20 Mayıs 2017 Cumartesi

TAKSİRLE ÖLÜME NEDEN OLMA

TAKSİRLE ÖLÜME NEDEN OLMA
MADDE 85. - (5328 sk. Değ.) [1] Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(Asliye Ceza)
[2] Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Ağır Ceza)
GEREKÇE:
MADDE 85.– Madde metninde, taksirle öldürme suçu tanımlanmıştır. “Genel Hükümler” başlıklı Birinci Kitapta yer alan taksire ilişkin hükümler, bu suç açısından da geçerlidir.
Maddenin ikinci fıkrasına göre; fiilin, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla insanın ölümüyle birlikte, bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hâli, birinci fıkraya göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren neden oluşturmaktadır.
I. GENEL OLARAK
Günlük hayatta trafik kazaları, iş kazaları, cerrahi müdahaleler nedeniyle sıklıkla karşılaşılan suç; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu İkinci Kitap, İkinci Kısım’da “Hayata Karşı Suçlar” başlıklı Birinci Bölüm, TCK 85. Maddesinde düzenlenmiştir.
II. KORUNAN HUKUKİ DEĞER
Suçla korunan hukuki değer bölüm başlığında da gösterildiği üzere, “hayat hakkı”dır. Kişilerin gereken dikkat ve özeni göstermesinin sağlanması ile hayat hakkının korunması suçla korunan hukuki değerdir.
III. SUÇUN KONUSU
Kişilerin hayat hakkıdır.
IV. SUÇUN FAİL VE MAĞDURU
Suçun fail ve mağduru olmak bakımından yasa herhangi bir sınırlama göstermemektedir.
Trafik kazasına ya da iş kazasına taksirle neden olan herhangi bir kişi suçun faili olabilir. Ayrıca tıbbi müdahale sırasında gereken dikkat ve özeni göstermeyen hekim ya da yardımcı sağlık personeli de suçtan sorumlu olabilecektir.
Taksirde sorumluluğun esas belirleyicisinin illiyet teorilerine göre değişebileceğini söylemek mümkündür. Türk hukuku açısından uygun illiyet bağına göre neticeye sebep olan kişi ya da kişiler suçun faili olacaktır.
Suçun mağduru, suça konu hayat sonlandığına göre, onun yakınları ve özellikle mirasçılarıdır.
Taksirle ölüme neden olma suçu açısından mağdurun doğmuş ve yaşıyor olması şarttır.
12. CD. 8.4.2013 gün, 2013/5708 Esas 2013/9013 Karar
“Suç                     : Taksirle öldürme
Suç Tarihi             : 05.06.2005
Hüküm                 : Beraat
Temyiz Eden        : Katılan vekili
Tebliğnamedeki düşünce : Onama
Sanık U. T. Ö.’un jinekolog op. Dr. olarak ve sanık Ö. K.’ın ebe olarak görev yaptıkları Malazgirt Devlet Hastanesi’ne 05.06.2005 Pazar günü öğle saatlerinde müracaat eden katılanın aynı gün saat 17:50 sıralarında ölü bebek dünyaya getirdiği olayda;
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kurulu’nun 01.02.2006 tarihli raporunda bebeğin ölümünün, doğum eylemi sırasında oksijensiz kalmaya bağlı amniyon sıvısı aspirasyonu sonucu meydana gelmiş olduğunun, otopsi bulgularına göre bebeğin miadında ve ölü olarak doğmuş bulunduğunun; 3. İhtisas Kurulu’nun 15.06.2007 tarihli raporunda da travay takibinde 15-20 dakika aralarla kontraksiyonu takiben ÇKS’ye bakılması ve değerinin ölçülmesi gerektiği halde mevcut tıbbi belgelerde ve ifadelere göre 60-50 dakika aralarla ölçülmesinin yetersiz bir takip olduğu ve bu nedenle ebe Özlem Kabak’ın eyleminin eksik olduğunun, ancak çocuk kalp atışlarının fetoskop(ÇKS) ile takibi nedeniyle yanılgıların yüksek olabileceğinin, Dr. U. T. Ö.’un ifadesine göre NTS aleti bozuk olduğundan idarenin de işleyişinde eksiklik olduğunun bildirilmiş olmasına ve sanık Ö. K.’ın sanık doktoru aradığını ama ulaşamadığını savunmuş olmasına, katılanın herhangi bir yaralanmasından da bahsedilmemiş olmasına göre; ancak canlı doğmakla kazanılabilecek hak ehliyetine sahip kişilere karşı işlenebilecek olan taksirle öldürme suçunun somut olayda değerlendirilemeyeceğinin, fetusa karşı atılı suçun işlenemeyeceğinin gözetilmeyerek eylemleri TCK’nın 257. maddesindeki suçu oluşturan sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi,
Kanuna aykırı olup,…”
V. SUÇUN MADDİ UNSURU
Suçun maddi unsuru, kusurlu hareketler sonucu bir kişinin ölümüne neden olmaktır. Bu anlamda failin olay yerinde bulunup bulunmamasının suçun sübutuna etkisi yoktur. Asansör bakımı için gönderilen çalıştırılması yasak olan kişinin, çalışma sırasında ölümü halinde bu kişiyi çalıştıran kişinin sorumluluğuna gidilmesi için olay yerinde bulunması gerekli değildir. Lunaparkta, temizlik için çalıştırılan makinede elektrik kaçağı ile çalışan kişinin ölümüne neden olunması halinde de lunapark çalıştıranının olay yerinde bulunması gerekli olmayıp, suça konu aletlerin bakım ve onarımı konusunda gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi suçun sübutu yönünden yeterlidir.
VI. SUÇUN MANEVİ UNSURU
Suçun unsuru taksirdir. Madde metninde açıkça bu husus düzenlenmiştir.
VII. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ ŞEKİLLERİ
a- Teşebbüs:
Taksirli suça teşebbüs mümkün değildir.
b- İştirak:
Taksirli suçlara iştirak mümkün değildir.
c- İçtima:
İçtima konusunda özel bir hükme yer verilmemiştir. Ancak aynı eylemle birden fazla kişinin ölümü ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına sebep olma daha ağır yaptırıma bağlanmıştır.
VIII. SUÇA ETKİ EDEN NEDENLER
Suça etki eden hal ikinci fıkrada düzenlenmiştir. Birden fazla kişinin ölümü ya da bir ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir ya da birden fazla kişinin yaralanması halinde ağırlaşmış olan ceza hükmünün uygulanması söz konusu olur.
İlliyet bağının kesilmesi, sanığın bütün dikkat ve özeni göstermesine rağmen sonucun gerçekleşmesi, tıbbi müdahalenin tıp mevzuatına uygun olarak gerçekleştirilmesi hallerinde faile yüklenebilecek kusur bulunmadığından CMK 223/2-c gereğince manevi unsur yokluğu nedeniyle beraat kararı verilmesi gerekecektir.
Taksirli Suçlarda Şahsi Cezasızlık Sebebi ve Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep
Taksirli suçlar Türk Ceza Kanunu’nda istisnai olarak düzenlenmiş olup ancak kanunda açıkça yer alması halinde taksirli sorumluluk söz konusu olacaktır. TCK 22. Maddesi taksirli suçlarda şahsi cezasızlık haline yer vermiş olup, bu hal eylemin bilinçli taksirle işlenmesi halinde uygulanmayacaktır. Hazırlık aşamasında eylemin bilinçli taksirle işlenmiş olup olmadığı konusundaki takdir hakkı Cumhuriyet Savcısı’na aittir.
Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık halidir. Bilinçli taksirde bu unsurlara neticeyi öngörme kıstası da eklenecektir. Taksiri, kasttan ayıran unsur ise “istememe”dir. Fail, taksirli eylemde neticeyi istememiştir.
5237 sayılı TCK. 22/6 fıkrasına göre:
(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir’’.
Madde gerekçesine göre ise:
“Örneğin ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisinin ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla, sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hâllerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.
Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette ki hâkim bu husustaki takdirini kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır. Ancak, dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır; böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır. Fıkrada yazılı suç bilinçli taksir hâlinde işlenirse ceza yarıdan üçte birine kadar indirilebilir.”
Şahsi cezasızlık halinin şartları buna göre:
i-) Taksirli bir suçun bulunması,
ii-) Meydana gelen neticenin münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından etkili olması,
iii-) Meydana gelen etkinin, artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak nitelikte bir mağduriyete yol açmış olması şartlarının bir arada bulunması gerekir.
Aydın, kanundaki bu düzenleme ile kuramsal temelden yoksun, hukuka uygunluk nedeni mi yoksa kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden mi olduğu belli olmayan, cezanın şahsileştirilmesi sırasında dikkate alınması zorunlu bir halin üçüncü bir taksir şekli olduğu görüşündedir.[1] Kişisel ve ailevi durum terimi, kapsamı ve sınırları bilinen belli bir terim değildir. Arkadaşlık, akrabalık, cinsel yakınlık, fiili evlilik gibi haller bu kavramın içine sokulabilecek midir? Daraltıcı bir yorumla kişisel ve ailevi durum teriminden medeni kanun anlamında usûl ve füruu ve evliliği anlamanın en mantıklı değerlendirme olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca “kişisel ve ailevi” sözcüklerinin de hatalı düzenlendiği, madde metnine göre, salt arkadaşlığın bunun için yeterli olmayıp ayrıca ailevi bakımdan da yakınlığın bulunması gerekmektedir.[2]
Maddenin uygulanması açısından Medenin Kanun hükümlerine göre, alt-üst soy ve kardeşlik ilişkileri ile evlatlık ilişkisi dikkate alınacaktır. Ancak yakın arkadaş olma halinde kişisel ve ailevi durum bakımından ceza verilmesini gereksiz kıldığından bahsedilemez.
Şahin’e göre ise, münhasıran sanığın kişisel ve ailevi durumu ile ilişkilendirildiğinden, sanığın kişisel ve ailevi durumu, hâkim tarafından her olayda ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Sanığın medeni, sosyal ve ekonomik durumu, aile yapısı, ilişkileri ile aile bireylerine karşı yükümlülükleri değerlendirilerek, taksirli suçta sebebiyet verilen neticenin sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından ceza verilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açıp açmadığı tespit edilecek; akrabalık ya da Türk Medeni Kanunu anlamında evlilik ilişkisinden çok, somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılarak sanık ile mağdur veya suçtan zarar gören arasındaki kişisel ilişki, olay sebebiyle sanığın acı ve ızdırap duyup duymadığı meydana gelen neticenin bizatihi sanık ya da ailesi açısından mağduriyete yol açıp açmadığı gözetilecektir.[3]
Ceza Genel Kurulu, 23/11/2010 gün, 2010/9-196 Esas 2010/228 Karar sayılı ilâmı ile maddenin uygulanması açısından sınırlar belirtilmiştir; “…Dolayısıyla; bu fıkranın uygulanması bağlamında, aile kavramını çok geniş tutmanın sakıncaları yanında, bir ailenin kimlerden oluşacağının “sınırlı” olarak sayılması da doğru değildir. Burada yapılması gereken, fail ile mağdurun aynı aileden olup olmadığının her somut olayın özelliklerine göre ayrıca değerlendirilmesidir. Zira bazı durumlarda, kişilerin aynı aileden olup olmadıkları hususu sadece akrabalık bağının derecesine göre değil, tüm diğer bilgi ve belgelerle birlikte çözümlenmeli, belli bir derecede akrabalık bağının bulunması ise her zaman bu fıkranın uygulanmasını gerektirecek bir karine olarak değerlendirilmemelidir. (Örneğin, haklarında ayrılık kararı bulunan karı-kocanın durumu veya aralarında husumet bulunan iki kardeşin durumu gibi) Bu hususla ilgili olarak; failin, sadece kendisine değil, aynı ailede yer aldığı başka bir kişiye zarar vermek suretiyle “ailevi hayatına” da zarar vermesi gerekir. Bunun dışında, taksirli olayda, aynı aileden olmayan bir kişinin zarar görmesi de zaman zaman kişinin ailevi hayatını derinden etkileyebilirse de, böylesine dolaylı bir zarar, 22 nci maddenin altıncı fıkrasının uygulanmasını gerektirmez. (Örneğin, failin otomobil kullanırken, kusurlu hareketiyle esinin çok sevdiği bir arkadaşının veya akrabasının ölümüne neden olmasından ötürü, esiyle boşanmak zorunda kalmaları gibi…)….”
Kamu davasını açmada takdir hakkını kullanacak olan Cumhuriyet Savcısı, suçun işlendiği konusunda takipsizlik kararı verebilecektir. Ancak TCK 22/6 maddesinde cumhuriyet savcısı yine takipsizlik kararı verebilecektir. Ancak bu durumda suçun işlendiği konusunda yeterli delil bulunmaktadır.[4]
Şahsi cezasızlık nedeninin bulunması halinde, beraat kararı verilebilmesi mümkün değildir. Bu halde ancak CMK 223/4 maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi gerekir. Ancak bu karar şerikler yönünden de verilemez.[5]
Taksirli eylemin basit halinin işlenmesi halinde fail hakkında mevcut eylem nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına karar verilecek, fiilin bilinçli taksirle işlenmesi halinde ise TCK 22/6 maddesi gereğince cezadan indirim yapılacaktır.
Eylemin bilinçli taksirli gerçekleşmesi halinde, ancak cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep söz konusu olabilir. Eylemin ancak bilinçsiz taksirle işlenmesi halinde şahsi cezasızlık sebepleri söz konusu olabilir. Doğrudan kast, olası kast veya kast taksir birleşimleri halinde şahsi cezasızlık sebeplerinin uygulanması mümkün değildir.[6]
Fiilden dolayı failin; kişisel ve ailevi durumu itibarıyla zarara uğraması halinde de şahsi cezasızlık nedeni uygulanacaktır. Madde metnine göre, eylemin hem ailevi hem de kişisel durumu itibarıyla failin zararına olması gerekir. Her iki sözcük arasında “ve” bağlacı bulunması nedeniyle bu sonuca varılması gerekmektedir.
Madde metninde yer alan “münhasıran” sözcüğü ise, etkinin doğrudan doğruyalığı ile ilgilidir. Taksirli eylemin, münhasıran failin, kişisel ve ailevi hayatı etkilemiş olması gerekir. Örneğin, taksirli eylem sonucu failin kendi evi dışında başkalarının evinin yanması halinde şahsi cezasızlık nedeni uygulanmayacaktır.[7]
Şahsi cezasızlık sebebinin bulunması halinde kamu davası açılıp açılmaması doktrinde tartışmalıdır. Eylemin bilinçli/bilinçsiz taksir durumuna göre ayrım yapanlar yanında, somut olayın özelliklerine göre ceza verilmemesine ilişkin halin ancak hâkim tarafından değerlendirilebileceği bu nedenle hâkimin bunu değerlendirmesi gerektiği belirtilmektedir.[8]

IX. KOVUŞTURMA-GÖREVLİ MAHKEME-SUÇUN YAPTIRIMI VE ZAMANAŞIMI
a- Kovuşturma:
Suçun soruşturma ve kovuşturması re’sen yapılır. Suçun sübutu yönünde bilirkişi raporu ve olay yerinde yapılacak keşif ve bu işlemlerden sonra alınacak Adli Tıp Raporu ya da üniversite kürsülerinden oluşturulacak kuruldan alınacak bilirkişi raporları önemlidir. Çoğunlukla suçun sübutunu belirlemede etkilidir.
b- Görevli Mahkeme:
1. fıkrada düzenlenen suçta; 5235 sayılı kanunun 11. Maddesi gereğince, suçta Asliye Ceza Mahkemesi görevlidir.
İkinci fıkrada düzenlenen suçta 5235 sayılı kanunun 12. Maddesi gereğince Ağır Ceza Mahkemesi görevlidir.
c- Suçun Yaptırımı:
Birinci fıkrada düzenlenen yalnız bir kişinin ölümüne neden olma halinde iki yıldan altı yıla hapis cezası;
İkinci fıkrada düzenlenen bir kişinin ölümü ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma halinde iki yıldan onbeş yıla hapis cezası uygulanacaktır.
ç- Zamanaşımı:
Zamanaşımı süresi açısından TCK 66/1-d ve e bentleri dikkate alınacaktır:
“d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,
e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,”
Buna göre Asliye Ceza Mahkemesi’nin görev alanına giren birinci fıkrada belirlenen suçta e bendine göre sekiz yıl; d bendine giren halde ağır ceza mahkemesinin görevi kapsamına giren suçta ise onbeş yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.



[1]          Aydın, Ç., s. 41.
[2]          Aydın, Ç., s. 42., Özenbaş da çok yakın arkadaşın ölümüne ya da eşi ile birlikte aynı kazada yayanın da ölümüne neden olma halinde hükmün uygulanamayacağını belirterek, şahsi cezasızlık halinin uygulanmasındaki sorunlara işaret etmektedir. Özenbaş, s. 100.
[3]      Şahin, s. 867. Aynı görüşte, Elmacı, s. 284.
[4]      Aydın, Ç., s. 45. Elmacı, s. 279, Aydın, Devrim, s. 108.
[5]      Aydın, Ç., s. 46.
[6]      Elmacı, s. 282.
[7]      Elmacı, s. 285.
[8]      Elmacı, s. 288.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

aklımda-

 sın

TIBBİ ETİK