük...



28 Haziran 2024 Cuma

Neredesin....

 Yoksun artık hiçbir yerde...

İhtimalinin bile olmayacağı günler de gelecek...

Olmayacaksın hiçbir yerde...

Son karşılaşmamız nerede ne zamandı hatırlamayacaksın bile...


22 Haziran 2024 Cumartesi

Aramızdaki fark...

 Nereden başlasam ki anlatmaya...

Sen birilerinin adamı olduğun için mesleğini buldun...

Birilerinin adamı olduğun için çalıştığın yerdesin...

Birilerinin yancısı...

Birilerinin savunucusu...

Ben ise hiç kimsenin değil...

Adaletin savunucusu olduğum için buradayım...

Hakkım olmayan hiçbirşeyi almadığım için...

Kimseye yan gözle bakmadığım için...

Sen de seni oraya getirenler de beni anlayamaz bu nedenle...

Sen yüksek lisansını da ötesini de birilerinin adamı olduğun için yaptın...

Ben, onları bile sınavla hallettim...

Aldığım hiçbir notta birinin adamı olmadım...

Hukuk fakültesinde de Turizm Otelcilikte de...

Hiçbir zaman hakkım olmayanı almadım...

Sen beni anlayamazsın...

Çünkü aldığın nefes bile birileri istediği için...

En kötüsü....

Çevrendeki arkadaşların bile öyle...

Bu nedenle beni hiç ama hiç anlayamazsın...


18 Haziran 2024 Salı

YAFET DİL TEORİSİ

 Yafet Dil Teorisi, evrensel dil arayışının farklı bir türevi olarak ortaya çıkmıştı. Teori, 18. yüzyılda ortaya atılan Yafet Teorisini “tersinden evrimci” bir tarzda yeniden formüle ediyordu.28 Nikolay Marr, başından beri diller arasında bir köken birliği olduğuna inanıyordu ve çalışmalarını bu nazariyesini doğrulama amacına yöneltmişti. Ona göre insan dilinin doğasında saklı kalan arkaik (fosilimsi) unsurlar, bu tarz bir iz sürmeyi mümkün kılıyordu. Bu iz sürmede “paleontoloji” denen bir metot kullanılıyordu.29 Marr’a göre diller basit tek heceli (Çince) dillerden eklemeli dillere (Türkçe, Moğolca), oradan da çekimli dillere (Rusça) tedrici olarak evrilmişti.30 Teori o dönemin köken arayışında olan bütün teoriler gibi evrim teorisini temel alıyordu. Buna göre insanın ilk türleri sadece el hareketleri ve mimiklerle anlaşıyorlardı. Zamanla konuşma organları gelişti ve sese dayalı anlaşma, yani konuşma ortaya çıktı. Konuşmaya dayalı anlaşma, yani “sözel dil” (zvukovıy yazık), zamanla dili ve onun sistemini ortaya çıkardı.31 Dil, önce Çincedeki gibi tek heceli ve çok anlamlı basit kelimelerden oluşuyordu; sonra Fin-Ugor ve Türk-Tatar-Moğol gibi eklemeli diller ortaya çıktı. Yafet dili ise bu ilk evrim sürecinde son olarak ortaya çıkan en mütekâmil dil idi

Sovyetler Birliğinde Dil Politikası, Mehmet Uzman, 


Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 22, Sayı: 88, Güz 2017, ss. 41-56

2 Haziran 2024 Pazar

KOLEJ MATEMATİK

 Kolej matematiğe neden öğrenci kaydedilmez?

1-Öğretim kadrosu asla nitelikli değildir. Matematik öğretmeni son bir ay derse girmemiştir. 2-Muhatap bulmak imkansızdır. 3-Süpriz ödemelerle karşılaşırsınız. 4- Kıyafet zorunluluğu, zorunlu kantinde yemek yeme gibi sorunlar öğrenimin önüne geçmiştir. 5-Yapmadıkları müzik, beden eğitimi gibi eğitimler nedeniyle sürekli müfettiş incelemesine tabi tutulur. 6- Kariyer günleri yoktur. 7-Hiç beklemediğiniz bir zamanda aranıp alakasız bir konu ile rahatsız edilirsiniz. 8- Rehberlik hizmeti sıfırın altındadır. 9- Öğrenci kalitesi öğretmen kalitesi gibidir. 10-Dava açmak ve savcılığa gitmek zorunda kalabileceğiniz olaylar yaşayabilirsiniz. 11- Güvenilmez.

1 Haziran 2024 Cumartesi

Şişman antep soytası

Soytarının kankası...

Kendini allamei cihan zanneden kibir abidesi ve antep soytarısı...

Bursa şeftalisi oğlan çocuğu...


17 Mayıs 2024 Cuma

dayanamıyorum...

 Sadece sabrediyorum...

Sensiz zamana alışmalıyım...

Sesinin olmadığı zamana...

O köşeden çıkmadığın...

O ışığın yanmadığı zamana...

Sadece sabır...

Sabrediyorum...

14 Mayıs 2024 Salı

Yine

 yeniden...

Sen...

Ah sen...

Yıktın geçtin..

yine...

Bilerek yapıyorsun...

Acımıyorsun...

Ah sen...

11 Mayıs 2024 Cumartesi

JAPONYA'DA KARŞILAŞTIĞIM ÇOK ŞAŞIRTAN VE İMRENDİREN OLAY! TÜRKİYE TAKSİCİLERİ (!)

YORUMSUZ-DOĞAN SOYASLAN

 

Asıl konumuza dönersek genel hükümlerin birçok maddesi Alman kanu­nundan aktarmadır. Meslektaşlarımız başka kanun görmedikleri ve iyi kötü yerleşen Türk hukukunu yıkmak istedikleri için Alman Kanunundan hüküm­ler aldılar. Böylece kanun nüfuz alanları arttığı için Almanları mutlu ettiler. -Alman bilim adamları mutluluklarını ifade ettiler- ancak biz Türkler seksen yıllık birikimimizi ve uygulamamızı ve hukuk güvenliğimizi kaybettik. İçti­hatlarımız yok oldu. Hâkimin takdir yetkisi çok genişletildi. Böylece kanuni­lik ilkesi ortadan kalktı. Deneyimli hâkimlerimiz bilgi birikimlerini kaybetti. Çalakalem kanun yapıldı. Olmaz ise değiştiririz dendi. Her gün kanun değiş­tirirsen mahkemelerin yükü azalır mı? Hukuk güvenliği olur mu? Meğer ne kadar kolaymış kanun yapmak. DÖNMEZER ile bazen bir kelime için bir saat tartışılırdı. Mecliste kanun yapmanın çok kolay olduğuna tanık oldum.

Seksen yıllık birikimin bir tarafa atılıp Alman Ceza Kanunun genel hü­kümlerinin tercüme edilerek (ya da hazır tercümeden) alınması yaratıcı hu­kuki düşüncemizin de olmadığının ifadesidir. Özel hükümler zarar (fiil) esasına genel hükümler failin niyeti (fail) esasına dayanan bir kanunumuz oldu. Yani motoru Türkiye şartlarına adapte olmuş Tofaş, kaportası Wolkswagen marka bir aracımız var.

Bu aracın böyle olmasının sebebi 1970’11 yıllardan itibaren Alman dev­letinin Türklere verdiği burslar ve önemli bir Türk nüfusun Almanya’da çalışmasıdır. Alman devleti verdiği burslar sayesinde kültürel etkinliğini ceza hukuku alanında da artırmıştır.

Almanya’da burslu olarak eğitim yapan ceza hukukçuları 2005 yılma kadar sübjektif gözlükle (fail esasına dayanan) zarar esasına dayanan kanu­nu yorumladılar. 2005’den sonra daha rahat ettiler. Ama biz hukuk güvenli­ğimizi kaybettik.

Eğer gelecekte bir başka devlet verdiği burslarla öğretim üyeleri üzerin­de etkinlik kurar ise yeni bir hukuk düzeninin etkisi altına gireceğimiz kesin olacaktır. Bunun anlamı özgür düşünce yaratamayacağımız ve hukuk kimli­ğimizin olmayacağıdır.

Aslında ceza mevzuatının bu hale gelmesinde ve hukuk güvenliğinin or­tadan kalkmasının temelinde iktidara gelen, milletten vekâleti alan kimsenin herşeyi yapabileceği zihniyetidir. Sorun buradadır. Bizim meslektaşlar bu düşünceyi eyleme geçirmişlerdir.

bu da koca üzülmez! nasıl bir indirim koca/üzülmez? Ne indirimi bu iyi hal mi haksızlık yanılgısı indirimi mi?

 

Bu konuda ileri sürülen diğer bir görüş ise katı kusur teorisidir (die strenge schuldtheorie'). Katı kusur teorisi, kastı kaldıran hatayı suçun kanuni tarifindeki maddi unsurlarla sınırlı bir şekilde anlamakta, hukuka aykırılıkla ilgili hata hal­lerini ise haksızlık yanılgısı kapsamında değerlendirmektedir[1]. Dolayısıyla bu görüşe taraftar olan yazarlar, bir hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarında düşülen hatayı, yasak hatasına ilişkin kurallara göre ele almaktadırlar. Bu du­rumda işlenen fiil bakımından failin kastı bulunmakta ve şayet failin hatası ka- çınılabilir bir hata ise işlediği kasti suçtan cezalandırılmaktadır. Ancak failin cezasında alt sınıra kadar indirime gidilmesi mümkündür

Eveleyip gevelemek

 Failin, hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında yanılgıya düşmesinde kusuru var ise dikkat ve özen yükümlülüğüne uygun hareket etse idi hataya düşmeyecek idiyse, kaçınılabilir bir yanılmanın varlığından bahsedilecektir.156 Başka bir anlatımla, failin “somut olayın durumuna, bilgi ve yaşam deneyimlerine göre yanılgıya düşmemek için gerekli bilgiyi elde etmek konusunda herhangi bir çaba gösterip göstermediği”157 göz önüne alınmalı ve yanılgısının kaçınılmaz olup olmadığı belirlenmelidir. Bu değerlendirme sonucunda failin, hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında yanılgıya düşmesinde kusuru yok ise diğer bir deyişle yanılgısı kaçınılmaz ise hukuka uygunluk nedeninden yararlanır.


Taksir sorumluluğuna yer vermemiş eksik cümle...

Bu da başka bir akademik, soygun adında suç mu var Türk Ceza Kanununda,

 Issız ve soygunların yapıldığı bir yerde, karanlıkta bir kişinin kendisine koştuğunu gören failin, saldırıya uğradığını sanarak etkin eylemde bulunması veya kişiyi öldürmesi durumu örnek olarak verilebilir.155 Bu durumda, TCK m.30/3’te yer alan düzenleme uygulama alanı bulacak ve fail, hukuka uygunluk nedenlerine ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hata içinde ise bu hatasından istifade edecektir.

10 Mayıs 2024 Cuma

Dikkat ve özen zaten taksirde ölçüttür. Bu nasıl bir kitap?

 

Bu yanılgının kaçımlabilir olup olmadığının tayini, taksirle işlenen haksızlıklar açısından söz konusu olan dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâline ilişkin öl­çütler doğrultusunda yapılacaktır.

İzzet özgenç çelişkileri-00

 Hukuken geçerli rızanın arandığı durumlarda rıza beyanında bulunan kişinin algılama yeteneğini haiz olduğu, yani beyan ettiği rızanın hukuki sonuçlarını kavrama yeteneğinin gelişmiş olduğu hususunda yanılgıya düşülmesi halinde; işlenen suç açısından artık kastın varlığından bahsedilemez. 


Yine hukuka uygunluk nedeni ile kastın varlığını birleştirdi ve yine kendi tezini çürüttü İzzet Özgenç...

Türkçe hatası

 Buna karşılık, işlediği fiil açısından bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şart­ları objektif olarak gerçekleşmiş olmasına rağmen, fail bu şartların gerçekleşmiş olduğunun farkında değildir. Bu durumda, her ne kadar bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartları objektif olarak gerçekleşmiş ise de; faili, kanaatimizce, işlediği fiilin ilişkin olduğu suça teşebbüsten dolayı sorumlu tutmak gerekir. Zira, böyle bir durumda objektif olarak hukuka uygunluk sebebi mevcuttur.

İzzet Özgenç'in çelişkili dünyası...

 Hukuka uygunluk nedenlerinin, maddi unsurunda hata halinde kasıt yoktur diyen izzet hoca, başladığımız yere dönüyoruz:

hukuka uygunluk nedeni diye bir suç unsuru yoktur.
hukuka uygunluk nedenleri, kastın içinde değerlendirilmelidir.
bu sözünle kendi tezinle çelişiyorsun...
Kendinle birlikte, olmayan unsurdan konular çıkartıp makale yazan az da olsa akademisyenin de başını sağlam ağrıttın...




bir de unutmadan:
türkçe'de kast yok: kasıt var; ayırıcımcılık yok; ayrımcılık var...

Nasıl yani, alman hukuku sorunu bizim için mi çözmüş? Yapmayın...Bu doktrin değil ve olamaz...Almanca'dan her çevirdiğiniz hukuk değil...

 Bu gerçek hayat da değil...Bunu biliyor olmak da kimseye birşey kazandırmaz...

Hata, sanığın beyanlarından belirleniyor...

Soyut bir beyanla yola çıkılıyor yani

Soyut beyanın üzerine, somutlaştırılmaya çalışılan kavramlar çok komik kalıyor...

Saçma...

Çok ama çok saçma...


Hukuka uygunluk nedenlerinde hata konusunu alt başlıklara ayırmak suretiyle incelediğimizde, öğretide en tartışmalı alanın hukuka uygunluk nedenler൴n൴n madd൴ koşullarında hata konusunda olduğunu görmektey൴z. Bu konu Alman Ceza Hukukunda hüküm bulunmaması nedeniyle t൴p൴kl൴ktek൴ unsur hatası hükümler൴n൴n kıyasen uygulanması suret൴yle çözüme kavuşturulmuştur. 

Hukuka uygunluk sebeplerinin maddi unsurlarında hata kastı kaldırır.

 

Bu kadar basit bir cümleyi, dünyanın en saçma sözcükleriyle ifade etmek...

Bravo sana...

Ancak bu tezin bile suyun üstüne yazı yazmak...

Dünyadan haberin yok..

Hatanın varlığı ya da yokluğu, sanığın beyanıyla belirleniyor...

Hakim somut olaydaki şartları değerlendirerek kabul ya da reddediyor. 

Sonuç olarak soyut/gözle görülemeyen bir değerlendirme bu...

Hukuka uygunluk sebepleri de suçun unsurları arasında sen senin gibi bir kaç -kahır ekseriyet asla değil- kişinin uydurması bir kavram...

Uyduruk bir kavramın, maddi unsurlarında soyut bir şey aramak!

Dünyanın en saçma kitabından dünyanın en saçma sözlerinden biri daha;

 Bu iti­barla; işlenen fiille alâkalı olarak bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartları konusunda yanılgıya düşülmesi halinde; failin bu fiile ilişkin kastının olmadığı ve dolayısıyla; meselenin, kusur kapsamında değil, suçun manevi unsuru yani hak­sızlık kapsamında mütalâa edilmesi gerektiği sonucuna ulaşmaktayız. 


Kusur denilince herkesin aklına kasıt-taksir geliyor. Kusur kavramını nasıl manevi unsurdan ayrıymış gibi değerlendiriyorsun?

9 Mayıs 2024 Perşembe

İzzet; ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz

 Öğrenciliğimizde, sınav sonuçlarını değerlendirirken ne kadar adil olmadığını yaşayarak/yaşatarak gösterdin...

Ne yazık ki hukuk dersi anlatıyorsun...


Açılın! Kısaca ifade ediyor; bu nedenle, bu itibarla, buna karşılık dolayısıyla kullanımını öğrenelim!

 Kısaca ifade edecek olursak; haksızlık yanılgısı bir değerlendirme yanılgısından ibarettir. Bu itibarla, haksızlık yanılgısı işlenen fiile ilişkin kastın varlığı üzerinde bir etki icra etmez. Buna karşılık; bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında yanılgıya düşülmesi halinde; işlenen fiilin esasta bir haksızlık teşkil ettiği bilinmektedir. Fakat, işlenen fiili müşahhas olayda hukuka aykırı ol­maktan çıkaran bir maddi sebebin varlığı hususunda yanılgıya düşülmektedir. Dolayısıyla, burada söz konusu olan yanılgı, bir maddi vakıaya ilişkindir. Bu iti­barla; işlenen fiille alâkalı olarak bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartları konusunda yanılgıya düşülmesi halinde; failin bu fiile ilişkin kastının olmadığı ve dolayısıyla; meselenin, kusur kapsamında değil, suçun manevi unsuru yani hak­sızlık kapsamında mütalâa edilmesi gerektiği sonucuna ulaşmaktayız

İzzet Özgenç; Türkçe'de kast diye birşey yok! Doğrusu kasıt

 

Kusur teorisine mensup yazarlardan bazıları, işlenen fiilin haksızlık teşkil ettiği hususundaki yanılgı gibi, bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında ya­nılgıya düşülmesi halinde dahi, bu haksızlık yanılgısının mevcut olduğu fikrin­dedirler. Bu durumda, işlenen suç açısından kast varlığını devam ettirmekte ve mesele haksızlık yanılgısına ilişkin açıklamalar doğrultusunda çözümlenmekte­dir[1]: katı kusur teorisi.



[1]     WELZEL, Hans: Die Regelung von Vorsatz und Irrtum im Strafrecht als legislatorisches Prob­lem, in ZStW 67(1955), sh. 208 vd.; aynı yazar, Lehrbuch( 11), sh. 164 vd.; NIESE, Wemer: Der Irrtum iiber Rechtfertigungsgründe, in: DRiZ 1953, sh. 20; KAUFMANN, Armin: Tatbestandseinschrânkung und Rechtfertigung, in: JZ 1955, sh. 37; HIRSCH, Negative Tatbestandsmerkmale, sh. 314 vd.; BOCKELMANN, Allgemeiner Teil(3), sh. 129; SCHROEDER, LK(10), § 16, kn. 49, 52; ayrıca bkz. MAURACH/GÖSSEL/ZIPF II, sh. 98/99.

hukuka uygunluk sebeplerinin maddi unsurlarında hata! Bir tane mantıklı cümle yok...Atıf yapılan kaynakların tamamı eski...

 Bilişim çağının bu kadar geliştiği ve tek tük yayınların bulunduğu antik çağ kaynaklarına atıfla oluşturulan cümle dizisi. Hangi suçu açıklamak için kullanılıyor bu kavramlar? Pratik bir önemi var mı? Bu görüşleri savunan Alman yazarlara karşı yeni Alman yazarlar ne diyor? Alman yazarlar sana atıf yapıyor mu? 

Son üç ay içerisinde yapay zeka teknolojisi o kadar gelişti ki...Hata teoremlerinizin makine öğrenmesini karşılama ihtimali var mı? 


İşlediği fiille ilgili olarak hukuka aykırılık vasfını ortadan kaldıran bir sebebin somut olayda varlığı durumunda, fail bu hukuka uygunluk sebebinin maddi şart­larının gerçekleştiğinin de bilincinde olmalıdır.

Meselâ, a) Meşru müdafaada; müdafaa amacının mevcut olması gerekir (m. 25, f. 1). b) Savunma dokunulmazlığında; mahiyet itibarıyla hakareti mutazammın sözlerin, savunma hakkını kullanmak maksadıyla sarfedilmesi gerekir (m. 128).

Kişi işlediği fiilin esasta bir haksızlık teşkil ettiğinin bilincindedir. Ancak somut olayda hukuka uygunluk sebeplerinden birinin maddi şartlarının gerçekleştiği husu­sunda yanılgıya düşmüştür. İşlenen fiilin esasta bir haksızlık teşkil ettiği bilindiği için, suçun kanunî tarifinin ikaz, uyan fonksiyonu786 gerçekleşmiştir. Fakat, fail, müşahhas olayda bir hukuka uygunluk sebebinin şartlannın gerçekleştiğini zannet­miştir[1]. Hukuka uygunluk sebeplerinin “objektif’ olduğu, yani kişinin icra ettiği fiil açısından hukuka uygunluk sebeplerinden birinin şartlarının gerçekleştiği husu­sunda kural olarak bilgi sahibi olmasına gerek olmadığı görüşünün terkedilmesi karşısında; hukuka uygunluk sebeplerinin maddi şartlarına ilişkin bilginin hangi bağlamda incelenmesi gerektiği doktrinde tartışma konusu olmuştur.

Bu konudaki görüşlerin başında “suçun olumsuz unsurları teorisi”™ gelmekte­dir. Bu görüşe göre, suçun kanunî tarifinin fonksiyonu, sadece suça ilişkin mad­di ve manevi unsurların belirlenmesinden ibaret değildir. Bu tarif, aynı zamanda fiilin hukuka aykırılık teşkil ettiği hususundaki bütün unsurları da kapsamakta­dır. Bu suretle, bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartları, suçun olumsuz unsurları olarak mütalâa edilmektedirler. Ancak bu unsurların gerçekleşmemesi halinde işlenen fiil, hukuka aykırılık vasfını haiz olacaktır[2] [3]. Bu itibarla, işlenen suç açısından hukuka uygunluk sebeplerinden birinin şartlarının gerçekleşmedi­ği hususundaki bilgi, kasta dahil edilmektedir[4]. Hukuka uygunluk sebebinin şartlarında yanılgı, suçun unsurlarındaki yanılgı (unsur yanılgısı) ile aynı mua­meleye tabi tutulmuş olacaktır[5].

Kusur teorisine mensup yazarlardan bazıları, işlenen fiilin haksızlık teşkil ettiği hususundaki yanılgı gibi, bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında ya­nılgıya düşülmesi halinde dahi, bu haksızlık yanılgısının mevcut olduğu fikrin­dedirler. Bu durumda, işlenen suç açısından kast varlığını devam ettirmekte ve mesele haksızlık yanılgısına ilişkin açıklamalar doğrultusunda çözümlenmekte­dir[6]: katı kusur teorisi.

Doktrinde çoğu yazarlar, esas itibarıyla kusur teorisini benimsemekle beraber, bir hukuka uygunluk sebebinin şartlarının varlığı hususunda yanılgıya düşülme­si halinde; “suçun olumsuz unsurları teorisi” gibi, kastın varlığından bahsedil­meyeceği görüşündedirler. Bu durumda mesele unsur yanılgısına ilişkin kurallar doğrultusunda çözümlenecektir[7]. Yani, bu yanılgı halinde artık kastın varlığın­dan bahsedilmeyecek ve dolayısıyla, bu durumda suça şerik olarak iştirak mümkün olmayacaktır: “sınırlı kusur teorisi".

Kanaatimizce bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında yanılgıya dü­şülmesini, işlenen fiilin haksızlık teşkil ettiği hususundaki yanılgı ile karıştırma­mak gerekir. Haksızlık yanılgısının söz konusu olduğu hallerde işlenen fiilin maddi oluşumuna ilişkin bütün hususlar bilinmektedir. Fakat bu fiilin toplumda geçerli değerler sistemi açısından bir haksızlık teşkil ettiği hususunda yanılgıya düşülmektedir. Kısaca ifade edecek olursak; haksızlık yanılgısı bir değerlendirme yanılgısından ibarettir. Bu itibarla, haksızlık yanılgısı işlenen fiile ilişkin kastın varlığı üzerinde bir etki icra etmez. Buna karşılık; bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında yanılgıya düşülmesi halinde; işlenen fiilin esasta bir haksızlık teşkil ettiği bilinmektedir. Fakat, işlenen fiili müşahhas olayda hukuka aykırı ol­maktan çıkaran bir maddi sebebin varlığı hususunda yanılgıya düşülmektedir. Dolayısıyla, burada söz konusu olan yanılgı, bir maddi vakıaya ilişkindir. Bu iti­barla; işlenen fiille alâkalı olarak bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartları konusunda yanılgıya düşülmesi halinde; failin bu fiile ilişkin kastının olmadığı ve dolayısıyla; meselenin, kusur kapsamında değil, suçun manevi unsuru yani hak­sızlık kapsamında mütalâa edilmesi gerektiği sonucuna ulaşmaktayız[8],[9].

Bu itibarla, işlediği fiil açısından bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartları esasen gerçekleşmediği halde, bu şartların gerçekleştiği zannıyla hareket eden kişinin işlediği suç açısından kastının varlığından bahsedilemez796,797,798.



[1]     Bu durumda, esasen mevcut bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında yanılgı söz konusudur. Buna karşılık, bir hukuka uygunluk sebebinin bizzat varlığı konusundaki yanılgı, haksızlık yanılgısı kapsamında mütalâa edilmelidir (benzer bir değerlendirme için bkz. DÖNMEZER/ERMAN II, no. 699). Meselâ yakalandığı hastalığın verdiği acı ve ızdıraba da­yanamayan kişinin ısrarlı talepleri karşısında, ölümünü çabuklaştırıcı ve kolaylaştırıcı bir mü­dahalede bulunan tabip, bu müdahalenin hukuka uygun olduğu kanaatıyla hareket etmiş olabi­lir. Bu durumda ancak bir hukuka uygunluk sebebinin bizzat varlığı hususunda bir yanılgıdan söz edilebilir. Bu itibarla, bu iki yanılgı biçimini birbirine karıştırmamak gerekir.

Buna göre; bir kamu görevlisinin yeni yıl veya bir bayram münasebetiyle kendisine verilen hediyeleri kabul etmesinin hukuka aykırı bir yönünün olmadığını zannetmesi, bu kabulü teamülen normal addetmesi; yine bir haksızlık yanılgısı olarak mütalâa edilmelidir.

Bir başkasındaki alacağını kanunî yollardan bir türlü tahsil etme imkânı bulamayan şahıs, fırsatını bulduğu bir anda bu kişiden alacağını zorla tahsil etmesi halinde, alacağını tahsile imkân sağlamak amacıyla ve tahsile imkân sağlayacak ölçüde zor kullanmanın hukuka uygun olduğu kanaatiyle hareket etmiş olabilir.

Sanık olarak mahkemede yargılanan kişinin müdafiliğini üstlenmiş olan avukat, sanığın sus­masının ve hatta yalan söylemesinin bir “hak” olduğu inancıyla, sanık olan şahsa kendisine isnad edilen suç vakıasına ilişkin olarak mahkeme önünde bir açıklamada bulunmamayı telkin etmesi halinde; bir haksızlık yanılgısına düşmüş kabul edilmelidir.

[2]     Die Lehre von den negativen Tatbestandsmerkmalen.

[3]     KAUFMANN, Arthur: Zur Lehre von den negativen Tatbestandsmerkmalen, in: JZ 1954, sh. 653; aynı yazar: Tatbestand, Rechtfertigungsgründe ımd Irrtum, in: JZ 1956, sh. 353, 393; ROXIN, Offene Tatbestaende, sh. 174 vd.; aynı yazar, Kriminalpolitik, sh. 25, dn. 56; aynı yazar, ZStW 76(1964), sh. 582, 599; SAMSON, Systematischer Kommentar, Vorbem. vor § 32, kn. 9; TOROSLU, Ceza Hukuku, sh. 55 vd. Genel bilgi için bkz. HIRSCH, Hans Joachim: Die Lehre von den negativen Tatbestandsmerkmalen. Der Irrtum über einen Rechtfertigungsgrund, 1960, sh. 21 vd.

[4]     Arth. KAUFMANN, JZ 1954, sh. 653; aynı yazar, JZ 1956, sh. 353, aynı yazar: Der Irrtum im Strafgesetz-Entwurf 1962, in: ZStW 76(1964), sh. 543, 564 vd.; ROXfN, ZStW 76(1964), sh. 582, 599; BAUMANN/WEBER/MITSCH, § 21, kn. 40.

[5]     Bkz. ÖZGENÇ, Suçun Yapısında Kusur, sh. 88 vd.

[6]     WELZEL, Hans: Die Regelung von Vorsatz und Irrtum im Strafrecht als legislatorisches Prob­lem, in ZStW 67(1955), sh. 208 vd.; aynı yazar, Lehrbuch( 11), sh. 164 vd.; NIESE, Wemer: Der Irrtum iiber Rechtfertigungsgründe, in: DRiZ 1953, sh. 20; KAUFMANN, Armin: Tatbestandseinschrânkung und Rechtfertigung, in: JZ 1955, sh. 37; HIRSCH, Negative Tatbestandsmerkmale, sh. 314 vd.; BOCKELMANN, Allgemeiner Teil(3), sh. 129; SCHROEDER, LK(10), § 16, kn. 49, 52; ayrıca bkz. MAURACH/GÖSSEL/ZIPF II, sh. 98/99.

[7]     GALLAS, Beitraege, sh. 56, dn. 89; STRATENWERTH, Allgemeiner Teil, kn. 503; CRAMER, Schönke/Schröder(23), § 16, kn. 14; LENCKNER, Schönke/Schröder(23), Vorbem. vor § 13, kn. 18; RUDOLPHI, Systematischer Kommentar, § 16, kn. 12. Aynı görü­şün değişik ve bazı noktalarda farklı dimansiyonu için bkz. JESCHECK, Lehrbuch(4), sh. 418/419.

[8]     ÖZGENÇ, Suçun Yapısında Kusur, sh. 90/91.

[9]    Bir hukuka uygunluk sebebinin objektif olarak gerçekleşmesinin esas itibarıyla yeterli olduğu fikrini benimseyen Dönmezer/Erman, bir hukuka uygunluk sebebinin şartları konusundaki yanılgının “esaslı” olup olmamasına göre bir ayırım yapmaktadır. Buna göre; “eğer fail ya­nılmamış, yani şartlarının gerçekleştiğini zannettiği hukuka uygunluk sebebi fiilen gerçekleş­miş olsa idi, fiil hukuka uygun sayılacak idiyse, yanılma esaslıdır; buna karşılık failin gerçek­leştiği kanaatmda bulunduğu şartlar bilfiil gerçekleşmiş olsa da, ortada hukuka uygunluk se­bebi bulunmıyacak idi ise, yanılma esaslı değildir, fiil hukuka aykırı olmakta devam eder.” (DÖNMEZER/ERMAN II, no. 699). Ancak, Dönmezer/Erman’a göre, bu “esaslı” yanılgının kaçınılabilir (yazarların ifadesiyle, kusurlu) olması halinde dahi, Türk Ceza Kanunu’nda İtal­yan Ceza Kanunu’nun 59. maddesinin son fıkrasına benzeyen bir hüküm bulunmaması dola­yısıyla, işlenen “fiili hukuka aykırı saymak mümkün değildir”. (1931 İtalyan Ceza Kanu-


8 Mayıs 2024 Çarşamba

Hukuka uygunluk nedenleri elde edilir mi?

 

Bu nedenle, özel hukuk veya kamu hukukundan elde edilen ya­zılı veya yazılı olmayan hukuka uygunluk nedenleri, doğrudan doğruya ceza hukuku alanında da uygulanacağı gibi, tamamen ceza hukuku alanından kay­naklanan bir hukuka uygunluk nedeni de bütün hukuk dalları açısından hukuka uygunluk etkisini doğuracaktır[1].



[1]     JESCHECK/WEIGEND, sh. 327.

Uydurdum oldu: hukuk düzeninin birliği ilkesi!

 Hukuk düzeninin birliği ilkesinin gereği olarak, yazılı olsun veya olmasın, bütün hukuka uygunluk nedenlerinin, hukuk düzeninin bütününden ortaya çıkarılması gerekmektedir.

Türkçe kullanamama sorunu...Saçma sözcükleri bir arada kullanma sanatı...TCK hazırladı...

 

Bir haksızlık olarak tezahür eden fiilin bir vasfı, hukuka aykırı olmasıdır. Hu­kuka aykırılık, işlenen fiilin hukuk düzenince tecviz edilmediğinin, mübah sa­yamadığının bir ifadesidir[1] [2]. Hukuka aykırılığın muhtevasını davranış normla­rı^ tayin eder.



[1]     DÖNMEZER/ERMAN II, no. 665; KUNTER, Kanunî Unsurlar, sh. 111 vd.; ALACAKAP- TAN, Suçun Unsurları, sh. 81; ÖZTÜRK, Ceza Hukuku, sh. 165.

[2]     Bu kavramın karşılığı olarak “uygarlık kuralları”, “uygarlık normları”, “kültür normları” gibi ifadeler kullanılmaktadır (KUNTER, Suçun Maddi Unsurları, sh. 86; DÖNMEZER/ERMAN II, no. 665, dn. 5; EREM, Genel Hükümler[8], sh. 35).

Uyan ceza akademiği, Türkçe'de kast diye bir sözcük yok! Bu kadar basit bir cümleyi yazamıyorsan kitap yazma!

 Failin korkak veya evhamlı olması nedeniyle, bir hukuka uygunluk ne­deninin koşullarında hataya düşmesi halinde, failin bu yanılgısı haklı gö- rülmüyorsa onu bu hukuka uygunluk nedeninden yararlandırmak mümkün değildir. Çünkü, failin yanılgısı taksirli olmakla birlikte, hareketi kastlıdır.

aklımda-

 sın

TIBBİ ETİK