22 Aralık 2025 Pazartesi

Lotus ilkesi David P. Steward, International Criminal law in a nutshell west academic publishing s. 71, 72.

 

1. Lotus İlkesi

Bu ilkelerin ayrıntılarına geçmeden önce, bunların izin verici (emredici olmayan) nitelikte gerekçeler olduğunu belirtmek gerekir. Başka bir deyişle, hiçbir Devlet kendi hukukunu ülke dışına (ekstrateritoryal olarak) uygulamak ya da bu ilkelerin herhangi birini veya tamamını azami ölçüde kullanmak zorunda değildir. Bununla birlikte, uluslararası hukuk bakımından uzun süre şu husus netlik kazanmamıştır: Bu ilkeler Devletlere bir yetkilendirme mi sağlamaktadır, yoksa sınırlama mı getirmektedir? Yani bir Devlet, ancak bu ilkelerden biri tarafından açıkça izin verildiği takdirde mi ekstrateritoryal yargı yetkisi kullanabilir?

Bu soru, yaklaşık bir asır önce Daimî Uluslararası Adalet Divanı’nın (PCIJ) ünlü S.S. “Lotus” (Fransa / Türkiye) kararında ele alınmıştır (1927 P.C.I.J. (Seri A) No. 10, s. 13, 7 Eylül).

Dava, açık denizde bir Fransız gemisi (S.S. Lotus) ile bir Türk gemisi (Boz-Kourt) arasında meydana gelen bir çarpışma sonucunda ortaya çıkmıştır. Türk gemisi batmış ve sekiz Türk denizci hayatını kaybetmiştir. S.S. Lotus İstanbul’a vardığında, Türk makamları, çarpışma sırasında Fransız gemisinde nöbetçi subay olarak görev yapan birinci zabit Teğmen Demons’u tutuklamıştır. Kendisi Türk vatandaşı olmadığı ve çarpışma açık denizde gerçekleştiği hâlde, Teğmen Demons Türk makamlarınca gözaltına alınmış, taksirle adam öldürme suçundan yargılanmış, mahkûm edilmiş ve para cezası ile seksen gün hapis cezasına çarptırılmıştır.

Fransız hükümeti buna itiraz etmiş ve uluslararası hukuka göre bu tür durumlarda yargı yetkisinin münhasıran geminin bayrağını taşıyan Devlete ait olduğunu ileri sürmüştür. Teğmen Demons’un Fransız gemisinde bulunduğunu belirten Fransa, sorumluluğun Fransız makamlarına ait olduğunu savunmuştur. Fransa, Türkiye’nin bu tür durumlarda ceza yargı yetkisi kullanmasına açıkça izin veren herhangi bir uluslararası hukuk kuralı gösteremediğini ileri sürerek meseleyi PCIJ önüne taşımıştır.

Türkiye ise buna karşılık olarak, uluslararası hukukta bu tür bir yargı yetkisi kullanımını yasaklayan herhangi bir kural bulunmadığını ve ayrıca çarpışmanın Türk gemisi Boz-Kourt üzerinde etkiler doğurduğunu, bu geminin Türk toprağı gibi kabul edilmesi gerektiğini savunarak Türk hukukuna göre yargı yetkisinin mevcut olduğunu ileri sürmüştür.

PCIJ, Türkiye lehine karar vermiştir. Mahkeme, uluslararası hukukta yargı yetkisinin esasen ülkesel (territorial) nitelikte olduğunu kabul etmekle birlikte, bir Devletin kendi sınırları dışında gerçekleşen ancak ülkesinde etki doğuran fiiller bakımından da yargı yetkisi kullanabileceğini belirtmiştir. Mahkemeye göre, Devletler kendi ülkelerinde gerçekleşen fiiller üzerinde tam yargı yetkisine sahiptir ve Devletlerin bağımsızlıklarına (ve dolayısıyla yargı yetkilerinin kapsamına) getirilen sınırlamalar varsayılamaz. Bu nedenle Devletlerin, açık bir antlaşma hükmü veya teamül hukuku kuralı ile yasaklanmadıkça, ekstrateritoryal yargı yetkisi kullanabilmeleri için izin verici bir kurala dayanma zorunluluğu yoktur.

Sözde Lotus “özgürlük ilkesi” hiçbir zaman açıkça yürürlükten kaldırılmamıştır. (Hatta bazı yorumcular, Uluslararası Adalet Divanı’nın 2010 tarihli Kosova’nın tek taraflı bağımsızlık ilanına ilişkin danışma görüşünü, bu ilkenin örtük bir onayı olarak görmektedir.) Ancak uluslararası uygulama bakımından, günümüzde çok az Devlet sınırsız ekstrateritoryal yargı yetkisi özgürlüğünü savunmaktadır. Aksine, çoğu durumda yargı yetkisi iddiaları aşağıda açıklanan yerleşik yargı yetkisi ilkelerinden biri temelinde değerlendirilmektedir. Fiilen Devletler, Fransız yaklaşımını benimsemiş ve yargı yetkisi iddialarını tanınmış ilkelerden birine dayandırmıştır.

Nitekim Uluslararası Adalet Divanı’nın bazı hâkimleri, S.S. Lotus kararını “uluslararası ilişkilerde laissez-faire yaklaşımının en yüksek noktası” olarak nitelendirmiştir. Bkz. 11 Nisan 2000 Tarihli Tutuklama Müzekkeresi (Kongo Demokratik Cumhuriyeti / Belçika), Karar, ICJ Reports 2002, Yargıçlar Higgins, Buergenthal ve Kooijmans’ın ortak ayrı görüşü, paragraf 51.

Uygulamada, belirli bir durumda ileri sürülen ekstrateritoryal yargı yetkisi çoğu zaman birden fazla ilkeye dayanılarak haklı gösterilebilir. Örneğin S.S. Lotus davasında Türkiye’nin ileri sürdüğü yargı yetkisi, günümüzde kolaylıkla pasif şahsilik ilkesi (mağdurlar Türk vatandaşı olduğu için) ya da objektif ülkesellik / etki doktrini kapsamında gerekçelendirilebilirdi. Her hâlükârda bu durum açıkça bir eşzamanlı (concurrent) yargı yetkisi örneğidir; zira Fransa da Teğmen Demons’u, Fransız vatandaşı olması veya fiilin Fransız bayraklı bir gemide gerçekleşmiş olması nedeniyle meşru biçimde yargılayabilirdi.

Bu önemli bir noktadır: Teamülî uluslararası hukukta, bir yargı yetkisi türüne diğerine üstünlük tanıyan bir kural yoktur. Çakışan veya rekabet eden yargı yetkisi iddiaları tamamen mümkündür. Günümüzde yargı yetkisi normları arasında bir hiyerarşi bulunmamaktadır. Bununla birlikte, “makullük” veya “devletlerarası nezaket (comity)” gibi bazı sınırlayıcı ilkeler ortaya çıkmıştır. Yargı yetkisi iddialarının çatışması hâlinde, çözüm Devletlerin kendi aralarında anlaşmasına bağlıdır.

Günümüzde yargı yetkisi çoğu zaman antlaşma hukuku meselesidir. Aşağıda, özellikle sınır aşan ceza hukuku konusunu ele alan 7. Bölümde incelenen çok taraflı sözleşmelerde bu durum açıkça görülmektedir. S.S. Lotus davası bakımından, konu aslında 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 97/1. maddesi (ve onun selefi olan 1958 Açık Denizler Sözleşmesi’nin 11/1. maddesi) tarafından düzenlenmektedir. Bu düzenleme, PCIJ kararını fiilen tersine çevirmiş ve açık denizde meydana gelen çarpışmalarda, sorumlu olabilecek kişiler hakkında yalnızca geminin bayrak Devleti veya ilgili kişinin vatandaşı olduğu Devlet makamları önünde kovuşturma yapılabileceğini açıkça hükme bağlamıştır.

21 Aralık 2025 Pazar

Hırsızlık suçlarında mağdurlar için tazminat

 Çevirisini yaptığım makalede şöyle bir bölüm vardı: 

A. UCM’DE MAĞDUR KATILIMI

Roma Statüsü, mağdurların yargılamanın tüm aşamalarına bir şekilde katılabileceğini öngörmektedir.⁸⁹ Aynı zamanda Statü, mağdur katılımının hangi durumlarda uygun olduğuna karar verme konusunda Dairelere geniş bir takdir yetkisi tanımaktadır.⁹⁰ Dolayısıyla, mağdurların yargılamaya katılıp katılamayacağı ve bu katılımın hangi biçimde gerçekleşeceği, genel ve soyut bir kural olarak değil; her somut yargılama bakımından ayrı ayrı belirlenmesi gereken bir husustur. Katılımın biçimi, mağdurun dâhil olduğu yargılamanın niteliğine göre değişiklik gösterecektir.⁹¹

Mağdurlar, UCM önündeki yargılamaların tüm aşamalarında önemli roller üstlenebilir. Öncelikle, diğer tüm ceza adalet sistemlerinde olduğu gibi, mağdurlar Mahkeme Savcılığı’nı Mahkeme’nin yargı yetkisine giren suçlar hakkında bilgilendiren başlıca aktörlerdir.⁹²

Savcı, Roma Statüsü’nün 15. maddesi uyarınca re’sen (proprio motu) soruşturma başlatmak için Ön İnceleme Dairesi’nden izin talep ettiğinde, kendisi tarafından bilinen veya VWU tarafından bilinen mağdurları bilgilendirmekle yükümlüdür.⁹³⁻⁹⁴ Bu mağdurlar, soruşturma açılıp açılmaması konusunda Ön İnceleme Dairesi’ne görüş sunma hakkına sahiptir.⁹⁵ Ayrıca Dairenin vereceği karardan da haberdar edilmek zorundadırlar.⁹⁶

Benzer şekilde, Savcı kendisine bildirilen suç iddiaları üzerine soruşturma açmamaya karar verirse, mağdurlar bu karardan haberdar edilir ve görüş sunma imkânına sahip olur.⁹⁷ Bu aşamadan sonra Ön İnceleme Dairesi, Savcı’ya soruşturma başlatması yönünde talimat verebilir.⁹⁸

Bu ön aşamada Roma Statüsü, mağdurlara Mahkeme’nin kabul edilebilirlik veya yargı yetkisine ilişkin değerlendirmelerine dair “gözlem (observations)” sunma hakkı da tanımaktadır.⁹⁹

Ön İnceleme Dairesi soruşturmayı yetkilendirdikten sonra, yargılamaya katılmak isteyen kişilerin Daire’ye başvuruda bulunmaları gerekmektedir.¹⁰⁰ Katılım için başvuruda bulunan kişinin, mağdur sıfatını haiz olduğunu şu dört unsuru ispatlayarak göstermesi gerekir:
(1) gerçek kişi olması,
(2) bir zarara uğramış olması,
(3) bu zararın bir suçtan kaynaklanması ve
(4) söz konusu suçun Mahkeme’nin yargı yetkisi kapsamında bulunması.¹⁰¹

Usul ve Delil Kuralları’nın 85. maddesi “zarar” kavramını tanımlamamış olmakla birlikte, Daireler bu kavramı fiziksel, zihinsel, duygusal veya ekonomik zarar şeklinde yorumlamıştır.¹⁰² Şüpheli tarafından işlenen bir suç nedeniyle dolaylı olarak zarar gören kişiler de mağdur olarak tanınabilmektedir.

Bu dört kriteri karşılayan başvurucular, 68(3) maddesinde öngörülen koşullara tabi olmak üzere yargılamaya katılma hakkı kazanır. Anılan hüküm şöyledir:

“Mağdurların kişisel menfaatlerinin etkilendiği hâllerde, Mahkeme; sanığın haklarına zarar vermeyecek ve adil ve tarafsız yargılamayla bağdaşır bir biçimde, mağdurların görüş ve endişelerinin, Mahkeme tarafından uygun görülen yargılama aşamalarında sunulmasına ve dikkate alınmasına izin verir.”¹⁰³

Bu hüküm, uygulamada ciddi belirsizliklere yol açmıştır.

Daire katılımı uygun gördüğü takdirde, mağdurlar iki şekilde sürece dâhil olabilir. İlki doğrudan katılımdır. Örneğin 89. Kural uyarınca, mağdurlara Daire’nin takdirine bağlı olarak açılış ve kapanış beyanlarında söz hakkı tanınabilir.¹⁰⁴

İkinci ve uygulamada daha yaygın olan yol ise dolaylı (temsili) katılımdır; yani mağdurun hukuki temsilcisi aracılığıyla katılımıdır. Kural olarak mağdurlar, kendi hukuki temsilcilerini seçme hakkına sahiptir.¹⁰⁵ Ancak çok sayıda mağdurun aynı yargılamaya katılması hâlinde, Daire, ortak bir hukuki temsilci atanmasına karar verebilir.¹⁰⁶

Hukuki temsilciler, Daire aksine karar vermedikçe duruşmalara katılabilir ve yargılamada aktif rol alabilir. Daire, temsilcinin müdahalesini yalnızca yazılı beyanlarla sınırlayabilir.¹⁰⁷ Hukuki temsilci ayrıca tanık, bilirkişi veya sanığı sorgulamak için Daire’den izin talep edebilir.¹⁰⁸ Bu durumda Daire, soruların yazılı olarak önceden sunulmasını isteyebilir ve duruşmada sorulacak soruların biçimini ve sırasını kendisi belirleyebilir.¹⁰⁹

Son olarak, Roma Statüsü ve Usul Kuralları, mağdurlara tazminat yargılamalarında da geniş bir katılım imkânı tanımaktadır.¹¹⁰ Kural 96 uyarınca Yazı İşleri Müdürlüğü, tazminat yargılamalarının mağdurlara, ilgili kişilere ve ilgili devletlere mümkün olan en geniş ölçüde duyurulmasını sağlamakla yükümlüdür.¹¹¹

Tazminata ilişkin bir karar verilmeden önce, Yargılama Dairesi mağdurların beyanlarını davet edebilir ve dikkate almak zorundadır.¹¹² Tazminat duruşmalarında, mağdur temsilcileri Daire’nin izniyle tanıkları, bilirkişileri ve ilgili kişiyi sorgulayabilir.¹¹³ Ayrıca tazminat kararından olumsuz etkilenen mağdurların hukuki temsilcileri, Temyiz Dairesi’ne başvurma hakkına sahiptir.¹¹⁴

Bu açık katılım haklarına ek olarak, Daireler yargılamanın her aşamasında, herhangi bir konuda mağdurların görüşlerini talep edebilir.¹¹⁵

Trumbull, s. ? 

Hırsızlık, yağma, gasp gibi suçlar için de tazminat değerlendirilmeli. Gerçekten eski CMK sisteminde şahsi dava yolu ile duruşmalara katılanlar için tazminata hükmedilebilmesi mümkünken yeni TCK sistemi bunu gözardı etmiştir. 

Sanık hakkında verilen ceza hele hükmün açıklanmasının geri bırakılması ise mağduru asla tatmin etmemekte, zararını karşılamamaktadır. 

Hırsızlık suçu ile çalınan mala eşdeğer hırsızın malına el konulmalı, bu kamusal haciz olabilir. Bu hacizle mağdurun zararı ödenmelidir. 

Mesleki tecrübe, mağdurun zararının karşılanıp karşılanmaması konusunda etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması dışında kimsenin umurunda değildir. Onun da nasıl uygulandığı içtihatlarla sabittir. 

Bu durumda, sanığın malvarlığına el konulmak ya da mağdura doğrudan ilamlı takip yapabilmek yetkisi verilebilir. 

Lotus ilkesi David P. Steward, International Criminal law in a nutshell west academic publishing s. 71, 72.

  1. Lotus İlkesi Bu ilkelerin ayrıntılarına geçmeden önce, bunların izin verici (emredici olmayan) nitelikte gerekçeler olduğunu belirtme...

TIBBİ ETİK