20 Mayıs 2017 Cumartesi

ASLİ KUSUR HALİNDE CEZANIN ALT SINIRDAN UZAKLAŞILARAK BELİRLENMESİ GEREKİR

12. CD. 23/10/2014 gün, 2013/29191 Esas 2014/20754 Karar
Kaldırım üzerindeki ağaca çarpan motosiklet,
Asli kusurlu sanık hakkında cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak verilmesi gerekir.
“1) Olay günü saat 04:45 sıralarında alacakaranlıkta, iki yönlü yolda ehliyetsiz sanık, idaresindeki motosiklet ile seyir halindeyken yol dışı kalıp, gidiş istikametine göre yolun sağ tarafında kaldırım üzerinde bulunan ağaca çarpması sonucu motosikletteki yolcu A. S.'in öldüğü olayda; saat 5:20'de yapılan adli muayene sırasında sanığın orta düzeyde alkollü olduğu belirtilmiş ise de alkol ölçümü yapılmamış olup, olayın sanığın sevk ve idare hatası göstermek suretiyle, direksiyon hakimiyetini kaybetmesi sonucu, kaldırımdaki ağaca çarpmasından kaynaklandığı hususları dikkate alınmadan; bilinçli taksir hükmünün uygulanması suretiyle sanık hakkında fazla cezaya hükmolunması,

2) Oluş ve dosya kapsamı itibariyle asli kusurlu olan sanık hakkında mahkemece 5237 sayılı TCK'nın 22. ve 61. maddesinde öngörülen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi şartları dikkate alınarak; temel cezanın asgari hadden uzaklaşılmak suretiyle tayini gerektiğinin gözetilmemesi,…”

KIRMIZI IŞIK İHLALİ BİLİNÇLİ TAKSİR HÜKÜMLERİNİN UYGULANMASINI GEREKTİRİR

12. CD. 16/6/2014 gün, 2013/22894 Esas 2014/14897 Karar

“Sanığın idaresindeki şehirler arası otobüs ile tek yönlü, bölünmüş, 7 metre genişliğindeki yolda seyir halinde iken, ışıklı dört yönlü kavşağa geldiğinde kırmızı ışıkta durmayarak seyrine devam ettiği, bu sırada ölenin idaresindeki motosiklet ile kendisine yeşil ışık yanması üzerine sağ taraftan kavşağa girdiği, sanığın motorsiklete çarparak ölüme neden olduğu olayda; bilinçli taksirin şartları bulunduğu halde bilinçli taksir hükmünün uygulanmaması, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.”

TEMEL CEZANIN ALT SINIRDAN UZAKLAŞILARAK BELİRLENMESİ

12. CD. 14/7/2014 gün, 2014/9954 Esas 2014/17053 Karar

“Olay günü saat 13.00 sıralarında, meskûn mahal dışında iki yönlü, bölünmemiş 5.80 metre genişlikteki sert virajlı yolda, sanık idaresindeki Bursa İl Özel İdare Müdürlüğü'ne ait çekici ve arkasındaki bıçaklı dozer yüklü dorse ile önünde diğer sanık Ö. Ç.'nın yönetimindeki eskortluk yapan araç ile birlikte Bursa'dan Orhaneli istikametine seyrederlerken, Büyükorhan ilçe merkezinde ekmek almak için duraklaması nedeniyle sanık Ö. Ç.'nın kullandığı eskort aracın geri kaldığı, olay mahalli olan viraja gelmeden önce karşı yönden nizami olarak kendi şeridinde seyir halinde bulunan şikayetçi C. Ç.'ın idaresindeki kamyonet ile olay mahalli olan virajda, çekicinin arkasındaki dozer yükü ve dorsenin genişliğinin 3 metre olması nedeniyle dorsenin sol arka kısmıyla çarpışması sonucunda, şikayetçi C. Ç.'ın nazal fraktür oluşacak şekilde yaralandığı ve aracında yolcu olarak bulunan oğlu M. Ç.'ın öldüğü, diğer yolculardan E.K.'in hayati tehlike geçirip damak kısmında parçalı kırık oluşacak, B. Ç., M. Ç. ve A. K.'nun da basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde yaralandıkları olayda; sanık Ö. Ç.'nın klavuzluk görevini aksatmadan yerine getirip, bıçaklı dozer yükü bulunan çekici ve dorseye yol boyunca ara vermeden yol göstermesi ve önden giderek diğer araçları da uyarması gerekirken, bu hususlara riayet etmediğinden tali derecede kusurlu olan sanık Ö. Ç. hakkında mahkûmiyet hükmü kurulması gerekirken, delilerin değerlendirilmesinde hataya düşülerek beraat kararı verilmesi ve olayda asli derecede kusurlu olduğu tespit edilen sanık M. Y. hakkında, TCK'nın 22/4 ve 61. maddelerine göre temel cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi şartları ile açıklanan oluş şekli, bir kişinin ölümü yanında şikayetçi olan beş yaralıdan ikisinin nitelikli şekilde yaralanmış olmaları hususları birlikte değerlendirilip, temel cezanın asgari hadden daha fazla uzaklaşmak suretiyle tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde eksik cezaya hükmedilmesi,…”

TAKSİRLİ EYLEM VE ÖLÜM ARASINDA İLLİYET BAĞI YOKLUĞU

12. CD. 6/11/2014 gün, 2013/30128 Esas 2014/22035 Karar
Anız yangınından etkilenerek ölen sürücünün karşı şeritten gelen araca çarparak kazaya neden olması,
“Sanığın, meskun mahal dışında, 7 metre genişliğindeki iki yönlü devlet yolunun kenarında bulunan tarlasında, gündüz vakti anız yaktığı, anızdan çıkan dumanların etkisi ile ölen araç sürücüsü E. Y.’ın, şerit tecavüzü yaparak, karşı yönden gelen ve hakkında beraat kararı verilen sanık D. B.’ün aracı ile bu sanığın şeridinde çarpıştığı, sanık D. B.’ün aracındaki bir kişinin öldüğü, kendisinin de yaralandığı ve kimseden şikayetçi olmadığı olayda; sanığın anız yakma şeklindeki eylemi ile meydana gelen sonuç arasında nedensellik bağı bulunmadığı, araç sürücülerinin yol ve hava şartlarına göre araçların hızlarını ayarlamakla ve buna göre tedbir almakla yükümlü bulundukları, sanığın eyleminin unsurları oluştuğu takdirde, 2872 sayılı Çevre Kanunu, 6831 sayılı Orman Kanunu ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu çerçevesinde değerlendirilebileceği gözetilmeden taksirle ölüme neden olmak suçundan yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kanuna aykırı olup…”

TAKSİRLE ÖLÜME NEDEN OLMA

TAKSİRLE ÖLÜME NEDEN OLMA
MADDE 85. - (5328 sk. Değ.) [1] Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(Asliye Ceza)
[2] Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Ağır Ceza)
GEREKÇE:
MADDE 85.– Madde metninde, taksirle öldürme suçu tanımlanmıştır. “Genel Hükümler” başlıklı Birinci Kitapta yer alan taksire ilişkin hükümler, bu suç açısından da geçerlidir.
Maddenin ikinci fıkrasına göre; fiilin, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla insanın ölümüyle birlikte, bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hâli, birinci fıkraya göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren neden oluşturmaktadır.
I. GENEL OLARAK
Günlük hayatta trafik kazaları, iş kazaları, cerrahi müdahaleler nedeniyle sıklıkla karşılaşılan suç; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu İkinci Kitap, İkinci Kısım’da “Hayata Karşı Suçlar” başlıklı Birinci Bölüm, TCK 85. Maddesinde düzenlenmiştir.
II. KORUNAN HUKUKİ DEĞER
Suçla korunan hukuki değer bölüm başlığında da gösterildiği üzere, “hayat hakkı”dır. Kişilerin gereken dikkat ve özeni göstermesinin sağlanması ile hayat hakkının korunması suçla korunan hukuki değerdir.
III. SUÇUN KONUSU
Kişilerin hayat hakkıdır.
IV. SUÇUN FAİL VE MAĞDURU
Suçun fail ve mağduru olmak bakımından yasa herhangi bir sınırlama göstermemektedir.
Trafik kazasına ya da iş kazasına taksirle neden olan herhangi bir kişi suçun faili olabilir. Ayrıca tıbbi müdahale sırasında gereken dikkat ve özeni göstermeyen hekim ya da yardımcı sağlık personeli de suçtan sorumlu olabilecektir.
Taksirde sorumluluğun esas belirleyicisinin illiyet teorilerine göre değişebileceğini söylemek mümkündür. Türk hukuku açısından uygun illiyet bağına göre neticeye sebep olan kişi ya da kişiler suçun faili olacaktır.
Suçun mağduru, suça konu hayat sonlandığına göre, onun yakınları ve özellikle mirasçılarıdır.
Taksirle ölüme neden olma suçu açısından mağdurun doğmuş ve yaşıyor olması şarttır.
12. CD. 8.4.2013 gün, 2013/5708 Esas 2013/9013 Karar
“Suç                     : Taksirle öldürme
Suç Tarihi             : 05.06.2005
Hüküm                 : Beraat
Temyiz Eden        : Katılan vekili
Tebliğnamedeki düşünce : Onama
Sanık U. T. Ö.’un jinekolog op. Dr. olarak ve sanık Ö. K.’ın ebe olarak görev yaptıkları Malazgirt Devlet Hastanesi’ne 05.06.2005 Pazar günü öğle saatlerinde müracaat eden katılanın aynı gün saat 17:50 sıralarında ölü bebek dünyaya getirdiği olayda;
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kurulu’nun 01.02.2006 tarihli raporunda bebeğin ölümünün, doğum eylemi sırasında oksijensiz kalmaya bağlı amniyon sıvısı aspirasyonu sonucu meydana gelmiş olduğunun, otopsi bulgularına göre bebeğin miadında ve ölü olarak doğmuş bulunduğunun; 3. İhtisas Kurulu’nun 15.06.2007 tarihli raporunda da travay takibinde 15-20 dakika aralarla kontraksiyonu takiben ÇKS’ye bakılması ve değerinin ölçülmesi gerektiği halde mevcut tıbbi belgelerde ve ifadelere göre 60-50 dakika aralarla ölçülmesinin yetersiz bir takip olduğu ve bu nedenle ebe Özlem Kabak’ın eyleminin eksik olduğunun, ancak çocuk kalp atışlarının fetoskop(ÇKS) ile takibi nedeniyle yanılgıların yüksek olabileceğinin, Dr. U. T. Ö.’un ifadesine göre NTS aleti bozuk olduğundan idarenin de işleyişinde eksiklik olduğunun bildirilmiş olmasına ve sanık Ö. K.’ın sanık doktoru aradığını ama ulaşamadığını savunmuş olmasına, katılanın herhangi bir yaralanmasından da bahsedilmemiş olmasına göre; ancak canlı doğmakla kazanılabilecek hak ehliyetine sahip kişilere karşı işlenebilecek olan taksirle öldürme suçunun somut olayda değerlendirilemeyeceğinin, fetusa karşı atılı suçun işlenemeyeceğinin gözetilmeyerek eylemleri TCK’nın 257. maddesindeki suçu oluşturan sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi,
Kanuna aykırı olup,…”
V. SUÇUN MADDİ UNSURU
Suçun maddi unsuru, kusurlu hareketler sonucu bir kişinin ölümüne neden olmaktır. Bu anlamda failin olay yerinde bulunup bulunmamasının suçun sübutuna etkisi yoktur. Asansör bakımı için gönderilen çalıştırılması yasak olan kişinin, çalışma sırasında ölümü halinde bu kişiyi çalıştıran kişinin sorumluluğuna gidilmesi için olay yerinde bulunması gerekli değildir. Lunaparkta, temizlik için çalıştırılan makinede elektrik kaçağı ile çalışan kişinin ölümüne neden olunması halinde de lunapark çalıştıranının olay yerinde bulunması gerekli olmayıp, suça konu aletlerin bakım ve onarımı konusunda gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi suçun sübutu yönünden yeterlidir.
VI. SUÇUN MANEVİ UNSURU
Suçun unsuru taksirdir. Madde metninde açıkça bu husus düzenlenmiştir.
VII. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ ŞEKİLLERİ
a- Teşebbüs:
Taksirli suça teşebbüs mümkün değildir.
b- İştirak:
Taksirli suçlara iştirak mümkün değildir.
c- İçtima:
İçtima konusunda özel bir hükme yer verilmemiştir. Ancak aynı eylemle birden fazla kişinin ölümü ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına sebep olma daha ağır yaptırıma bağlanmıştır.
VIII. SUÇA ETKİ EDEN NEDENLER
Suça etki eden hal ikinci fıkrada düzenlenmiştir. Birden fazla kişinin ölümü ya da bir ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir ya da birden fazla kişinin yaralanması halinde ağırlaşmış olan ceza hükmünün uygulanması söz konusu olur.
İlliyet bağının kesilmesi, sanığın bütün dikkat ve özeni göstermesine rağmen sonucun gerçekleşmesi, tıbbi müdahalenin tıp mevzuatına uygun olarak gerçekleştirilmesi hallerinde faile yüklenebilecek kusur bulunmadığından CMK 223/2-c gereğince manevi unsur yokluğu nedeniyle beraat kararı verilmesi gerekecektir.
Taksirli Suçlarda Şahsi Cezasızlık Sebebi ve Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep
Taksirli suçlar Türk Ceza Kanunu’nda istisnai olarak düzenlenmiş olup ancak kanunda açıkça yer alması halinde taksirli sorumluluk söz konusu olacaktır. TCK 22. Maddesi taksirli suçlarda şahsi cezasızlık haline yer vermiş olup, bu hal eylemin bilinçli taksirle işlenmesi halinde uygulanmayacaktır. Hazırlık aşamasında eylemin bilinçli taksirle işlenmiş olup olmadığı konusundaki takdir hakkı Cumhuriyet Savcısı’na aittir.
Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık halidir. Bilinçli taksirde bu unsurlara neticeyi öngörme kıstası da eklenecektir. Taksiri, kasttan ayıran unsur ise “istememe”dir. Fail, taksirli eylemde neticeyi istememiştir.
5237 sayılı TCK. 22/6 fıkrasına göre:
(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir’’.
Madde gerekçesine göre ise:
“Örneğin ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisinin ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla, sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hâllerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.
Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette ki hâkim bu husustaki takdirini kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır. Ancak, dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır; böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır. Fıkrada yazılı suç bilinçli taksir hâlinde işlenirse ceza yarıdan üçte birine kadar indirilebilir.”
Şahsi cezasızlık halinin şartları buna göre:
i-) Taksirli bir suçun bulunması,
ii-) Meydana gelen neticenin münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından etkili olması,
iii-) Meydana gelen etkinin, artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak nitelikte bir mağduriyete yol açmış olması şartlarının bir arada bulunması gerekir.
Aydın, kanundaki bu düzenleme ile kuramsal temelden yoksun, hukuka uygunluk nedeni mi yoksa kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden mi olduğu belli olmayan, cezanın şahsileştirilmesi sırasında dikkate alınması zorunlu bir halin üçüncü bir taksir şekli olduğu görüşündedir.[1] Kişisel ve ailevi durum terimi, kapsamı ve sınırları bilinen belli bir terim değildir. Arkadaşlık, akrabalık, cinsel yakınlık, fiili evlilik gibi haller bu kavramın içine sokulabilecek midir? Daraltıcı bir yorumla kişisel ve ailevi durum teriminden medeni kanun anlamında usûl ve füruu ve evliliği anlamanın en mantıklı değerlendirme olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca “kişisel ve ailevi” sözcüklerinin de hatalı düzenlendiği, madde metnine göre, salt arkadaşlığın bunun için yeterli olmayıp ayrıca ailevi bakımdan da yakınlığın bulunması gerekmektedir.[2]
Maddenin uygulanması açısından Medenin Kanun hükümlerine göre, alt-üst soy ve kardeşlik ilişkileri ile evlatlık ilişkisi dikkate alınacaktır. Ancak yakın arkadaş olma halinde kişisel ve ailevi durum bakımından ceza verilmesini gereksiz kıldığından bahsedilemez.
Şahin’e göre ise, münhasıran sanığın kişisel ve ailevi durumu ile ilişkilendirildiğinden, sanığın kişisel ve ailevi durumu, hâkim tarafından her olayda ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Sanığın medeni, sosyal ve ekonomik durumu, aile yapısı, ilişkileri ile aile bireylerine karşı yükümlülükleri değerlendirilerek, taksirli suçta sebebiyet verilen neticenin sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından ceza verilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açıp açmadığı tespit edilecek; akrabalık ya da Türk Medeni Kanunu anlamında evlilik ilişkisinden çok, somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılarak sanık ile mağdur veya suçtan zarar gören arasındaki kişisel ilişki, olay sebebiyle sanığın acı ve ızdırap duyup duymadığı meydana gelen neticenin bizatihi sanık ya da ailesi açısından mağduriyete yol açıp açmadığı gözetilecektir.[3]
Ceza Genel Kurulu, 23/11/2010 gün, 2010/9-196 Esas 2010/228 Karar sayılı ilâmı ile maddenin uygulanması açısından sınırlar belirtilmiştir; “…Dolayısıyla; bu fıkranın uygulanması bağlamında, aile kavramını çok geniş tutmanın sakıncaları yanında, bir ailenin kimlerden oluşacağının “sınırlı” olarak sayılması da doğru değildir. Burada yapılması gereken, fail ile mağdurun aynı aileden olup olmadığının her somut olayın özelliklerine göre ayrıca değerlendirilmesidir. Zira bazı durumlarda, kişilerin aynı aileden olup olmadıkları hususu sadece akrabalık bağının derecesine göre değil, tüm diğer bilgi ve belgelerle birlikte çözümlenmeli, belli bir derecede akrabalık bağının bulunması ise her zaman bu fıkranın uygulanmasını gerektirecek bir karine olarak değerlendirilmemelidir. (Örneğin, haklarında ayrılık kararı bulunan karı-kocanın durumu veya aralarında husumet bulunan iki kardeşin durumu gibi) Bu hususla ilgili olarak; failin, sadece kendisine değil, aynı ailede yer aldığı başka bir kişiye zarar vermek suretiyle “ailevi hayatına” da zarar vermesi gerekir. Bunun dışında, taksirli olayda, aynı aileden olmayan bir kişinin zarar görmesi de zaman zaman kişinin ailevi hayatını derinden etkileyebilirse de, böylesine dolaylı bir zarar, 22 nci maddenin altıncı fıkrasının uygulanmasını gerektirmez. (Örneğin, failin otomobil kullanırken, kusurlu hareketiyle esinin çok sevdiği bir arkadaşının veya akrabasının ölümüne neden olmasından ötürü, esiyle boşanmak zorunda kalmaları gibi…)….”
Kamu davasını açmada takdir hakkını kullanacak olan Cumhuriyet Savcısı, suçun işlendiği konusunda takipsizlik kararı verebilecektir. Ancak TCK 22/6 maddesinde cumhuriyet savcısı yine takipsizlik kararı verebilecektir. Ancak bu durumda suçun işlendiği konusunda yeterli delil bulunmaktadır.[4]
Şahsi cezasızlık nedeninin bulunması halinde, beraat kararı verilebilmesi mümkün değildir. Bu halde ancak CMK 223/4 maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi gerekir. Ancak bu karar şerikler yönünden de verilemez.[5]
Taksirli eylemin basit halinin işlenmesi halinde fail hakkında mevcut eylem nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına karar verilecek, fiilin bilinçli taksirle işlenmesi halinde ise TCK 22/6 maddesi gereğince cezadan indirim yapılacaktır.
Eylemin bilinçli taksirli gerçekleşmesi halinde, ancak cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep söz konusu olabilir. Eylemin ancak bilinçsiz taksirle işlenmesi halinde şahsi cezasızlık sebepleri söz konusu olabilir. Doğrudan kast, olası kast veya kast taksir birleşimleri halinde şahsi cezasızlık sebeplerinin uygulanması mümkün değildir.[6]
Fiilden dolayı failin; kişisel ve ailevi durumu itibarıyla zarara uğraması halinde de şahsi cezasızlık nedeni uygulanacaktır. Madde metnine göre, eylemin hem ailevi hem de kişisel durumu itibarıyla failin zararına olması gerekir. Her iki sözcük arasında “ve” bağlacı bulunması nedeniyle bu sonuca varılması gerekmektedir.
Madde metninde yer alan “münhasıran” sözcüğü ise, etkinin doğrudan doğruyalığı ile ilgilidir. Taksirli eylemin, münhasıran failin, kişisel ve ailevi hayatı etkilemiş olması gerekir. Örneğin, taksirli eylem sonucu failin kendi evi dışında başkalarının evinin yanması halinde şahsi cezasızlık nedeni uygulanmayacaktır.[7]
Şahsi cezasızlık sebebinin bulunması halinde kamu davası açılıp açılmaması doktrinde tartışmalıdır. Eylemin bilinçli/bilinçsiz taksir durumuna göre ayrım yapanlar yanında, somut olayın özelliklerine göre ceza verilmemesine ilişkin halin ancak hâkim tarafından değerlendirilebileceği bu nedenle hâkimin bunu değerlendirmesi gerektiği belirtilmektedir.[8]

IX. KOVUŞTURMA-GÖREVLİ MAHKEME-SUÇUN YAPTIRIMI VE ZAMANAŞIMI
a- Kovuşturma:
Suçun soruşturma ve kovuşturması re’sen yapılır. Suçun sübutu yönünde bilirkişi raporu ve olay yerinde yapılacak keşif ve bu işlemlerden sonra alınacak Adli Tıp Raporu ya da üniversite kürsülerinden oluşturulacak kuruldan alınacak bilirkişi raporları önemlidir. Çoğunlukla suçun sübutunu belirlemede etkilidir.
b- Görevli Mahkeme:
1. fıkrada düzenlenen suçta; 5235 sayılı kanunun 11. Maddesi gereğince, suçta Asliye Ceza Mahkemesi görevlidir.
İkinci fıkrada düzenlenen suçta 5235 sayılı kanunun 12. Maddesi gereğince Ağır Ceza Mahkemesi görevlidir.
c- Suçun Yaptırımı:
Birinci fıkrada düzenlenen yalnız bir kişinin ölümüne neden olma halinde iki yıldan altı yıla hapis cezası;
İkinci fıkrada düzenlenen bir kişinin ölümü ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma halinde iki yıldan onbeş yıla hapis cezası uygulanacaktır.
ç- Zamanaşımı:
Zamanaşımı süresi açısından TCK 66/1-d ve e bentleri dikkate alınacaktır:
“d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,
e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,”
Buna göre Asliye Ceza Mahkemesi’nin görev alanına giren birinci fıkrada belirlenen suçta e bendine göre sekiz yıl; d bendine giren halde ağır ceza mahkemesinin görevi kapsamına giren suçta ise onbeş yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.



[1]          Aydın, Ç., s. 41.
[2]          Aydın, Ç., s. 42., Özenbaş da çok yakın arkadaşın ölümüne ya da eşi ile birlikte aynı kazada yayanın da ölümüne neden olma halinde hükmün uygulanamayacağını belirterek, şahsi cezasızlık halinin uygulanmasındaki sorunlara işaret etmektedir. Özenbaş, s. 100.
[3]      Şahin, s. 867. Aynı görüşte, Elmacı, s. 284.
[4]      Aydın, Ç., s. 45. Elmacı, s. 279, Aydın, Devrim, s. 108.
[5]      Aydın, Ç., s. 46.
[6]      Elmacı, s. 282.
[7]      Elmacı, s. 285.
[8]      Elmacı, s. 288.

İNTİHARA YÖNLENDİRME

İNTİHARA YÖNLENDİRME
İntihara yönlendirme
Madde 84- (1) Başkasını intihara azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar kararını kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) İntiharın gerçekleşmesi durumunda, kişi dört yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Başkalarını intihara alenen teşvik eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Mülga ikinci cümle: 29/6/2005 – 5377/10 md.)
(4) İşlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan veya ortadan kaldırılan kişileri intihara sevk edenlerle cebir veya tehdit kullanmak suretiyle kişileri intihara mecbur edenler, kasten öldürme suçundan sorumlu tutulurlar.
GEREKÇE
MADDE 84.– Maddenin birinci fıkrasında bir başkasını intihara azmettirme, teşvik etme, başkasının intihar kararını kuvvetlendirme ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım etme fiilleri, seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmaktadır.
Canlı türü olarak insan, hayatını sürdürme konusunda bir içgüdüye sahiptir. Ancak, algılama yeteneğinin olmaması nedeniyle veya yakalandığı hastalıktan kaynaklanan acı ve ızdırabın etkisiyle kişide hayatını sona erdirmeye yönelik bir eğilim ortaya çıkabilir ve bunu bir irade açıklamasıyla ortaya koyabilir. Belirtmek gerekir ki, kişinin bu şartlar altında hayatını sona erdirme yönündeki iradesinin hukukî geçerliliği söz konusu değildir. Başka bir deyişle, belirtilen durumlarda hukuken muteber bir iradeden söz etmek mümkün değildir.
Ahlaken tasvip edilmeyen bir tasarruf olan intihar veya intihara teşebbüs olgusu, bizatihi cezalandırılabilir bir davranış niteliği taşımamaktadır. Buna karşılık, bir başkasını intihara azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar kararını kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kişinin bu fiilleri cezalandırılabilir niteliktedir.
Başlı başına cezalandırılabilir bir fiil olarak intihara yardım, esas itibarıyla icraî davranışla gerçekleştirilebilir. Ancak, intiharı önleme konusunda hukukî yükümlülük altında bulunan kişinin, bir intihar olgusuyla karşı karşıya olmasına rağmen, bu intihar girişimini engellememesi, bu girişim karşısında kayıtsız davranması; intihara ihmali davranışla yardım olarak nitelendirilmek gerekir. Ancak, bunun için, kişinin intiharı önleme konusunda hukukî bir yükümlülüğünün olması gerekir.
Maddenin ikinci fıkrasında, intihara teşvik veya yardım suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâli düzenlenmiştir. İntihara teşvik veya yardımın cezalandırılabilmesi için, kişinin intihar etmesi şart değildir. Teşvik veya yardım sonucunda intiharın gerçekleşmesi durumunda, söz konusu fıkraya göre cezanın artırılması gerekmektedir.
Üçüncü fıkrada, başkalarını intihara alenen teşvik edilmesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için, belli bir kişinin muhatap alınması gerekmemektedir. Aleniyet için aranan temel ölçüt, fiilin, gerçekleştiği koşullar itibarıyla belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olmasıdır. Keza, aleniyetin basın ve yayın yoluyla gerçekleşmesi durumunda artırma oranı ayrıca düzenlenmektedir.
Maddenin son fıkrasında, işlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan veya ortadan kaldırılan kişileri intihara sevk edenlerle, cebir veya tehdit kullanmak suretiyle kişileri intihara mecbur edenler, kasten öldürme suçundan sorumlu tutulacağı kabul edilmiştir. Aslında, bu durumda kasten öldürme suçu, mağdurun kendisinin araç olarak kullanılması suretiyle, yani dolaylı faillik şeklinde işlenmektedir.
I. GENEL OLARAK
İntihara azmettirme, müstakil bir suç olarak düzenlenmiş, böylelikle kişilerin hayat hakkı, kendilerine karşı da korunmuştur. Suçun ortaya çıkarılması, ispat ve sübutu oldukça güç olmakla birlikte kişilerin herhangi bir şekilde intihara azmettirilmesi, intihar kararının kuvvetlendirilmesi ya da başkasının intiharına yardım etme eylemleri yaptırım altına alınmıştır.
II. KORUNAN HUKUKİ DEĞER
Suçun düzenlendiği bölüm itibarıyla korunan hukuki değer hayat hakkıdır.
III. SUÇUN KONUSU
Suçun konusu mağdurun yaşama hakkıdır.
IV. SUÇUN MADDİ UNSURU
a- Fail:
Birinci fıkrada düzenlenen suçta:
Azmettiren; Mağdurda hiç bulunmayan intihar kararının ortaya çıkarılması, oluşmasının sağlanması,
Kuvvetlendiren, zaten alınmış olan intihar kararını kuvvetlendirmedir. Yüksek bir binanın en üst katına atlamak üzere çıkmış olan kişiye “atla” diye bağırılması örnek gösterilebilir.
Herhangi bir şekilde intihara yardım eden: Örneğin intihar edeceğini bildiği kişiye ilâç ya da zehir sağlamak gibi.
İkinci fıkra: Yukarıda belirtilen “azmettirme, kararı kuvvetlendirme, herhangi bir şekilde yardım eylemleri ile sonucun gerçekleşmesi halinde fail hakkında hükmedilecek ceza miktarını düzenlemektedir.
Üçüncü fıkra: Bir başkasını alenen intihara teşvik etmek eylemini cezalandırmaktadır. “Alenen” sözcüğü ile anlaşılması gereken başkalarının duyacağı şekildir.
Dördüncü fıkra açısından: İşlediği fiilin anlam ve sonuçlarını anlama yeteneği gelişmemiş veya ortadan kaldırılmış kişilerin intihara sevk edenler ve cebir ve tehdit kullanmak suretiyle kişileri intihara zorlayanlar kasten öldürme suçundan sorumlu olacaklardır.
b- Mağdur:
İradi olarak ya da iradesi zorlanarak veya herhangi bir şekilde intihar kararı kuvvetlendirilen, intihara azmettirilen, intihar etmesine yardım edilen, algılama yeteneği bulunmadığı halde intihar etmesine neden olunan kişi sonucun gerçekleşmiş olması halinde ise bunların yasal mirasçıları suçun mağdurudur.
Polat, intihara kalkışanların ortak özelliklerini şu şekilde belirtmektedir:
i- Kişi kendisinden nefret etmektedir.
ii- Kişi çelişki içerisindedir. Hem ölümü düşünmekte ve planlamakta, hem de intihar anında kurtarılmayı beklemektedir.
iii- Ölüm fikri belli zamanlarda yoğunlaşmakta ve sonra azalmaktadır.
iv- İntihara kalkışanlarda umutsuzluk hakim duygudur. Kişi, başka çıkış yolu olmadığını düşünmektedir.[1]
İntiharın en büyük sebebi, ruhsal rahatsızlıklardır. Alkolizm, kişilik bozuklukları, ergenlikte görülen intihar vakalarında ergen çevresinde intihar vakası gerçekleşmiş olması, alışılagelmiş sosyal desteğin kaybı, ateşli silahların kolay elde edilebilir olması, fiziksel rahatsızlık ya da eksiklikler intihar nedenleri olabilmektedir.[2] Bu haldeki bir kişinin intihara yönlendirilmesi oldukça kolay olacaktır. Bu tip subjektif unsurlar maddede belirtilen suçun oluşması açısından etkin değildir. Yani, kişide bulunan rahatsızlık, intihar eyleminin gerçekleşmiş olması halinde hukuka aykırılığı kaldıran bir neden olarak değerlendirilemez.
c- Hareket unsuru:
Birinci fıkrada düzenlenen suçta:
Azmettiren; Mağdurda hiç bulunmayan intihar kararının ortaya çıkarılması, oluşmasının sağlanması olduğuna göre kişiyi azmettirme;
Kuvvetlendiren, zaten alınmış olan intihar kararını kuvvetlendirmedir. Yüksek bir binanın en üst katına atlamak üzere çıkmış olan kişiye “atla” diye bağıran kişi suçun hareket unsurunu gerçekleştirmiştir.
Herhangi bir şekilde intihara yardım eden: Örneğin intihar edeceğini bildiği kişiye ilâç ya da zehir sağlamak gibi.
Kanunilik unsuru açısından her iki anlatım sorunlu görünmektedir. İntihar kararını kuvvetlendirme, herhangi bir şekilde intihara yardım suç kastıyla birlikte değerlendirilmelidir. Ancak verilmiş bir kararın hangi aşamadan itibaren kuvvetlendirildiği ya da hangi eylemlerin yardım etme olarak değerlendirileceği kavram ve kapsamı belirsiz eylemlerdir.
İkinci fıkra: Yukarıda belirtilen “azmettirme, kararı kuvvetlendirme, herhangi bir şekilde yardım eylemleri ile sonucun gerçekleşmesi halinde fail hakkında hükmedilecek ceza miktarını düzenlemektedir. İkinci fıkrada belirtilen eylemde herhangi bir şekilde ayrı bir hareket unsuruna yer verilmemiş, sonucun gerçekleşmiş olması halinde fail hakkında farklı bir cezaya hükmedileceği düzenlenmiştir. Buna göre, fail kendi elinde olmayan bir sonuçla cezalandırılmıştır. Birinci fıkrada kendisiyle aynı şartlarda bulunan faille arasındaki tek fark, kendi elinde olmayan bir nedenle neticenin gerçekleşmiş olmasıdır.
Üçüncü fıkra: Bir başkasını alenen intihara teşvik etmek eylemini cezalandırmaktadır. “Alenen” sözcüğü ile anlaşılması gereken başkalarının duyacağı şekildir.
Eylemin alenen gerçekleşmiş olması cezada artırım nedeni sayılmıştır.
Dördüncü fıkra açısından: İşlediği fiilin anlam ve sonuçlarını anlama yeteneği gelişmemiş veya ortadan kaldırılmış kişilerin intihara sevk edenler ve cebir ve tehdit kullanmak suretiyle kişileri intihara zorlayanlar kasten öldürme suçundan sorumlu olacaklardır.
V. SUÇUN MANEVİ UNSURU
Suçun taksirli şekline yer verilmemiştir. Bu nedenle ancak kasten ve olası kastla işlenebileceğini kabul etmek gerekir.
Başka bir şahsın iradesi nedeniyle oluşan bir suç söz konusu olduğundan TCK 30 maddesi anlamında hata hükümlerinin somut olayda varlığı incelenmelidir. Hata başlığını taşıyan TCK 30 maddesi:
“[1] Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır.
[2] Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
[3] Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
[4] (8.7.2005 T. 5377 sk ek) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.”
VI. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ ŞEKİLLERİ
a- Teşebbüs:
Suçun neticesi harekete bitişik olduğundan teşebbüs hükümlerinin hiçbir seçimlik harekette uygulanması mümkün değildir.
Azmettirmeye teşebbüs, kışkırtmaya teşebbüs, zorlamaya teşebbüs, kararı kuvvetlendirmeye teşebbüs eylemlerinin hiçbir şekilde icra hareketleri hazırlık hareketleri olarak bölünebilmesi mümkün değildir.
Ancak “herhangi bir şekilde yardım etmeye teşebbüs” eylemi icra hareketleri-hazırlık hareketleri olarak bölünebilir ise de, yardım etme eylemi gerçekleşmedikçe fail cezalandırılamayacağından, bu eylemin de teşebbüse elverişli olmadığını kabul etmek gerekir. Örneğin, eczaneye bu amaçla ilâç almaya giden kişi cezalandırılamaz. Çünkü suça ilişkin suç yolu (iter criminis)’na henüz girilmemiştir. Kullanmak üzere silâh veren kişi ise zaten eylemi tamamlanmıştır. Silâhı bu amaçla dolduran kişinin bu aşamada eylemini anlamlandırabilmek mümkün görünmemektedir.
b- İştirak:      
İştirake ilişkin herhangi bir özel hükme yer verilmemiştir. Bu nedenle genel hükümlerin uygulanması gerekecektir.
c- İçtima:
İçtima konusunda ayrıca bir hükme yer verilmediğinden bu konuda da genel hükümlerin uygulanacağını kabul etmek gerekir.
Maddenin 3. Fıkrası kanuni bir içtimaya yer vermiş olup, mağdurun ölmüş olması halinde, failin meydana gelen bu ağır netice dolayısıyla daha ağır cezalandırılmasını öngörmüştür.
Ayrıca 4. Fıkrada cebir ve tehdit kullanmak suretiyle kişileri intihara sevk etme eyleminin kasten öldürme suçundan sorumluluk gerektirdiğine yer verilmiştir. Bu durumda failin ayrıca cebir ve tehditten cezalandırılması söz konusu olmayacaktır. Çünkü gerek cebir gerekse tehdit suçun unsuru niteliğindedir.
VII. SUÇA ETKİ EDEN NEDENLER
Cezada herhangi bir indirim nedenine yer verilmemiştir. Ancak cezada artırım nedeni olarak:
i-) İntiharın gerçekleşmesi,
ii-) Alenen teşvik,
iii-) Algılama yeteneği gelişmemiş ya da ortadan kaldırılmış kişilerin intihara sevk edilmesi,
iv-) Cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle kişileri intihara mecbur edenlerin kasten öldürmeden sorumlu tutulacakları düzenlenmiştir. Bu halde TCK 81. Maddesi ile bu maddede belirtilen ağırlatıcı hükümlerin de dikkate alınması gerekir.
Kanunilik ilkesi gereğince “İntiharın gerçekleşmesi” ile mağdurun ölmesinin gerekip gerekmediği anlaşılmamaktadır. Ancak bu durumda mağdurun hastaneye kaldırılmış ve kurtarılmış olması halinde de failin bu ağır neticeden sorumlu tutulması gerekir. Çünkü ölüm neticesine yer verilmemiştir.
VIII. KOVUŞTURMA-GÖREVLİ MAHKEME-SUÇUN YAPTIRIMI VE ZAMANAŞIMI
a- Kovuşturma:
Suçun soruşturma ve kovuşturması re’sen yapılır.

b- Görevli Mahkeme:
5235 sayılı kanunun 11. maddesi gereğince, suçta Asliye Ceza Mahkemesi görevlidir.
4.fıkrada düzenlenen algılama yeteneği olmayan ya da ortadan kaldırılan kişinin intihara yönlendirilmesi ya da cebir veya tehditle intihara zorlama eyleminde ise Ağır Ceza Mahkemesi görevlidir.
c- Suçun Yaptırımı:
Birinci fıkrada düzenlenen suçun basit halinde; yani azmettirme, yardım, teşvik, kararı kuvvetlendirme eylemleri 2 yıldan 5 yıla hapis cezası,
İkinci fıkrada düzenlenen intihar eyleminin gerçekleşmiş olması hali; 4 yıldan 10 yıla hapis cezası;
Üçüncü fıkrada düzenlenen alenen teşvik hali 3 yıldan 8 yıla;
Dördüncü fıkrada düzenlenen; algılama yeteneği gelişmemiş, ortadan kaldırılan kişileri intihara yönlendirme veya cebir veya tehdit kullanarak intihara mecbur etme halinde ise TCK 81. Maddesinde belirtilen hükümler uygulanacaktır. Yani burada düzenlenen suçta TCK 81. Maddesine ilişkin ağırlaştırıcı hükümler de dikkate alınmak gerekir.
ç- Zamanaşımı:
Birinci fıkrada düzenlenen suçta, 8 yıl hapis cezası;
İkinci fıkrada düzenlenen intihar eyleminin gerçekleşmesi halinde, TCK 66/1-d maddesinde belirtilen halde 15 yıl;
Üçüncü fıkrada düzenlenen alenen teşvik halinde TCK 66/1-d maddesi gereğince yine 15 yıl;
Dördüncü fıkrada belirtilen halde ise, TCK 66/1-b müebbet hapis cezasını gerektiren halde 25 yıl;
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren halde TCK 66/1-a bendinde, otuz yıl dava zamanaşımı söz konusudur.



[1]      Polat, (Klinik…), s. 238.
[2]      Polat, (Klinik…), s. 239, 240. 

Arif Nazım - Şehidin Destanı

TIBBİ ETİK