TAKSİRLE ÖLÜME NEDEN
OLMA
MADDE 85. - (5328 sk. Değ.)
[1] Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.(Asliye Ceza)
[2] Fiil, birden
fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir
veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Ağır Ceza)
|
GEREKÇE:
MADDE 85.– Madde metninde,
taksirle öldürme suçu tanımlanmıştır. “Genel Hükümler” başlıklı Birinci Kitapta
yer alan taksire ilişkin hükümler, bu suç açısından da geçerlidir.
Maddenin ikinci
fıkrasına göre; fiilin, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla
insanın ölümüyle birlikte, bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması
hâli, birinci fıkraya göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren neden
oluşturmaktadır.
I. GENEL OLARAK
Günlük
hayatta trafik kazaları, iş kazaları, cerrahi müdahaleler nedeniyle sıklıkla karşılaşılan
suç; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu İkinci Kitap, İkinci Kısım’da “Hayata Karşı Suçlar”
başlıklı Birinci Bölüm, TCK 85. Maddesinde düzenlenmiştir.
II. KORUNAN HUKUKİ DEĞER
Suçla
korunan hukuki değer bölüm başlığında da gösterildiği üzere, “hayat hakkı”dır. Kişilerin
gereken dikkat ve özeni göstermesinin sağlanması ile hayat hakkının korunması suçla
korunan hukuki değerdir.
III. SUÇUN KONUSU
Kişilerin
hayat hakkıdır.
IV. SUÇUN FAİL VE MAĞDURU
Suçun
fail ve mağduru olmak bakımından yasa herhangi bir sınırlama göstermemektedir.
Trafik
kazasına ya da iş kazasına taksirle neden olan herhangi bir kişi suçun faili olabilir.
Ayrıca tıbbi müdahale sırasında gereken dikkat ve özeni göstermeyen hekim ya da
yardımcı sağlık personeli de suçtan sorumlu olabilecektir.
Taksirde
sorumluluğun esas belirleyicisinin illiyet teorilerine göre değişebileceğini söylemek
mümkündür. Türk hukuku açısından uygun illiyet bağına göre neticeye sebep olan kişi
ya da kişiler suçun faili olacaktır.
Suçun
mağduru, suça konu hayat sonlandığına göre, onun yakınları ve özellikle mirasçılarıdır.
Taksirle
ölüme neden olma suçu açısından mağdurun doğmuş ve yaşıyor olması şarttır.
12. CD. 8.4.2013 gün, 2013/5708 Esas 2013/9013
Karar
“Suç : Taksirle
öldürme
Suç Tarihi : 05.06.2005
Hüküm : Beraat
Temyiz Eden : Katılan vekili
Tebliğnamedeki düşünce : Onama
…
Sanık
U. T. Ö.’un jinekolog op. Dr. olarak ve sanık Ö. K.’ın ebe olarak görev yaptıkları
Malazgirt Devlet Hastanesi’ne 05.06.2005 Pazar günü öğle saatlerinde müracaat eden
katılanın aynı gün saat 17:50 sıralarında ölü bebek dünyaya getirdiği olayda;
Adli
Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kurulu’nun 01.02.2006 tarihli raporunda bebeğin
ölümünün, doğum eylemi sırasında oksijensiz kalmaya bağlı amniyon sıvısı aspirasyonu
sonucu meydana gelmiş olduğunun, otopsi bulgularına göre bebeğin miadında ve ölü
olarak doğmuş bulunduğunun; 3. İhtisas Kurulu’nun 15.06.2007 tarihli raporunda da
travay takibinde 15-20 dakika aralarla kontraksiyonu takiben ÇKS’ye bakılması ve
değerinin ölçülmesi gerektiği halde mevcut tıbbi belgelerde ve ifadelere göre 60-50
dakika aralarla ölçülmesinin yetersiz bir takip olduğu ve bu nedenle ebe Özlem Kabak’ın
eyleminin eksik olduğunun, ancak çocuk kalp atışlarının fetoskop(ÇKS) ile takibi
nedeniyle yanılgıların yüksek olabileceğinin, Dr. U. T. Ö.’un ifadesine göre NTS
aleti bozuk olduğundan idarenin de işleyişinde eksiklik olduğunun bildirilmiş olmasına
ve sanık Ö. K.’ın sanık doktoru aradığını ama ulaşamadığını savunmuş olmasına, katılanın
herhangi bir yaralanmasından da bahsedilmemiş olmasına göre; ancak canlı doğmakla
kazanılabilecek hak ehliyetine sahip kişilere karşı işlenebilecek olan taksirle öldürme suçunun somut olayda değerlendirilemeyeceğinin,
fetusa karşı atılı suçun işlenemeyeceğinin gözetilmeyerek eylemleri TCK’nın 257.
maddesindeki suçu oluşturan sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi,
Kanuna
aykırı olup,…”
V. SUÇUN MADDİ UNSURU
Suçun
maddi unsuru, kusurlu hareketler sonucu bir kişinin ölümüne neden olmaktır. Bu anlamda
failin olay yerinde bulunup bulunmamasının suçun sübutuna etkisi yoktur. Asansör
bakımı için gönderilen çalıştırılması yasak olan kişinin, çalışma sırasında ölümü
halinde bu kişiyi çalıştıran kişinin sorumluluğuna gidilmesi için olay yerinde bulunması
gerekli değildir. Lunaparkta, temizlik için çalıştırılan makinede elektrik kaçağı
ile çalışan kişinin ölümüne neden olunması halinde de lunapark çalıştıranının olay
yerinde bulunması gerekli olmayıp, suça konu aletlerin bakım ve onarımı konusunda
gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi suçun sübutu yönünden yeterlidir.
VI. SUÇUN MANEVİ UNSURU
Suçun
unsuru taksirdir. Madde metninde açıkça bu husus düzenlenmiştir.
VII. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ ŞEKİLLERİ
a- Teşebbüs:
Taksirli
suça teşebbüs mümkün değildir.
b- İştirak:
Taksirli suçlara iştirak mümkün değildir.
c- İçtima:
İçtima
konusunda özel bir hükme yer verilmemiştir. Ancak aynı eylemle birden fazla kişinin
ölümü ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla
kişinin yaralanmasına sebep olma daha ağır yaptırıma bağlanmıştır.
VIII. SUÇA ETKİ EDEN NEDENLER
Suça
etki eden hal ikinci fıkrada düzenlenmiştir. Birden fazla kişinin ölümü ya da bir
ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir ya da birden fazla kişinin yaralanması
halinde ağırlaşmış olan ceza hükmünün uygulanması söz konusu olur.
İlliyet
bağının kesilmesi, sanığın bütün dikkat ve özeni göstermesine rağmen sonucun gerçekleşmesi,
tıbbi müdahalenin tıp mevzuatına uygun olarak gerçekleştirilmesi hallerinde faile
yüklenebilecek kusur bulunmadığından CMK 223/2-c gereğince manevi unsur yokluğu
nedeniyle beraat kararı verilmesi gerekecektir.
Taksirli Suçlarda Şahsi
Cezasızlık Sebebi ve Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep
Taksirli suçlar Türk Ceza Kanunu’nda istisnai olarak
düzenlenmiş olup ancak kanunda açıkça yer alması halinde taksirli sorumluluk söz
konusu olacaktır. TCK 22. Maddesi taksirli suçlarda şahsi cezasızlık haline yer
vermiş olup, bu hal eylemin bilinçli taksirle işlenmesi halinde uygulanmayacaktır.
Hazırlık aşamasında eylemin bilinçli taksirle işlenmiş olup olmadığı konusundaki
takdir hakkı Cumhuriyet Savcısı’na aittir.
Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık halidir.
Bilinçli taksirde bu unsurlara neticeyi öngörme kıstası da eklenecektir. Taksiri,
kasttan ayıran unsur ise “istememe”dir. Fail, taksirli eylemde neticeyi istememiştir.
5237 sayılı TCK. 22/6 fıkrasına göre:
“(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice,
münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu
bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir
halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir’’.
Madde gerekçesine göre ise:
“Örneğin ülkemizde
özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana
gelen netice itibarıyla bizzat kendisinin ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete
uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat
zorlukları itibarıyla, sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına
gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocukların yaralandıkları veya
öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer
olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hâllerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya
uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu
uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca, ailenin tümüyle ağır derecede
mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.
Söz konusu fıkraya
göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette ki hâkim
bu husustaki takdirini kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini,
söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır.
Ancak, dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran
failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır;
böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir
netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır. Fıkrada yazılı suç bilinçli
taksir hâlinde işlenirse ceza yarıdan üçte birine kadar indirilebilir.”
Şahsi cezasızlık halinin şartları buna göre:
i-) Taksirli bir suçun bulunması,
ii-) Meydana gelen neticenin münhasıran failin kişisel
ve ailevi durumu bakımından etkili olması,
iii-) Meydana gelen etkinin, artık bir cezaya hükmedilmesini
gereksiz kılacak nitelikte bir mağduriyete yol açmış olması şartlarının bir arada
bulunması gerekir.
Aydın, kanundaki bu düzenleme ile kuramsal temelden
yoksun, hukuka uygunluk nedeni mi yoksa kusurluluğu ortadan kaldıran
bir neden mi olduğu belli olmayan, cezanın şahsileştirilmesi sırasında dikkate alınması
zorunlu bir halin üçüncü bir taksir şekli olduğu görüşündedir.[1]
Kişisel ve ailevi durum terimi, kapsamı ve sınırları bilinen belli bir terim değildir.
Arkadaşlık, akrabalık, cinsel yakınlık, fiili evlilik gibi haller bu kavramın içine
sokulabilecek midir? Daraltıcı bir yorumla kişisel ve ailevi durum teriminden medeni
kanun anlamında usûl ve füruu ve evliliği anlamanın en mantıklı değerlendirme olduğu
anlaşılmaktadır. Ayrıca “kişisel ve ailevi”
sözcüklerinin de hatalı düzenlendiği, madde metnine göre, salt arkadaşlığın bunun
için yeterli olmayıp ayrıca ailevi bakımdan da yakınlığın bulunması gerekmektedir.[2]
Maddenin uygulanması açısından Medenin Kanun hükümlerine
göre, alt-üst soy ve kardeşlik ilişkileri ile evlatlık ilişkisi dikkate alınacaktır.
Ancak yakın arkadaş olma halinde kişisel ve ailevi durum bakımından ceza verilmesini
gereksiz kıldığından bahsedilemez.
Şahin’e göre ise, münhasıran sanığın kişisel ve ailevi
durumu ile ilişkilendirildiğinden, sanığın kişisel ve ailevi durumu, hâkim tarafından
her olayda ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Sanığın medeni, sosyal ve ekonomik durumu,
aile yapısı, ilişkileri ile aile bireylerine karşı yükümlülükleri değerlendirilerek,
taksirli suçta sebebiyet verilen neticenin sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından
ceza verilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açıp açmadığı tespit
edilecek; akrabalık ya da Türk Medeni Kanunu anlamında evlilik ilişkisinden çok,
somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılarak sanık ile mağdur veya suçtan
zarar gören arasındaki kişisel ilişki, olay sebebiyle sanığın acı ve ızdırap duyup
duymadığı meydana gelen neticenin bizatihi sanık ya da ailesi açısından mağduriyete
yol açıp açmadığı gözetilecektir.[3]
Ceza Genel Kurulu, 23/11/2010 gün, 2010/9-196 Esas 2010/228
Karar sayılı ilâmı ile maddenin uygulanması açısından sınırlar belirtilmiştir; “…Dolayısıyla; bu
fıkranın uygulanması bağlamında, aile kavramını
çok geniş tutmanın sakıncaları yanında, bir ailenin kimlerden oluşacağının “sınırlı” olarak sayılması da
doğru değildir. Burada yapılması gereken,
fail ile mağdurun aynı aileden
olup olmadığının her somut olayın
özelliklerine göre ayrıca değerlendirilmesidir. Zira bazı durumlarda, kişilerin aynı aileden olup olmadıkları
hususu sadece akrabalık bağının derecesine göre değil, tüm diğer bilgi ve belgelerle
birlikte çözümlenmeli, belli bir derecede akrabalık bağının bulunması ise her zaman bu fıkranın
uygulanmasını gerektirecek bir karine olarak değerlendirilmemelidir. (Örneğin, haklarında ayrılık kararı bulunan
karı-kocanın durumu veya aralarında husumet bulunan iki kardeşin durumu gibi) Bu
hususla ilgili olarak; failin, sadece kendisine değil, aynı ailede yer aldığı başka bir kişiye zarar vermek suretiyle
“ailevi hayatına” da zarar vermesi gerekir. Bunun dışında, taksirli olayda,
aynı aileden olmayan bir kişinin zarar görmesi de zaman zaman kişinin ailevi hayatını derinden etkileyebilirse
de, böylesine dolaylı bir zarar, 22 nci maddenin altıncı fıkrasının uygulanmasını
gerektirmez. (Örneğin, failin otomobil
kullanırken, kusurlu hareketiyle esinin çok sevdiği bir arkadaşının
veya akrabasının ölümüne neden olmasından ötürü, esiyle boşanmak zorunda kalmaları gibi…)….”
Kamu davasını açmada takdir hakkını kullanacak olan
Cumhuriyet Savcısı, suçun işlendiği konusunda takipsizlik kararı verebilecektir.
Ancak TCK 22/6 maddesinde cumhuriyet savcısı yine takipsizlik kararı verebilecektir.
Ancak bu durumda suçun işlendiği konusunda yeterli delil bulunmaktadır.[4]
Şahsi cezasızlık nedeninin bulunması halinde, beraat
kararı verilebilmesi mümkün değildir. Bu halde ancak CMK 223/4 maddesi gereğince
ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi gerekir. Ancak bu karar şerikler
yönünden de verilemez.[5]
Taksirli eylemin basit halinin işlenmesi halinde fail
hakkında mevcut eylem nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına karar verilecek,
fiilin bilinçli taksirle işlenmesi halinde ise TCK 22/6 maddesi gereğince cezadan
indirim yapılacaktır.
Eylemin
bilinçli taksirli gerçekleşmesi halinde, ancak cezada indirim yapılmasını gerektiren
şahsi sebep söz konusu olabilir. Eylemin ancak bilinçsiz taksirle işlenmesi halinde
şahsi cezasızlık sebepleri söz konusu olabilir. Doğrudan kast, olası kast veya kast
taksir birleşimleri halinde şahsi cezasızlık sebeplerinin uygulanması mümkün değildir.[6]
Fiilden
dolayı failin; kişisel ve ailevi durumu itibarıyla zarara uğraması halinde de şahsi
cezasızlık nedeni uygulanacaktır. Madde metnine göre, eylemin hem ailevi hem de
kişisel durumu itibarıyla failin zararına olması gerekir. Her iki sözcük arasında
“ve” bağlacı bulunması nedeniyle bu sonuca varılması gerekmektedir.
Madde
metninde yer alan “münhasıran” sözcüğü ise, etkinin doğrudan doğruyalığı ile ilgilidir.
Taksirli eylemin, münhasıran failin, kişisel ve ailevi hayatı etkilemiş olması gerekir.
Örneğin, taksirli eylem sonucu failin kendi evi dışında başkalarının evinin yanması
halinde şahsi cezasızlık nedeni uygulanmayacaktır.[7]
Şahsi
cezasızlık sebebinin bulunması halinde kamu davası açılıp açılmaması doktrinde tartışmalıdır.
Eylemin bilinçli/bilinçsiz taksir durumuna göre ayrım yapanlar yanında, somut olayın
özelliklerine göre ceza verilmemesine ilişkin halin ancak hâkim tarafından değerlendirilebileceği
bu nedenle hâkimin bunu değerlendirmesi gerektiği belirtilmektedir.[8]
IX. KOVUŞTURMA-GÖREVLİ MAHKEME-SUÇUN YAPTIRIMI
VE ZAMANAŞIMI
a- Kovuşturma:
Suçun
soruşturma ve kovuşturması re’sen yapılır. Suçun sübutu yönünde bilirkişi raporu
ve olay yerinde yapılacak keşif ve bu işlemlerden sonra alınacak Adli Tıp Raporu
ya da üniversite kürsülerinden oluşturulacak kuruldan alınacak bilirkişi raporları
önemlidir. Çoğunlukla suçun sübutunu belirlemede etkilidir.
b- Görevli Mahkeme:
1.
fıkrada düzenlenen suçta; 5235 sayılı kanunun 11. Maddesi gereğince, suçta Asliye
Ceza Mahkemesi görevlidir.
İkinci
fıkrada düzenlenen suçta 5235 sayılı kanunun 12. Maddesi gereğince Ağır Ceza Mahkemesi
görevlidir.
c- Suçun Yaptırımı:
Birinci
fıkrada düzenlenen yalnız bir kişinin ölümüne neden olma halinde iki yıldan altı
yıla hapis cezası;
İkinci
fıkrada düzenlenen bir kişinin ölümü ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte
bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma halinde iki yıldan onbeş
yıla hapis cezası uygulanacaktır.
ç- Zamanaşımı:
Zamanaşımı
süresi açısından TCK 66/1-d ve e bentleri dikkate alınacaktır:
“d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş
yıl,
e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren
suçlarda sekiz yıl,”
Buna
göre Asliye Ceza Mahkemesi’nin görev alanına giren birinci fıkrada belirlenen suçta
e bendine göre sekiz yıl; d bendine giren halde ağır ceza mahkemesinin görevi kapsamına
giren suçta ise onbeş yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.
[2] Aydın, Ç., s. 42., Özenbaş da çok yakın arkadaşın ölümüne ya
da eşi ile birlikte aynı kazada yayanın da ölümüne neden olma halinde hükmün uygulanamayacağını
belirterek, şahsi cezasızlık halinin uygulanmasındaki sorunlara işaret etmektedir.
Özenbaş, s. 100.
[3] Şahin,
s. 867. Aynı görüşte, Elmacı, s. 284.
[4] Aydın,
Ç., s. 45. Elmacı, s. 279, Aydın, Devrim, s. 108.
[5] Aydın,
Ç., s. 46.
[6] Elmacı,
s. 282.
[7] Elmacı,
s. 285.
[8] Elmacı,
s. 288.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder