10 Nisan 2020 Cuma

Bulaşıcı Hastalıklara İlişkin Tedbirlere Aykırı Davranma


BULAŞICI HASTALIKLARA İLİŞKİN TEDBİRLERE
AYKIRI DAVRANMA
MADDE 195. - [1] Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Sulh Ceza)
MADDE 195.– Maddede, bulaşıcı hastalıklara yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş bulunan kimselerin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uyulmaması, suç olarak tanımlanmıştır. Böylece kamu sağlığının korunması amacı güdülmektedir.
I. GENEL OLARAK
Çin’in Wuhan kentinde başlayan ve ilk olarak 31 Aralık 2019 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü resmi bürosuna bildirilen koronavirüs salgını, Dünya Sağlık Örgütü tarafından, Kamu Sağlığını Acil İlgilendiren konu olarak ilan edildi. Uluslararası toplumdan, zayıf sağlık sistemlerinin korunması için 675 milyon dolarlık destek talep edildi. 11 Şubat 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü yeni koronavirüs hastalığını, COVID-19 olarak tanımladı ve Dünya Sağlık Örgütü, bu salgınla ilgili olarak günlük raporlar hazırlamaya ve basın açıklamaları düzenlemeye başladı. Örgüt adına düzenli açıklamalarda bulunan Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, G20 zirvesinden:
i-) Hayati mesele olduğu gözetilerek savaşılması,
ii-) Ancak birlikte hareket edildiği takdirde bununla başedilebileceği,
iii-) Böylesi bir durumun tekrar yaşanmaması için küresel bir hareketin başlatılması çağrısında bulundu.[1]
Türkiye’de ilk koronavirüs vakası 11 Mart 2020 tarihinde belirlendi. Vaka sayısı her geçen gün katlanarak artmakta, herkesin bulaşma konusunda dikkatli olması çeşitli şekillerle duyurulmaktadır.
Bütün bu olağanüstü koşullar altında, pek çok araştırmacı konuyla ilgili ayrılan devasa bütçelerle hastalığın tedavi ve önlenmesi konularında çalışmalar yürütmektedir. Türkiye de bu çalışmalara katılmaktadır.
En önemli dünya gündemi niteliğindeki pandemi krizinin çözümlenmesinde bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere uyma önem kazanmaktadır. Bu nedenlerle TCK m. 195 hükümlerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun (UHK), m. 3/1’inci fıkrası 3’üncü bendi gereğince bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkmasını engelleme görevi Sağlık Bakanlığı’na verilmiştir. Aynı zamanda yine UHK’nun m. 20/1’ fıkrası gereğince belediyeler de sağlığın korunması ve sağlık konusunda alınacak tedbirler konusunda yetkilendirilmiştir. Bu maddede ayrıca atıkların toplanması ve yok edilmesi, meskenlerin sıhhi durumları, umumi yerlerde halk sağlığına zarar veren etkenleri ortadan kaldırma, bulaşıcı hastalıklarla mücadele işlerine yardım konularında da belediyeler yetkilendirilmiştir. Kanunun 29’uncu maddesinde Hudutlar ve Sahiller Genel Müdürlüğü, uluslararası seferler ve ticaret nedenleriyle gerçekleşebilecek salgın hastalıklara karşı sınır ve sahilleri korumakla görevlidir.
1593 sayılı UHK’nun İkinci Babı’nda m. 29-127 salgın hastalıklarla mücadeleye ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
UHK’nun 284’üncü maddesi gereğince, UHK’nun 66 ve 67’nci maddelerinde belirtildiği üzere, yetkili memurlara muhalefet halinde de TCK m. 195 hükmü uygulanacaktır. UHK m. 66, bulaşıcı hastalıkların doktor ve diğer sağlık görevlilerince araştırılmasına ilişkindir. Bu yönde bir ihbarı alan hükümet ya da belediye doktorları gereken araştırmayı yapacak ve bu tahkikatı yapmak konusunda devletin kolluk gücünden yararlanabilecektir. UHK’nun 284’üncü maddesinde yalnız UHK’nun 66 ve 67’nci maddelerinden bahsedilmiş olması TCK m. 2’de düzenlenen kanunilik ilkesi açısından sorunludur. Çünkü UHK m. 66, UHK m. 65’i tamamlayan bir hükümdür. UHK m. 65 gereken tahkikatın yapılacağı ve bu tahkikat sırasında kolluk görevlilerinin gereken yardımı sağlaması gerektiğini düzenlemiş iken, UHK m. 66, böyle bir hastalığın ihbarının bulunmadığı hallerde gereken tahkikatın yapılabileceği, hususunu düzenlemektedir.
UHK m. 67 ise, UHK’nun 57’nci maddesinde belirtilen hastalıkların tespiti için, doktorların hastanın yanına girmeye ve hastayı ve durumun özelliklerine göre evde bulunan diğer kişileri muayeneye ve hastalığın seyri hakkında bilgi almaya yetkili olduklarını, bu hükümlere aykırı davrananların cezalandırılacağını düzenlemektedir.
Görüleceği üzere her iki maddede bulaşıcı hastalıkların tespitine ilişkin olup, tedavisine ya da karantinaya ilişkin herhangi bir hüküm içermemektedir. Ayrıca UHK m. 67; UHK m. 57’ye yaptığı atıfla ancak bu maddede belirtilen hastalıklarla ilgili tespit ve bilgi almaya karşı davranışları cezalandırabilir olması nedeniyle de oldukça sınırlı bir maddedir.
BULAŞICI HASTALIKLARLA İLGİLİ TEDBİRLER:
Tedbirleri genel olarak etkenle karşılaşmadan önce alınan koruyu önlemler ve etkenle karşılaşıp hastalık belirtileri öncesi ve hastalık sonrası hastalığın vücuttan atılmasına yönelik önlemler olarak ayırmak mümkündür. Bu önlemleri birincil ve ikincil önlemler olarak da sınıflandırmak mümkündür.
Birincil önlemler:
i-) Sağlık eğitimi,
ii-) Kişisel hijyen,
iii-) Sosyo-ekonomik gelişimin sağlanması,
iv-) Stresin önlenmesi,
v-) Düzenli tıbbi muayene,
vi-)Aile ve cinsel sağlık,
vii-) Sağlık mevzuatının gözden geçirilmesi,
viii-) Enfeksiyon kontrol programı,
ix-) Araştırma yürütülmesi,
x-) Ev ve hastane tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi;
xi-) Aktif-pasif bağışıklama,
xii-) Aşılama,
xiii-) İlaçla tedavi (Kemoproflaksi),
xiv-) Temizliğin sağlanması,
xv-) Atıkların kontrolü,
xvi-) Kemirgen ve böceklerin kontrolü,
xvii-) Ev ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi,
xviii-) Hastane enfeksiyonlarının kontrolü.
İkincil önlemler ise:
1-) Vaka kontrolü,
2-) Temaslı kontrolü,
3-) Çevre kontrolü,
4-) Sağlık eğitimi olarak sınıflandırılabilir.

Öte yandan bulaşıcı hastalıklar açısından, bulaşma riskinin ve hastalıkların azaltılmasına yönelik tedbirler de alınmalıdır.
AZALTMA TEDBİRLERİ
Azaltma tedbirleri:
i-) Bağışıklama ve profilaksi ile temaslar arasında yatkınlığı azaltmak,
ii-) İzolasyon ve karantina ile temasların sayısını azaltmak,
iii-) Erken teşhis ve tedavi ile enfeksiyon dönemini kısaltmak şeklinde gerçekleşir.[2]
II. ACİL DURUMLARA İLİŞKİN FARKLI ÜLKE UYGULAMALARI
1-) Genel Olarak
Bütün ülkeler, virüsler, teknolojik felaketler veya virüslerin kötü niyetli olarak yayılması nedeniyle oluşan hastalıklar, kimyasal ve biyolojik silahların terörizm amaçlarıyla kullanılması gibi olaylar nedeniyle kamu sağlığını korumak zorundadır. Sağlık sisteminin alt yapısının korunması, iletişimin sağlanması ve kamunun hazırlıklar ve hizmetler konusunda bilgilendirilmesi bu mücadelenin önemli bir parçasıdır.
Ulusal hükümetlerle birlikte Dünya Sağlık Örgütü de sağlık krizleriyle mücadelede oldukça etkin bir rol oynamaktadır. Benzer şekilde Avrupa Birliği de üye devletler arasında işbirliği, bilgi değişimi sağlanması konusunda politikalar oluşturmaktadır. Bu amaçla Avrupa Birliği üç farklı merkez oluşturmuştur:
i-) Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (European Center for Disease Prevention and Control, ABD’deki benzer yapı örnek alınarak oluşturulmuştur),
ii-) Erken Uyarı ve Karşılık Verme Sistemi (Early Warning and Response System),
iii-) Sağlık Güvenliği Kurulu (Health Security Committee).
Ayrıca farklı ülkelerin bulaşıcı hastalıklara ilişkin alt yapı ve uygulamalarının da kısaca değerlendirilmesi gerekmektedir.
2-) İtalya
İtalyan Anayasası, temel bireysel hak olarak kabul ettiği sağlığın korunmasında, kamu yararı ve insan kişiliğine saygı ilkelerinin de gözetilmesi gerektiğini kabul etmektedir. Anayasal çerçeveye uygun olarak mevzuatında sağlık krizleriyle mücadeleye ilişkin hükümlere yer vermiştir. Bölgesel ve ulusal yetkililer, gereken önlemleri almak ve raporlama yapmakla görevlendirilmiştir. Bu alanda esas yetkililer, Sağlık Bakanlığı ve Ulusal Sağlık Hizmetleri Kurumu’dur.
Bilgi edinme özgürlüğü ve kamu hizmetlerine ulaşma anayasal güvence altındadır. İtalya etkin bir şekilde DSÖ, AB ve diğer uluslararası kurumlarla işbirliği içerisindedir.
Ebola virüsünün merkezinin Afrika olması nedeniyle mecliste göçmen politikalarıyla ilgili sürekli tartışmalar yaşanmaktadır. Sağlık Bakanlığı bu hastalığın yayılmasını önlemek amacıyla önleyici çalışmalarda bulunmakta ve güncel duyurularda bulunmaktadır.
İtalya, devlet başkanı bulunan demokratik bir Cumhuriyettir. Yürütme gücü Başbakan başkanlığındaki Bakanlar Konseyi tarafından yürütülmektedir. Yasama gücü ise meclis ve senato olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Yargı gücü bağımsızdır. İtalya Cumhuriyeti, 20 bölge ile iller ve belediyelere ayrılmıştır.
İtalya Ulusal Sağlık Hizmetleri Kurumu, Sağlık Bakanlığı’nın kontrolünde, temizliğin sağlanması ve salgınlara karşı bütün nüfusun korunması ilkelerine göre kurulmuştur. Bireysel ve kolektif sağlığın sağlanmasıyla ilgili bütün işlemlerin yürütülmesi, kurumların ilişkileri, hizmetlerin yürütülmesi bu kurum tarafından sağlanır. Merkezi ve yerel yönetim kurumları, sağlık hizmetlerinin yürütülmesinde birlikte sorumludur. Mevzuat, sağlık görevlilerinin, zorunlu sağlık kontrolleri ve tedavileriyle ilgili gerekli çerçeveyi sağlamaktadır.
Birleştirilmiş Sağlık Hukuku, bulaşıcı hastalıklarla ilgilidir. Sağlık Bakanlığı, Üst Sağlık Konseyi’nin tavsiyesiyle özel yöntem ve önlemlere tabi bulaşıcı hastalıkların listesini oluşturur ve yayınlar. Aynı zamanda mevzuat, salgın hastalıkların, sorumlulara bildirilmesini de hüküm altına almaktadır. Önleyici tedbirler, yardımcı hizmetler, bulaşıcı hastalığın izalesine ilişkin hükümler bulunmaktadır.
Mevzuat aynı zamanda Sağlık Bakanına, ulusu tehdit eden bir bulaşıcı hastalık söz konusu olduğunda binaların dezenfeksiyonunun sağlanması, tıbbi yardım ve önleyici tedbirler konusunda özel düzenlemeler yapabilme yetkisi vermektedir. Bakanlık yönetmelikleri, resmi gazetede yayımlanır. Kanun aynı zamanda Belediye Veterinerlik Bürosu ile Belediye Sağlık Bürosu arasında hayvanlardan insanlara geçen hastalıkları konusunda işbirliğini de öngörmektedir.
Salgınların da dahil olduğu kamu sağlığını ilgilendiren konular, merkezi, bölgesel ve belediye yönetimlerince ayrı ayrı değerlendirilir. Sağlık Bakanlığı, ulusal bir krizin varlığı konusunu değerlendirir ve özel acil durum ilanına karar verebilir.
1998 tarihinde yürürlüğe giren mevzuat gereğince, Başbakanın gözetimindeki Sivil Koruma Dairesi, İçişleri Bakanlığı yetkilisi ile birlikte, acil durumlara ilişkin insan hareketleri, doğal felaketler, salgının şiddeti, alanı ve öncelikler konusunda merkezi ve yerel yönetimler düzeyinde değerlendirmelerde bulunur. Ayrıca Başbakanın, acil durum halinde özel bir komiser atamaya da yetkilidir.
İtalyan Anayasasının 32’nci maddesi gereğince hiç kimse, insan kişiliğini ihlal etmeyen kanun tarafından aksi öngörülmedikçe tıbbi tedavi almaya zorlanamayacağını öngörmektedir. Hükümetler de bu hükme uygun olarak kamu sağlığı görevlilerine, salgın hastalıkların yayılmasına karşı zorunlu tıbbi tedavi vermektedir. Ancak bu hükümlerin uygulanmasında kişi onuru ile mahremiyetin de korunmasına özen gösterilecektir.
Sağlık yetkilileri tehlikeli bölgelerden seyahat edenler için daha sıkı kontrol önlemleri uygulayabilecektir. Bu kişilerle ilgili sağlık kontrolü ve hastane tedavisi de uygulanabilecektir. Kamu temizliğinin yerine getirilmesi, ihraç edilen malların kontrolü, seyahat edenler ve göçmenlerin kontrol edilmesi sağlık görevlileri tarafından sınır bölgeleri, liman ve havaalanlarında uygulanabilecektir.
İtalyan kamu sağlığı hukuku önlemlere uyulmaması halinde İtalyan Ceza Kanunu m. 415 idari ve cezai yaptırımlar öngörmektedir. Bunların arasında hapis cezası da bulunmaktadır. Cezalandırılabilir davranışlar arasında, özellikle sağlık görevlileri için acil yardım sağlamama, hastalıkları bildirmeme ve sağlık krizleri halinde yetkililerin getirmiş olduğu düzene uymamak da bulunmaktadır. Ayrıca İtalyan Ceza Kanunu 438’inci maddesine göre salgın hastalığı yaymak ömür boyu hapisle cezalandırılabilir suçtur.
İtalyan Anayasası’nın 21’inci maddesine göre, halkın resmi bilgilendirmeye erişim hakkı bulunmaktadır. İtalyan Anayasa Mahkemesi, bilginin edinilmesi, yayılması ve yorumlanması ile birlikte erişimini de güvence altına almaktadır. Bilgi kaynaklarının çokluğu, bunlara erişim ve bunlara erişim önünde hukuki geçici olarak da olsa engellerin bulunmaması mahkeme tarafından sıklıkla vurgulanmaktadır.
Birleşik Sağlık Kuralları, merkezi hükümete sorumlulukların yönetilmesi ve ulusal Sağlık Bilgi Sisteminin işlemesi konusunda sorumluluklar yüklemektedir. Merkezi hükümet aynı zamanda bölgesel bilgi sistemlerinin, kamu ve özel kurumlarla işbirliğini; istatistik bilgilerin yayınlanması, parlamentonun bilgilendirilmesi ve diğer bilgilendirme işlemlerinin yapılmasını üstlenir. Özellikle acil sağlık krizleri sırasında Sağlık Bakanlığı yönergeler yayınlar ve uygun duyuları yapar. Yayın araçları arasında internet, kamu ve özel radyo ve televizyon istasyonları da bulunmaktadır.
İtalyan hükümeti, DSÖ ile yakın ilişki içindedir. Sağlık Bakanlığı, uluslararası gelişmeleri yakından takip ederek, DSÖ ilkelerine uyduğu konusunda halkı sürekli bilgilendirmektedir.
İtalya 1973 tarihinde yenide gözden geçirilen 1969 tarihli Uluslararası Sağlık Düzenlemeleri’ni yürürlüğe koymuş olup, 2005 yılına ait Uluslararası Sağlık Düzenlemeleri’nin de bir parçasıdır.[3]  
II. SUÇLA KORUNAN HUKUKİ DEĞER
Her suçun bir hukuki konusu vardır. Hukuki konu, hukuk tarafından korunan menfaattir. Buna hukuki konu ya da hukuki menfaat de denilebilir. Hukuki değeri ihlal etmek isteyenleri hukuk normu, ceza ile tehdit ederek muhtemel ihlallerden korumaktadır.[4]
Suçla korunan hukuki değer kamu sağlığıdır.
III. SUÇUN KONUSU
Suç teşkil eden her hareketin mutlaka bir konusu vardır. Konusu bulunmayan bir suçtan bahsetmek mümkün değildir. Suçun konusu, maddi ve hukuki olmak üzere ikiye ayrılır. Suçun maddi konusu, tipik hareketin üzerinde icra edildiği kişi veya şeydir.
Suçun hukuki konusu ise kanunla korunan hak ve menfaattir. Hukuki değer ve hareketin konusu birbirinden farklı kavramlardır. Hukuki değer, toplum hayatı bakımından önemli olan ve ceza hukuku tarafından korunan yaşamsal değerlerdir.[5]
Suçun işlenmesi konu açısından bir zarar doğurmuş olabileceği gibi bunun yalnızca zarar tehlikesi yaratması da mümkündür.[6]Fiilin, suç konusu üzerinde meydana getirdiği etkiye göre suçlar “zarar suçu” ve tehlike suçu” şeklinde ayrılmaktadır. Zarar suçlarında fiilin işlenmesi ile suçun konusu zarara uğramakta, tehlike suçlarında ise icra edilen fiilin suç konusu üzerinde bir zarar tehlikesi oluşturması söz konusu olmaktadır.[7]

IV. SUÇUN MADDİ UNSURU
a. Fail
TCK m. 37 açısından, fiili gerçekleştiren kişi fail olarak tanımlanmıştır. Herkes tarafından işlenmesi mümkün olmayan, ancak belli sıfata sahip kişiler tarafından işlenebilen suçlara mahsus (özgü) suçlar denilir. Gerçek kişilerin dışında hükmi şahısların da suç faili olabileceği yönünde görüşler bulunmakla birlikte,[8] doktrinde hakim olan görüş ancak gerçek kişilerin suçun faili olabileceği yönündedir.[9]
Kanun suçun faili yönünden herhangi bir şart aramamıştır. Bu nedenle herhangi bir kişi tedbirlere uymadığı takdirde suçun faili olacaktır.
b. Mağdur
Suçlar, bireyin, toplulukların ya da kamunun menfaatlerini ihlâl eder. Bu menfaatleri korumak ve toplumsal barışı sağlamakla görevli olan devlet, dolaylı olarak her suçun geniş anlamda mağdurudur.[10] “Suçun mağduru” kavramından, suç fiilinden zarar gören herkes değil yalnız bu fiil ile ihlâl olunan ve ceza korumasının konusunu oluşturan varlık ya da menfaatlerin sahiplerini anlamak gerekir. En dar anlamda ise suçun mağduru suçtan doğrudan zarar gören kişidir.[11] Pek çok durumda, suçun mağduru ile suçtan zarar gören aynı kişidir. Ancak sadece suçtan zarar gören sıfatından hareketle kişinin ayrıca suç mağduru olduğunu söylemek yanıltıcıdır. Topluma karşı işlenen suçlarda, suçun mağduru toplumdur. Bu suçlar nedeniyle somut olarak zarar görenler ise suçtan zarar gören olarak kabul edilir.[12]
Suçun mağduru bütün bir toplumdur.
c. Hareket
1. Genel Olarak
Hareket insan davranışıdır. Ceza hukukunun ilgi alanına giren hareket ise, ancak suç tanımına uyan veya suç tanımındaki neticeye gerçekleştirmeye yönelik bulunan ve iradi olan davranıştır. Dış âlemde bir değişiklik meydana getirmeye yönelik icrai veya ihmali bir hareket bulunmadıkça, suçun varlığından söz edilemez. Bu anlamda esas olarak suçun maddi unsuru “hareket” unsurundan başka bir şey değildir.[13] Suçun yapısal, maddi unsurlarından olan hareket, ceza normu ile ortaya konulan tanımda gösterilen ya da tanımda gösterilmemekle birlikte tanımda yer verilen zarar veya tehlike şeklinde neticeyi meydana getirmeye elverişli iradi, insan bedeninden yapmak şeklinde ortaya çıkan davranış şeklidir.[14]
Suçun, tipte birbirinden bağımsız olarak gösterilen birden fazla hareketten sadece birinin gerçekleşmesiyle oluştuğu suçlara seçimlik hareketli suçlar denir.[15]
Bulaşıcı hastalıklarla ilgili tedbirlere uyulmaması suçun hareket unsurunu oluşturmaktadır. Bu tedbirlerin de yetkili makamlarca alınması gereklidir. Bu anlamda yetkili makamları belirleyecek olan yine hukuki mevzuattır.
V. SUÇUN MANEVİ UNSURU
Bir kimsenin işlediği fiilden dolayı ceza sorumluluğunun bulunabilmesi için hareketi ile kanun tarafından cezalandırılabilen netice arasında maddi nedensellik bağı dışında ayrıca faille fiil arasında manevi bir bağın da bulunması gerekir.[16] Bu bağın kurulması ön şart olarak failin kusur yeteneği bulunması ve ayrıca kusurlu bir hareketinin bulunmasına bağlıdır. İsnat kabiliyeti de failin sorumlu tutulabilmesi için yeterli olmayıp ayrıca iradesinin de kusurlu olması gerekir.[17]
Bu suç ancak kasten işlenebilen suçlardandır. Ancak hukuka uygunluk nedenleri, kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerin söz konusu olması halinde fail manevi unsur yokluğu nedeniyle CMK 223/2-c maddesi gereğince beraat edeceği gibi, şartların varlığı konusundaki hata TCK 30 maddesi anlamında hata kabul edilerek yine failin beraati yönüne gidilecektir.
VI. SUÇA ETKİ EDEN NEDENLER
Bu suçta cezanın arttırılmasına ya da indirilmesini öngören özel bir nedene yer verilmemiştir.
VII. HUKUKA AYKIRILIK
Hukuka aykırılık unsuru, mağdur rızasının bulunmaması ve bu rızanın maddenin ikinci fıkrasında gösterilen şartlara uygun olmaması halinde suç oluşacaktır. Hukuka uygun şartların bulunması halinde fiil hukuka uygun sayılacaktır.[18]

VIII. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ BİÇİMLERİ
a. Teşebbüs
Suç işleme kararı alıp, suç yolunda hazırlık hareketlerini tamamladıktan sonra icra hareketlerine başlayıp, elinde olmayan nedenlerle neticeye ulaşamama halinde teşebbüs söz konusudur.[19] Ancak bazı suçlar yönünden, teşebbüs hükümlerinin uygulanması mümkün değildir. Neticesi harekete bitişik suçlar, tehlike suçları bu tip suçlardandır. Bu nedenle her suç açısından teşebbüs hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı ayrı ayrı değerlendirilmelidir.[20]
Suç tehlike suçu niteliğinde olması ile teşebbüse mümkün görünmemektedir. Tedbire uymama ihmali nitelikte bir davranış olduğundan yapılan uyarıya rağmen uymama halinde suçun oluştuğunun kabulü gerekir. Suçun temadi eder nitelikte olması nedeniyle kişi suç kastından dönerek tedbire uyduğu takdirde suçun unsurlarının bulunmadığını kabul etmek gerekir. Bu nedenle de ihmali davranışla işlenebilen ve tespiti oldukça güç olan suçun sübutunun güç olduğunu söylemek mümkündür.
b. İştirak
Bir kişi tarafından işlenebilen bir suçun birden fazla kişi tarafından işbirliği içinde işlenmesi “iştirak” olarak adlandırılır. İştirakin özünde yasadışı anlaşma vardır.[21]
Bu suça fail veya şerik olarak iştirak mümkündür.
c. İçtima
İçtima, suçların içtimaı ve cezaların içtimaı olarak değerlendirilmelidir. Cezaların içtimaı, birden fazla suç işleyen faile verilecek cezaların toplanmasını ifade eder ve 5237 sayılı TCK, 765 sayılı TCK’dan farklı olarak bu konuyu düzenlememiştir. Ceza hukuku açısından “kaç fiil varsa, o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza kuralı vardır” ilkesi geçerlidir. Buna göre, suçların içtimaı istisnaidir.[22]
Özel bir içtima hükmü öngörülmemiştir. Bu nedenle sanık hakkında suçların içtimaına ilişkin genel hükümler uygulanacaktır.
IX. SORUŞTURMA-KOVUŞTURMA-GÖREVLİ MAHKEME-SUÇUN YAPTIRIMI-DAVA ZAMANAŞIMI
a- Soruşturma-Kovuşturma:
Suçun soruşturma ve kovuşturması re’sen yapılır. Muhakeme sırasında sanık hakkında ilk olay tutanağını düzenleyen kolluk görevlilerinin tanık sıfatıyla dinlenmesi gerekebilir.
CMK m. 100/4 fıkrası gereğince, sadece adlî para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez. Bu nedenle TCK m. 195’te düzenlenen bu suç açısından tutuklama kararı verilebilmesi mümkün değildir. TCK m. 195’te cezanın üst sınırı bir yıl hapis cezası olarak düzenlendiğinden, bu suçlardan dolayı yapılan soruşturma ya da kovuşturmalar sırasında tutuklama kararı verilemez.
CMK m. 109/2 fıkrası gereğince kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de adli kontrole ilişkin hükümlerin uygulanabilmesi mümkündür. CMK m. 112 fıkrası gereğince ise adli kontrol hükümlerini isteyerek yerine getirmeyen şüpheli veya sanık hakkında hükmedilebilecek hapis cezasının süresi ne olursa olsun yetkili yargı mercii hemen tutuklama kararı verilebilecek ise de, kanunda belirtilen ceza miktarı dikkate alındığında hapis cezasına seçenek yaptırımların (TCK m. 50) uygulanması mümkün olduğu gibi, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması ya da hapis cezasının ertelenmesi kararı verilmesi de mümkündür. Ceza hükümlerinin uygulanmasında genişletici yorumun mümkün olmaması da dikkate alındığında CMK m. 112 hükmüne göre hükmedilebilecek bir hapis cezasından bahsedilebilmesi mümkün değildir. İstisnai nitelikteki hükümlerin geniş yorumlanması, özellikle hürriyetin sınırlanması söz konusu olduğunda koruma tedbirleri nedeniyle tazminatı (CMK m. 112) gerektireceği gibi, uygulayıcıların kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma (TCK m. 109) gereğince de sorumluluğuna neden olabilir.
Bu suçlar nedeniyle sürdürülen soruşturma ya da kovuşturmalarda şüpheli ya da sanığın istinabe suretiyle sorguya çekilebilmesi mümkündür.  Ayrıca görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle de sorgu yapılabilir, ifade alınabilir.[23]
b- Görevli mahkeme
5235 sayılı Kanun gereğince suçla ilgili görevli mahkeme asliye ceza mahkemesidir.
c- Yaptırım
İki aydan bir yıla kadar hapis cezası olarak düzenlenmiştir. TCK 50 maddesi gereğince seçenek yaptırımlara çevirme mümkündür.
Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın TCK 50 maddesi gereğince adli para cezasına ya da başka bir seçenek yaptırıma çevrilmesi mümkündür.
Sanık hakkında TCK 51 maddesi gereğince iki yıla kadar hapis cezası verilmesi halinde bu cezanın ertelenebilmesi mümkündür. Üst sınır onsekiz yaşını doldurmamış ya da altmışbeş yaşını tamamlamış kişiler yönünden üç yıldır. Erteleme açısından somut ceza esas alınacaktır. Yani artırım ve indirim nedenlerinin uygulanması sonucunda bulunan son ceza miktarı erteleme yönünden dikkate alınacaktır.
Mahkemenin öncelikle suçtan maddi bir zararın ortaya çıkmayacağını dikkate alarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması şartlarını değerlendirmesi gerekir.
Temel cezanın belirlenmesinde ve sanık hakkında indirim, paraya çevirme, erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasında, yasada yer almayan hususların gösterilmesi bozma nedenidir.
ç. Zamanaşımı
Dava zamanaşımı, ilişkin bulunduğu suçta dava açılmasına veya açılan davanın devamına engel olan haldir. Suçun işlenip bittiği tarihten itibaren Kanun tarafından belirlenen sürelerin geçmesi halinde davanın açılmamasını veya açıldıktan sonra da devam edilmemesini sağlayan duruma, dava zamanaşımı denir.[24]
TCK 66/1-e maddesi gereğince sekiz yıldır.



[1] Dünya Sağlık Örgütü/World Health Organization
[2] Akın, Levent (2013) Bulaşıcı Hastalıkların Kontrolünde Genel Prensipler, Hacettepe Üniversitesi, İş Sağlığı ve Güvenliği Meslek Hastalıkları Uygulama ve Araştırma Merkezi,  Çalışma Hayatında Bulaşıcı Hastalıklar Sempozyumu, s. 32.
[3] Uluslararası Sağlık Düzenlemeleri, DSÖ’nün 194 ülkeyi bağlayan düzenlemeleri olup, bütün insanlığı hedef alan sağlık sorunlarına karşı önlemler almayı gerektiren bir kuruluştur. 15 Haziran 2007 tarihinde gözden geçirilmiş olup ülkelerin salgın hastalıklar ve kamu sağlığı olayları hakkında düzenli olarak DSÖ’ne bilgi vermelerini gerektirir. https://www.who.int/cholera/health_regulations/en/ erişim: 10/04/2020
[4] Soyaslan, Doğan, (2014) Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. Baskı, Ankara: Yetkin Yayınevi, s. 250.
[5] Artuk, M. Emin/Gökcen, Ahmet, (2017) Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, Ankara: Adalet Yayınevi, s. 306, 307; Koca, Mahmut/Üzülmez, İlhan, (2016) Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, 9. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınevi,   s. 112; Erem, Faruk, (1968) “Suçun Konusu ve Hümanist Doktrin” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sa. 1, S. 11-33, s. 23.
[6] Centel, Nur/Zafer, Hamide/Çakmut, Özlem, (2017)Türk Ceza Hukukuna Giriş, 10. Baskı, İstanbul: Beta Yayınevi, s. 232.
[7] Göktürk, Neslihan/Özgenç, İzzet/Üzülmez, İlhan, Ceza Hukukuna Giriş, (2012) Ceza Hukukuna Giriş, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını, s. 24
[8] Soyaslan, s. 247; Özbek vd.’ne göre suç fiili ancak irade sahibi gerçek kişi olabilir. O halde, iradi hareket edemeyeceklerinden tüzel kişiler suçun faili olamaz. Tüzel kişilerin ceza sorumluluğu cezaların şahsiliği ilkesine de aykırıdır. Özbek, Veli Özer/Kanbur, Mehmet Nihat/Doğan, Koray /Bacaksız, Pınar/Tepe, İlker, (2014) Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s. 233; Aynı görüşte Zafer, Hamide, (2014) Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, Ankara: Beta Yayınevi, s. 148.
[9] Özbek vd.’ne göre suç fiili ancak irade sahibi gerçek kişi olabilir. O halde, iradi hareket edemeyeceklerinden tüzel kişiler suçun faili olamaz. Tüzel kişilerin ceza sorumluluğu cezaların şahsiliği ilkesine de aykırıdır. Özbek, Veli Özer/Kanbur, Mehmet Nihat/Doğan, Koray /Bacaksız, Pınar/Tepe, İlker, (2014) Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s. 233; Aynı görüşte Zafer, Hamide, (2014) Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, Ankara: Beta Yayınevi, s. 148; Artuk/Gökcen’e göre de, ceza hukukunda belli bir gayeye yönelik irade ile hareket edebilme yeteneği insana özgü bir özellik olduğundan, hayvan, eşya ve ölülerin ceza hukuku anlamında hareket yeteneği yoktur. Bu nedenle ancak kusur yeteneğine sahip insan suç faili olabilir. Artuk/Gökcen, s. 290; Aynı görüşte, Göktürk/Özgenç Üzülmez, s. 24; Aslan’a göre tüzel kişilerin de suçun faili olduğunu kabul edecek bir hüküm, mevcut sistem açısından ceza hukukunun temel bazı ilkelerine aykırı düşeceği gibi Anayasa’da değişiklik yapılmaksızın yapılacak bu yönde bir düzenleme de cezaların şahsiliği ilkesini ihlal edecektir. Aslan, Yasin, (2010) “Türk Hukukunda Tüzel Kişilerin Ceza Sorumluluğu”, Ankara Barosu Dergisi, Sa. 2, S. 233-246, s. 244.
[10] Zafer, s. 150.
[11] Hakeri, Hakan, (2009) Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınevi, s. 117, 118, 119; Soyaslan, s. 248; Zafer, s. 151; Artuk/Gökcen, s. 305.
[12] Katoğlu, Tuğrul, (2012) “Ceza Hukukunda Suçun Mağduru Kavramının Sınırları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sa. 61(2), S. 657-693, s.  663, 684.
[13] Soyaslan, s. 245; Hakeri, s. 123.
[14] Centel/Zafer/Çakmut, s. 238; Zafer, s. 181.
[15] Özbek vd., s. 234.
[16] Zafer, s. 220; Göktürk/Özgenç/Üzülmez, s. 26; Centel/Zafer/Çakmut, s. 356; Artuk/Gökcen, s. 315.
[17] Hakeri, s. 173.
[18]    Şen, (Tebliğ), s. 613.
[19] İçel, Kayıhan(2016) Ceza Hukuku Genel Hükümler, İstanbul: Beta Yayınevi, s. 493; Centel/Zafer/Çakmut, s. 453; Hakeri, s. 347; Zafer, s. 395.
[20] Göktürk/Özgenç/Üzülmez, s. 70; Artuk/Gökcen, s. 598.
[21] Hakeri, s. 386; Zafer, s. 411; İçel, s. 529; Centel/Zafer/Çakmut’a göre, suça iştirak, kanundaki suç tanımında böyle bir zorunluluk ortaya çıkmadığı halde, suçun birden çok kişinin katılmasıyla veya katkıda bulunmasıyla işlenmesi durumudur. Centel/Zafer/Çakmut, s. 486; Artuk/Gökcen’e göre ise, kanunen ve nitelikleri gereği tek kişi tarafından işlenebilen suçun, birden fazla kimsenin aralarında yaptıkları anlaşma gereği fiilin oluşumuna illi değeri haiz katkıda bulunarak birlikte işlenmesi halinde iştirakin varlığından söz edilir ve bu suretle işlenen suçlara “iştirak halinde işlenen suçlar” adı verilir. Artuk/Gökcen, s. 641.
[22] Hakeri, s. 435; Zafer, s. 441; Artuk/Gökcen, s. 703; Centel/Zafer/Çakmut’a göre, işlenen suçta, tek fiille birden çok hukuki yararın veya bazı koşullarla farklı fiillerle aynı hukuki yararın ihlal edilmiş olması, suçların içtimaı (suçların birleşmesi, suçların bir araya toplanması) olarak adlandırılır. Centel/Zafer/Çakmut, s. 517.
[23] Albayrak, Mustafa (2014) Notlu, Atıflı, Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Öz Kitap, 13. Baskı, Ankara: Adalet Yayınevi, s. 1028.
[24] Özbek vd., s. 752.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arif Nazım - Şehidin Destanı

TIBBİ ETİK