19 Mayıs 2017 Cuma

KASTEN ÖLDÜRME
Kasten öldürme
Madde 81- (1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
Nitelikli haller
Madde 82- (1) Kasten öldürme suçunun;
a) Tasarlayarak,
b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,
c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle,
d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı,
e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı,
g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla,
i) (Ek:29/6/2005 - 5377/9 md.)Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle,
j) Kan gütme saikiyle,
k) Töre saikiyle,
İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
GEREKÇE:
“MADDE 81.– Maddede kasten öldürme suçunun temel şekli tanımlanmıştır.
Maddede yapılan düzenlemeyle, 765 sayılı Türk Ceza Kanunundan farklı olarak, suçun temel şekli açısından müebbet hapis cezası öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle, kişinin hayat hakkına verilen önem vurgulanmıştır.
MADDE 82.– Maddede, kasten öldürme suçunun, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren nitelikli hâlleri belirlenmiştir. Söz konusu suçun seçimlik olarak belirlenen bu nitelikli şekilleri, bentler hâlinde sıralanmıştır.
(a) bendinde, kasten öldürme suçunun tasarlayarak işlenmesi, bir nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir.
(b) bendinde, öldürme suçunun canavarca hisle veya eziyet çektirerek işlenmesi bir nitelikli hâl olarak öngörülmüştür. Bent kapsamında iki seçimlik harekete yer verilmiştir.
Kişinin acıma hissi olmaksızın bir başkasını öldürmesi hâlinde canavarca hisle öldürme söz konusudur. Canavarca hisle öldürmenin arzettiği özellik, öldürmenin vahşi bir yöntemle gerçekleştirilmesidir. Kişinin yakılarak, uyurken kulağının içine kızgın yağ dökülerek ya da vücudu parçalanarak öldürülmesi, buna örnek olarak gösterilebilir.
Bu bentte yer verilen ikinci seçimlik hareket ise, kişiye eziyet çektirilerek öldürülmesidir. Bu durumda, kişi hemen değil, belli bir süreç içinde acı çektirilerek öldürülmektedir. Örneğin kişiye gözleri çıkarılarak, kulağı ve sair organları kesilerek acı çektirilmekte ve sonuçta öldürülmektedir.
(c) bendinde ise, öldürmenin genel tehlike yaratmak ya da tehlikeli araçlar kullanılmak suretiyle işlenmesi, bu suçun nitelikli hâli olarak tanımlanmıştır. Genel tehlike yaratmak, başlı başına bir suç oluşturmaktadır. Genel tehlikeye sebebiyet verme suçunun oluşabilmesi için ölüm veya yaralama ya da malvarlığına zarar verme gibi bir neticenin meydana gelmesi gereksizdir. Bu nedenle, kasten öldürme suçunun genel tehlike yaratmak suretiyle işlenmesi hâlinde, hem genel tehlike yaratma suçu hem de kasten öldürme suçu birlikte gerçekleşmiş olmaktadır. Fikri içtima hükümleri uygulanmak suretiyle bu durumda kişiye daha ağır cezayı gerektiren kasten öldürme suçundan dolayı cezaya hükmetmek gerekecektir. Ancak, bu bent hükmüyle söz konusu durum, kasten öldürme suçunun nitelikli hâli olarak kabul edilmiştir.
(d) bendinde ise, kasten öldürme suçunun belli akrabalık ilişkisi içinde bulunulan kişilere yani üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı işlenmesi, bu suçun diğer bir nitelikli hâli olarak tanımlanmıştır.
(e) bendinde, kasten öldürme suçunun çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi, bu suç açısından bir nitelikli hâl olarak öngörülmüştür. Çocuk olması veya ileri yaşı, hastalığı, malûllüğü veya ruhî veya fizik güçsüzlüğü nedeniyle kendini korumaktan âciz bir kimseye karşı fiilin işlenmesi, gerek faildeki ahlâkî kötülüğün mefruz çokluğu gerek fiilin icrasındaki kolaylık dolayısıyla, nitelikli hâl sayılmıştır.
(f) bendinde ise, kasten öldürme suçunun gebe olduğu bilinen kadına karşı işlenmesi bir nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir. Suçun gebe kadına karşı işlenmesi hâlinde iki hayata son verilmektedir. Bu nedenle, belirtilen durumda faile daha ağır ceza verilmesi öngörülmüştür. Failin söz konusu nitelikli unsur dolayısıyla sorumlu tutulabilmesi için, mağdurun gebe olduğunu bilmesi gerekir; yani suçun bu nitelikli unsuru açısından failin doğrudan kastla hareket etmesi gerekir.
(g) bendinde, suçun kamu görevlisine karşı ve görevini yerine getirmesi dolayısıyla işlenmesi, bu suçun nitelikli hâli olarak kabul edilmiştir. Suçun salt kamu görevlisine karşı işlenmesi yeterli değildir; mağdurun, görevinin gereklerine uygun davranılması dolayısıyla öldürülmesi gerekir. Hatta, kamu görevliliği sıfatı sona ermiş olsa bile, kişinin kamu görevinin gereklerine uygun davranması dolayısıyla öldürülmesi hâlinde de bu nitelikli unsur oluşacaktır.
(h) bendinde, bu suçun güdülen amaç itibarıyla nitelikli hâline yer verilmiştir. İşlenmiş olan bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmekte olan bir suçun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla, kişi öldürüldüğünde, amaç suç araç suç ilişkisi söz konusudur. Suçun bu nitelikli hâlinin oluşabilmesi için, belirtilen amaçlarla bir kişinin öldürülmesi yeterlidir; öldürmek suçuyla amaçlananın gerçekleşmesi gerekmez. Bu nedenle, örneğin bir banka soygununu gerçekleştirebilmek amacıyla öldürme suçunun işlenmesi hâlinde, fail hakkında bu nitelikli unsur dolayısıyla cezaya hükmedilecektir. Banka soygununun gerçekleşmesi hâlinde, failin ayrıca bu suçtan dolayı da cezalandırılması gerekir. Başka bir deyişle, bu gibi durumlarda gerçek içtima kurallarını uygulamak gerekir.
(i) bendine göre; yerleşmiş Yargıtay kararlarında da kabul edildiği üzere, kan gütme saikiyle öldürme hâlinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilmesi, fiilin sadece kan gütme saikine bağlı olarak işlenmiş olması hâlinde söz konusu olabilecektir. Ancak, belirtilmelidir ki, haksız tahrikin koşullarının bulunduğu hâllerde, bu bent hükmü uygulanamaz.
Nihayet, (j) bendine göre; töre saikiyle öldürme hâlinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilecektir. Ancak, bu hükmün uygulanabilmesi için, somut olayda haksız tahrikin koşullarının bulunmaması gerekir.”
I. GENEL OLARAK
Hayata karşı suçlar arasında düzenlenen kasten öldürme, en ilkel toplumlardan en modern toplumlara bütün hukuk düzenlerinde yer alan bir suçtur. Ceza siyasetine göre yaptırımın değiştiği, kasten öldürme suçlarında ihlâl edilen hak hayat hakkıdır. Bu hak geri dönüşsüz bir şekilde yok edilmektedir.
İnsan öldürme suçu en eski suçlardandır. Bu nedenle bütün hukuk düzenlerinde suç olarak düzenlendiği bilinir. Hukuk düzeni içinde korunan en üstün değer insan hayatıdır. Kişilerin kendi hayat haklarından vazgeçmiş olmaları da bu anlamda suçun oluşumuna engel değildir.[1]
Hayata karşı suçlar TCK’da kasten öldürme, kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi, intihara yönlendirme, taksirle öldürme suçlarını düzenlemiştir.
Biz esas olarak kasten yaralama ve kasten öldürme suçlarının tıp mesleğini icra eden kişilerce görevin ifası sırasında işlenemeyeceği düşüncesindeyiz. Hiçbir sağlık mesleği mensubunun bu suçları görev gereği işlemeyeceği düşüncesindeyiz. Bunun tek istisnası, mağdurun rızasıyla gerçekleşen ötenazidir. Hukuken tanınmayan ötenazi, mağdur rızasıyla dahi gerçekleştirilmiş olsa öldürme suçuna konu olacaktır.[2]Ötenazi uygulayan hekimin ceza sorumluluğu olduğu gibi medeni hukuk açısından da sorumluluğu vardır. Ötenazi rızası, eylemi hukuka uygun hale getirmemektedir.[3]
Ölümcül ve ızdırap verici hastalığı olanlarda insani amaçlarla hastanın acısını dindirmeye yönelik olarak ve bu özelliği taşımayan hastalara uygulanmaması yönünde görüş bulunan ötenazi, günümüz tıbbının iyileşme umudu taşımadığı, ilerleyici, acı verici ve öldürücü bir hastalığa yakalanan kişi için kaçınılmaz ve ızdırap verici bir süreç olan ölümün kendi isteğiyle daha uygun şartlarda ve acısız olarak bir hekim yardımıyla gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde hasta otonomisi veya özerkliği kavramı; hastanın tedaviyi reddetme hakkını güvence altına alınarak, Dünya Tabipler Birliği tarafından tanınmaktadır. Bu otonomi, hastaya kendi yaşamı ve sağlığı ile ilgili işlemlerde danışılmasını ve izninin alınmasını gerekli kılmakta ise de, bazı ülkelerde açıkça yasaklanmakta, bazılarında adam öldürme veya intihara yardım başlığı altında değerlendirilmektedir. Ötenazi konusunda bütün ülke yaklaşımlarını genelleştirebilmek mümkün olmamakla birlikte, en doğru yaklaşımın ülke koşullarına en uygun olan olduğu belirtilmektedir.[4]
Erman da, hekimin mesleki hakkı ile hastanın kendi geleceğini belirleme hakkının çatışması halinde, hakların objektif olarak karşılaştırılması sonucu, insan kişiliğinin temel değerlerinden, yaşam ve vücut bütünlüğü hakkının ayrılmaz parçası olarak görülen kendi geleceğini belirleme hakkının; hekim meslek hakkından üstün tutulması gerektiği görüşündedir. Ancak hekim de hasta haklarına saygılı ve mesleğinin gereklerini yerine getiren bir tutum ve davranış halinde olması durumunda, eylemlerinden dolayı herhangi bir ceza yaptırımı ile karşı karşıya bırakılamaz.[5]
Ötenazi, gerek 1992 tarihli Lizbon bildirisinde gerekse Dünya Tabipler Birliği tarafından yayımlanan bildirilerde kesin olarak reddedilmiştir.
Şahin, kişinin kendi geleceğini belirleme hakkı ve onurlu bir yaşam sürme hakkı bulunduğunu, özgür insan modeline göre kişilerin kendi geleceğini belirleme haklarının bulunduğunu, hastanın çektiği acıyı azaltmak ve yaşamanı onurlu bir şekilde devam etmesini sağlamak isteyen hekimin zorunlu olarak uyguladığı tedavinin, yaşam süresini kısaltmak gibi bir yan etkisi dahi bulunsa tedaviye devam etmek yükümü bulunduğunu, Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi 14/1 fıkrasına göre, bu halin öngörülmüş olması nedeni ile dolaylı ötenazi uygulamasına engel olmadığı görüşündedir. Pasif ötenazi, hastanın, tedaviyi reddi hakkı kapsamında değerlendirilmeli ve bu gibi durumlarda hekim cezalandırılmamalıdır.[6]
Soyaslan, kişilerin onurlu yaşam hakkı bulunduğuna göre, insan onuruyla ölmesinin de mümkün olduğunu, bir kişinin tamamen saygınlığını kaybetmesi halinde, insani değer değilse, hayatı çekilmez hale gelmiş ve ölümü de istiyorsa burada tanınması gerektiği görüşündedir.[7]
Öztürk’e göre TCK 26. Maddesi ile pasif ötenazi yasal temele oturmuştur:
“[1] Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez.
[2] Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.”
Gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2. Maddesi gerekse, 1982 Anayasası’na göre yaşam hakkı, mutlak surette kişilere ait bir haktır ve bundan vazgeçebilmek de kişilere ait bir haktır. Her iki düzenleme de yaşam hakkını üstün bir hak olarak düzenlemiştir. Bu hakkın kullanılması bir başka kişinin iznine, onayına ya da rızasına bağlı değildir.[8]
Rosenau, aktif ötenazi halinde, kötüye kullanılma, yığılma ve yaşam korumasının değişken bir hale getirilmesi gibi sakıncalarına yer vermektedir. Gerçekten pek çok durumda gerçekten umutsuz olaylarla geriye dönüş ve sağlığına kavuşabilme imkânı arasındaki sınırı belirlemek güçtür. Aktif ötenazinin kabulü halinde, yaşam hakkının korunması konusundaki istek de azalacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. Maddesinde düzenlenen yaşam hakkının aynı zamanda negatif bir statü hakkı sağlayıp sağlamadığı konusunda, yalnız birkaç ay daha yaşaması beklenen ve hastalığın son evresi ıstıraplı ve aşağılayıcı olan, 43 yaşındaki Diane Pretty’nin başvurusuna olumsuz yanıt vermiştir. AİHS 2. Maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı aynı zamanda ölüm ya da ölmeye yardım hakkı olarak anlaşılamaz.[9]
Akbulut’a göre de, hastanın hayatının kurtarılmasının mümkün olmadığı bir durumda dahi ıstırabın azaltılması veya dindirilmesiyle yükümlü tutulan bir hekimin, kurtarılma veya daha uzun yaşatılma imkânı bulunan hastalar için hareketsiz kalması halinde sorumsuz olacağını kabul etmek Tıp Hukuku ve Ceza Hukuku normlarının amacına uygun düşmez. Üstelik hekimin aynı zamanda garantör olarak da neticeyi önlemek ve zararı azaltma yükümlülüğü bulunmaktadır.[10]
Kanaatimizce, hiçbir şekilde gerek hukuken, gerek ahlâk ve etik olarak ötenazinin kabul edilmesi mümkün değildir. Hukuken, bedeni üzerinde yalnız kendisinin değil, hayatının sürmesi nedeniyle yakınlarının ve bütün toplumun yararı devam etmektedir.[11] Hayat hakkının, münhasıran (sıkı sıkıya) kişiye bağlı bir hak olduğu kabul edilmekle birlikte, başkalarının da, münhasır haklarının etkilenmesi olasılığı bulunmaktadır. Kişinin hayatının devam ediyor olması üzerine kurulu pek çok hal, hukuki işlem ve ilişkiler, haklar ve borçlar, kamusal borç ve alacaklar da kişinin tek başına vereceği aslında rızasını ağır şekilde etkileyen zorlayıcı neden -örneğin hastalık nedeniyle- etkilenecektir. Ötenazinin kabulü, -hukuken bu anlamda olmasa da- kişilerin intihara özendirilmesi ve intiharın meşrulaştırılması gibi bir anlama da gelecektir ve bu nedenle de savunulabilmesi mümkün görünmemektedir.
Acılar içerisindeki bir hastanın iradesi ya da rızası ne kadar dikkate alınabilir? Tıp bilimindeki gelişim dikkate alındığında çaresi bulunmayan hastalığın her zaman var olacağı sonucuna ulaşılabilecek midir? Hasta içinde bulunduğu durum nedeniyle zayıf ve güçsüzdür. Hasta olan kişi, sağlıklı düşünemeyebilir ve olaylardan haberi olmayabilir. Bu kişilerin korunmaya ihtiyaçları vardır.[12]
Tehlike hali bulunması ve hastanın öleceğinin öngörülmesi halinde hastanın talebi ile tedavinin sona erdirilmesi halinde, taksirle öldürme suçunun oluştuğu kabul edilmektedir. Bir- iki parmağı hariç vücudunun tüm bölgeleri felç olan ve kendini öldüremeyecek durumda olan hastanın ölmesi için herşeyi hazırladıktan sonra düzeneğe basıp ölmesi için düzeneği hastanın eline veren ve etken konumda olmayan doktorun hastanın düzeneğe basması ve ölmemesi durumunda TCK 84/1 maddesi gereğince 4 yıldan 10 yıla hapis cezasıyla yargılanacağı; aynı doktorun hiçbir tarafı tutmayan bir hastanın iradesiyle ölme isteğini yerine getirmek için ona ilaç verip su içirmesi halinde kasten adam öldürme suçundan sorumlu olacağı belirtilmektedir..[13]
II. SUÇLA KORUNAN YARAR
Suçun düzenlendiği yer itibarıyla korunan hukuki yarar “hayat hakkı”dır. Hayat hakkı insanın insan olmak nedeniyle sahip olduğu en temel haktır. Bu hak olmaksızın diğer hakların var olmasının hiçbir anlamı yoktur.
Hayat hakkı aynı zamanda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Anayasa’nın 17. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de koruma altına haklardandır. Bu hakkın ihlâli yalnız kişiler yönünden değil aynı zamanda devlet tüzel kişiliği yönünden de sorumluluk doğurucu niteliktedir.
III. SUÇUN FAİL VE MAĞDURU
Kasten adam öldürme suçunun mağduru herkes olabilir. Kişinin bu suçu kendisine karşı işlemesi mümkün değildir. Belli akrabalık ilişkileri açısından TCK 82. Maddesi ile ağırlaştırıcı hükümlere yer verilmiştir.
Suçun mağduru olmak bakımından da herhangi bir sınırlama yoktur. Herkes suçun mağduru olabilir. Ölüm neticesinin gerçekleşmiş olması halinde suçun mağdurları ölenin mirasçılarıdır ve CMK 237 ve devamı maddeleri anlamında davaya katılma hakları bulunmaktadır.
Suç mağdurunun, Cumhurbaşkanı olması TCK 310. Maddesinde düzenlenmiştir.
Ayrıca TCK 82. Maddesinde belli kişilere karşı işlenmiş olması yine ağırlaştırıcı neden olarak düzenlenmiştir.
Suç mağdurunun doğumuna kadar geçen aşamada ancak TCK 99. Maddesinde düzenlenen çocuk düşürme düşürtme suçları söz konusu olabilecektir. Özbek vd., insan sayılmak için doğumun başlamasının gerektiği, medeni kanun anlamında doğumun tamamlanmasının şart olmadığını, doğum sancılarının başladığı andan itibaren, sezeryanla gerçekleşen doğumlar için ise, müdahalenin başladığı andan itibaren -narkozun verildiği andan değil, uterusun açılma anından itibaren- doğumun başladığını belirtmektedir.[14]
Erken doğan ile cenin kavramları farklıdır. Erken doğan çocukların batı tıbbi tedbirlerle yaşatılabilmesi mümkündür. Bu tür tedbirlerle yaşatılabilmesi mümkün olmayanlar cenin sayılmalı ve bunlar hakkında öldürme değil çocuk düşürme düşürtme suçlarına ilişkin hükümler uygulanmalıdır.[15]
Suçun mağduru olabilmek açısından mağdurun canlı doğması da şarttır. Bu anlamda ölü doğum halinde suçun mağduru olabilmek mümkün değildir. Suçun mağduru olabilmenin bir diğer şartı fiil işlendiği sırada “ölmemiş” olmaktır. Bu durumun tespiti için Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında 2238 sayılı Kanun 11. Maddesine göre ölüm anının belirlenmesi gerekir. 11. Madde Tıbbi Ölüm kavramına yer vermiştir. Tıbbi ölüm ise, bilimin ülkede ulaştığı düzeydeki kuralları ve yöntemleri uygulanmak suretiyle biri kardiyolog, biri nörolog, biri nöroşirürjen ve biri de anestezi ve reanimasyon uzmanından oluşan 4 kişilik hekimler kurulunca oybirliği ile tıbbi ölüm belirlenir. Burada da klinik ölümün mü yoksa beyin ölümünün mü amaçlandığı anlaşılmamaktadır. Organ ve Doku nakli ile ilgili yönetmeliğin Ek 1 maddesi beyin ölümünü tanımlamaktadır. Beyin ölümü, klinik bir tanıdır ve beyin fonksiyonlarının tam ve geri dönüşsüz kaybıdır. Beyin ölümü gibi önemli bir konunun dahi yönetmelikte gösterilmiş olması gerçekten Türk hukuku yönünden önemli bir eksikliktir. Üstelik yönetmeliğinde ek maddeler kısmında gösterilmiştir.
Ancak bu tespit özellikle somut olaylarda birden fazla fail bulunmasına ilişkin olaylar açısından belirleyici olmamaktadır. Fail ateş ettiği sırada önceki arkadaşının kastı aşan davranışı ile mağdurun ölmüş olması halinde ölüm anının tespiti önemlidir. Pek çok olayda birden fazla fail bulunmaktadır.
Suç mağdurunun hilkat garibesi olması ya da ağır hasta olması, ötenazi talep eden bir kimse olması, mutlak surette ölecek bir kişi olması ya da bitkisel hayatta olan bir kişi olması da mümkündür.[16]
İntihara kalkışan kişi cezalandırılamaz. Ancak intihara yardımcı olan kişi, TCK 84 maddesi gereğince sorumlu olur.
IV. SUÇUN MADDİ UNSURU
Kasten öldürme suçunun maddi unsuru, insan hayatının izalesine yönelik herhangi bir hareketi kasten gerçekleştirmektir. Suç serbest hareketlidir. Suçun icra suretiyle işlenmesi TCK 81 maddesinde düzenlenmiş olup, ihmal suretiyle işlenmesi TCK 82. Maddesinde düzenlenmiştir. Suçun ihmal suretiyle işlenmesi halinde cezanın nitelikli halleri uygulanamayacaktır. Bu da kanunun eksikliği olarak görünmelidir.
Öldürme suçunda bir takım araçların kullanılması örneğin işkence, yangın, bombalama, nükleer enerji gibi haller cezanın arttırılarak hükmedilmesi nedenlerini oluşturmaktadır.
Kasten öldürme suçu açısından fail tarafından gerçekleştirilen hareketle ölüm sonucunun meydana gelmesi ya da meydana gelmeye elverişli nitelikte olması gerekir.
765 sayılı TCK açısından öldürme sonucunu doğurmaya elverişli olmayan, mağdurda fail tarafından bilinmeyen halin bulunması ve ölüm sonucunun meydana gelmesi halinde, Parlar/Hatipoğlu’na göre, netice ve hareket arasında illiyet bağı bulunduğundan fail yine TCK 81. Maddesine göre sorumlu tutulacaktır. Ancak nedenselliğin öngörülemeyen biçimde geliştiği atipik durumlarda gerçekleşen neticenin faile objektif olarak isnat edilmesi mümkün olmayacağından failin kasten öldürmeye teşebbüsten cezalandırılması gerekir.[17]
Suçun oluşması için eylemin bir insanın hayatının yok edilmesi amacıyla yapılması yeterlidir. Bu durumda ölümün fiilin hemen sonrasında ya da fiilden çok zaman sonra gerçekleşmiş olması önemli değildir. Kastın yaralama olmasına rağmen ölüm neticesinin gerçekleşmiş olması halinde ise TCK 87/4 maddesi uygulanacaktır.
V. İLLİYET BAĞI
Hareket ile netice arasında bulunması zorunlu bağdır. Meydana gelen neticeden sorumluluk için, nedensellik bağının varlığı zorunludur. Ancak ceza sorumluluğu açısından nedensellik bağı yeterli değildir.
1. CD. 25/02/2014 gün, 2013/5342 Esas 2014/1085 Karar
“Dosya kapsamına göre; sanık ile maktulenin kardeş olup aralarında vefat eden annelerinden kalan taşınmazın satımı konusunda anlaşmazlık bulunduğu, olay günü maktulenin yanında gayri resmi eşi tanık Selahattin ile birlikte durumu konuşmak için sanığın evine gittikleri, tanığın binanın dışında beklediği maktulenin ise binanın üçüncü katındaki sanığa ait eve çıkarak sanıkla evin balkonunda konuşmaya başladıkları, aralarında tartışma çıkması üzerine sinirlenen sanığın bu sırada balkon korkuluklarına oturmuş vaziyette bulunan dokuz aylık hamile olduğunu bildiği kardeşi maktuleyi iki eliyle göğsünden aşağı doğru itekleyerek ikinci katın merdivenlerine düşürdüğü, maktulenin boyun omur kırığı oluşacak şekilde ağır yaralandığı ve tanık Selahattin tarafından ambulans çağrılarak hastaneye kaldırıldığı, sanığın ise bu sırada kendisine bir şey yaparlar korkusuyla kapıyı kilitleyip evden dışarı çıkmadığı, maktulenin yoğun bakımda tedavi gördükten sonra 06.08.2008 tarihinde boyun omur kırığına bağlı solunum yetmezliği ve gelişen komplikasyonlardan dolayı öldüğü olayda; sanığın balkon korkuluğunda oturan ve hamile olan maktuleyi aşağıya itmesi sonucunda maktulenin aşağıya düşüp ölebileceğini öngörmesine rağmen sonucu kabullenerek eylemini gerçekleştirdiği anlaşılmakla, sanığın eylemi olası kastla gebe olduğu bilinen kardeşini öldürmek suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, sanık hakkında 5237 Sayılı TCK’nun 82/1-d-f, 21/2. maddelerinden hüküm kurulması yerine, suç vasfında yanılgıya düşülerek, kasten yaralama sonucu ölüme neden olmak suçundan TCK’nun 87/4. maddesi uyarınca yazılı şekilde hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmekle,…”
Özellikle suçlamayı kabul etmeyen sanık yönünden suçun ispat ve sübutu açısından illiyet bağının kurulabilmesi önemlidir. Aşağıda gösterilen karar, sanık ve maktul arasında önceye dayanan ilişkiyi anlattıktan sonra sanığın, aynı baz istasyonundan sinyal alan cep telefonu nedeniyle maktulün son olarak gittiği yer ve bu baz istasyonunun aynı olmasını sübuta esas almıştır:
1. CD. 09/07/2014 gün, 2013/5045 Esas 2014/3788 Karar
Suçun sübutu,
“Oluşa ve dosya içeriğindeki delillere göre; suça sürüklenen çocuk M. E. ile maktüle Ayten'in Milas Ticaret Meslek Lisesi 10. sınıfta öğrenci oldukları, eğitim yılı başında başlayan arkadaşlıklarının duygusal birlikteliğe dönüştüğü ancak bu süreçte maktülenin daha önceki ilişkilerinden kaynaklanan kıskançlık nedeniyle zaman zaman aralarında tartışmalar yaşandığı, maktüleye karşı hissettiği yoğun duygular ve kıskançlık dürtülerinin etkisinde kalan suça sürüklenen çocuğun bu duygu durumunu sınıf içerisinde maktüle ile kavga edip sim kartını kırmak, onu tehdit etmek gibi saldırgan ve baskıcı davranış biçimlerine dönüştürdüğü, yaşananların etkisiyle zamanla M. E.'den uzaklaşan Ayten'in artık onunla ilişkisini devam ettirmek istemediği, ayrılık düşüncesini hazmedemeyen M. E.'nin maktülenin fotoğrafını montajlayarak çıplak hale getireceğini ve bu fotoğrafları Milas'taki tüm duvarlara asacağını söylemek ve "sana da ailene de zarar veririm, ya benimsin ya toprağın" gibi sözlerle korkutmak suretiyle ilişkinin devamını sağlamaya çalıştığı, ancak bir süre sonra suça sürüklenen çocuktan ayrılan maktülenin kuzeni Berkant'ın arkadaşı olan tanık Yusuf'a ilgi duyarak arkadaşlık kurmaya çalışması ile öfkelenen ve nefret patlamaları yaşayan M. E.'nin alkollü vaziyette maktülenin babasını arayarak "senin kızını kullandım" diye hakaret içerikli sözler sarf ettiği gibi tanık Yusuf'a da mesaj yazmak suretiyle benzer söylemlerde bulunduğu, bu olaylar nedeniyle tanıklar Yusuf ve Berkant'ın M. E.'nin kaldığı yurda giderek onunla kavga ettikleri; suça sürüklenen çocuk ve maktülenin okul arkadaşı olan tanıklar, maktülenin babası olan katılan Necati ve tanık Yusuf'un anlatımları ile yaşanan olaylara ilişkin soruşturma evraklarının içeriğinden,
Okulların tatile girmesi nedeniyle, suça sürüklenen çocuğun memleketi Gaziantep'e dönerek ailesinin yanında kalmaya başladığı, maktüle Ayten'in de teyzesinin Milas'ta bulunan evinden ayrılarak Bodrum İlçesinin Torba Beldesindeki evine döndüğü, adli makamlara da yansıyan olaylar nedeniyle bir süre suça sürüklenen çocuk ile görüşmeyen maktülenin telefon mesajı yoluyla onunla iletişim kurmaya devam ettiği, bitirme sınavları için 05.07.2010 tarihinde Milas’a dönen M. E.’nin Gaziantep'ten ayrılmadan önce gizlice babasından para alarak Milas'ta kendisine yeni bir yaşam kurmayı planladığı, hatta bu nedenle arkadaşından kendisine iş bulmasını istediği; 06.07.2010 akşamı arkadaşı olan Gül ile buluşan maktülenin kendi telefonunun ailesi tarafından elinden alınmış olması sebebiyle Gül'e ait telefon ile suça sürüklenen çocukla tekrar iletişim kurduğu ve ertesi gün Bodrum'da buluşmak için anlaştıkları, maktülenin tanık Gül’e, M. E. ile son kez görüşeceğini söylediği, 07.07.2010 sabahı, ailesinin Bitez'de bulunan akrabalarının yanına bıraktığı Ayten'in, M. E. ile telefonla yüksek sesle tartıştığı ve bu tartışmanın etkisiyle rahatsızlanarak bayıldığı, anne babasının Ayten'i hastaneye götürdükleri, Ayten'in hastanede olduğunu öğrenen suça sürüklenen çocuğun, hastaneye gelerek anne ve babasının geçici bir süre odada bulunmadıkları sırada Ayten'in yanına girdiği ve yine onunla tartışmaya başladığı, Ayten'in telefonuna gelen mesajları görmek için çekiştirerek telefonunu aldığı ve tanık Yusuf'tan gelen mesajları görmesi sebebiyle Ayten'i tehdit ettiği, baba Necati'nin odaya gelip kendisini kovması üzerine dışarıya çıktığı ancak onlar hastaneden ayrılana kadar kendisi de hastanede beklediği, maktülenin anne ve babasının refakatinde Torba'da bulunan evine dönerek istirahat etmek için odasına geçtiği, bu sırada suça sürüklenen çocuğun sürekli onu arayıp mesaj yazarak ısrarla görüşme isteğini bildirdiği ve maktüle ile görüşebilmek için minibüse binerek Torba'ya geldiği, evde bulunduğu zaman zarfında tanık Yusuf'un da maktüle ile görüşerek ona mesajlar gönderdiği, aynı gün saat: 16.00 sıralarında markete gideceğini söyleyerek evden ayrılan maktülenin, en son saat: 16.18'de suça sürüklenen çocuk ile telefonla görüşmesinin ardından bir daha kendisinden haber alınamadığı, suça sürüklenen çocuğun da son görüşme öncesi yaklaşık ikibin kez arayıp mesaj gönderdiği maktüle ile bir daha mesaj yada sesli arama yoluyla iletişim kurmaya çalışmadığı, sanığın telefonunun bu saatten sonra ilk kez saat: 17.52'de Bodrum Otogarından sinyal verdiği, iletişim kayıtları, tanık anlatımları, katılanların beyanları ve suça sürüklenen çocuğun kaçamaklı savunmasından,
Maktülenin çanta ve eşyalarının 24.07.2010 tarihinde Çamlıtepe Sitesinin girişine göre solunda yer alan boş arazide tesadüfen bulunduğu, arama çalışmalarının ters yönlerde sürdürülmesi sebebiyle cesede ancak 21.08.2010 tarihinde ulaşılabildiği, maktülenin cesedinin iklim koşulları ve aradan geçen yaklaşık 1,5 aylık zaman dilimi nedeniyle ileri derecede deforme olması sebebiyle, maruz kaldığı travma ile kesin ölüm sebebi tam olarak tesbit edilmemekle birlikte otopsi sırasında tesbit edilen bulgulara göre, maktülenin vücudunda ölüm öncesinde yada sonrasında oluştuğu tıbben ayırt edilemeyen kesici delici alet ile husulü mümkün yaralanma meydana geldiği, cesedin bir kaç metre uzağında yer alan taşlarda kan izleri olması ve bulunduğu sıradaki pozisyonuna göre, sürüklenerek çalıların üzerine doğru bırakıldığı ve üzerinin önce başka bir çalı parçasıyla sonrada olay yerinde atıl halde bulunan çevreden atılmış bir yorgan ile kapatıldığı, maktülenin üzerinde evden ayrıldığında üzerinde olan kıyafetlerinin bulunduğu, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; 07.07.2010 tarihinde hastaneden yeni dönmüş olmasına rağmen markete gidiyorum diyerek evden ayrılan maktülenin, evinin yaklaşık 700 metre ilerisinde, evine yürüyüş mesafesinde yer alan ve zaman zaman sigara içmek yada arkadaşları ile buluşmak için kullandığı yer olan Çamlıtepe Sitesine yaya olarak gittikten sonra aynı gün cesedinin bulunduğu o yerde öldürüldüğü, gerek olay tarihinden önce gerekse olay günü yaşanan olaylar sonrasında suça sürüklenen çocuk M. E.'nin ısrarlı görüşme talebine karşı koyamayarak onunla Çamlıtepe Sitesinde buluşmayı kabul ederek, M. E.'nin Torba'ya geldikten sonra son olarak maktüleyi arayıp bulunduğu noktayı bildirmesi üzerine, maktülenin de onun yanına gittiğini, 16.18’de her ikisinin de aynı baz istasyonuna bağlı, aynı çanağın kapsama alanında bulunmalarının açıkça gösterdiği, buluşma sonrası suça sürüklenen çocuğun maktüleyi olay yerinde öldürdüğü ve kaçarken maktüleye ait çantayı, içerisini boşaltıp cep telefonunu da içinden alarak daha sonra bulunduğu yere attığı; suça sürüklenen çocuğun maddi deliller ve tanık anlatımları ile çelişen ve kendi içinde dahi sürekli değişiklik gösteren savunmaları, tanık anlatımları, iletişim kayıtları, olay yerine ait fotoğraf, kroki ve tutanaklar, otopsi raporundan,
Olay yerinin arkasında yer alan Çamlıtepe Sitesinin sakinlerinden olan tanık Ogün Yalçın’ın aşamalarda değişmeyen tutarlı ve sanığı açıkça tanıdığı canlı teşhiste belirttiği gibi, suça sürüklenen çocuğun olay tarihlerinde, cesedin bulunduğu yere yaklaşık 50-60 metre mesafeden ve yine cesedin bulunduğu istikametten tanığın bulunduğu istikamete doğru telaşlı ve korkmuş şekilde koştuğu, tanığın beyanında işaret ettiği üzere bu olayın akşam üzerine tesadüf eden bir zaman diliminde yaşandığı, buna göre olay gününden sonra, olayın ertesi günü akşam üzeri ve gece saatlerinde Jandarma'nın çağırması üzerine Torba'ya gelen ve 09.07.2010 tarihinde yerleşmeyi düşünerek geldiği Milas'ı terk ederek alelacele memleketine dönen suça sürüklenen çocuğun, olayın ertesi günü Torba'da bulunduğu zaman içerisinde olay mahalline tekrar giderek cesedin yerini değiştirip üzerini kamufle etmek suretiyle cesedin bulunmasını zorlaştırdığı; tanık beyanları, suça sürüklenen çocuğun savunması ve iletişim kayıtlarından,
Hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıkça anlaşıldığından;
Olay tarihi ve öncesinde kendisi ile ilişkisini devam ettirmek istemeyen maktüleye süreklilik arz eden biçimde psikolojik şiddet uygulayan suça sürüklenen çocuk M. E.'nin, 07.07.2010 günü telefonla haberleşerek buluştuğu maktüleyi Çamlıtepe Sitesinin yakınında yer alan ormanlık alanda öldürerek çocuğu kasten öldürme suçunu işlediğinin sübut bulması karşısında, üzerine atılı suçtan cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin yazılı şekilde delil yetersizliği gerekçeyle beraatine karar verilmiş olması,
Bozmayı gerektirmiş olup,…”
Failde bulunan rahatsızlığın ölüme neden olması halinde, fiil ve netice arasında illiyet bağının kurulabilmesi halinde failin taksirle öldürme eyleminden sorumlu tutulabilmesi mümkündür.
1. CD. 09/07/2014 gün, 2013/1829 Esas 2014/3772 Karar
“Oluşa ve dosya kapsamındaki delillere göre; olay günü sanıklardan Mustafa'nın seçimlerde görev alması sebebiyle, mağdur Nurettin ile sanık Erdoğan arasında yaşanan tartışma esnasında Erdoğan'ın Nurettin'e tanık Suca'nın da duyabileceği şekilde sinkaflı hakaretlerde bulunup yumruk attığı, bu şekilde başlayan olayların devamında maktül Subutay'ın mensubu olduğu Tepebaş ailesinin bireyleri ile sanıkların mensubu oldukları Erdağı ailesinin bireyleri arasında yaşanan kalabalık kavga ortamında maktülün darp edildiği ancak maktulün darp edilmesi eyleminin silahtan sayılan bir alet ile gerçekleştirildiğine dair kesin ve somut deliller bulunmadığı anlaşılan olayda,
1- Sanık Erdoğan'ın mağdur Nurettin'e hakaret ve basit yaralama suçlarını işlediği tanık anlatımıyla da sabit olduğu halde delil yetersizliği gerekçesiyle atılı suçlardan beraatine karar verilmesi,
2- Sanıklar Mustafa ve Erdoğan Erdağı'nın maktül Subutay'a karşı eylemlerinden kurulan hükümler yönünden;
Adli Tıp Kurumu Trabzon Grup Başkanlığı'nın 18.08.2011 tarihli ek ahşa raporundan, kendisinde mevcut kalp damar hastalığına bağlı kalp yetmezliği sonucu öldüğü anlaşılan maktülün ölümü ile maruz kaldığı yaralama eylemi arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığının anlaşılması bakımından Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Dairesi'nden rapor aldırılması ve sanıkların eylemleri ile maktülün ölümü arasında illiyet bağının varlığının tesbiti halinde TCK'nun 85/1 madde ve fıkrası uyarınca taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan cezalandırılmaları gerektiği halde yazılı gerekçeyle beraatlerine karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş…”
VI. SUÇUN MANEVİ UNSURU
Suçun manevi unsuru kasttır. Saikin herhangi bir önemi yoktur. Kastın yoğunlaştığı, tasarlama, canavarca his, bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak kan gütme saiki, bir suçu işleyememekten doğan infial halleri nitelikli hal olarak kabul edilmiştir.
Öldürmenin taksirli hali TCK 85. Maddesinde düzenlenmiştir.
Suçta manevi unsurun belirlenmesi açısından, failin dış dünyaya yansıyan davranışları dikkate alınacaktır.
Kastın doğrudan ya da olası kast olabilmesi mümkündür. Kişinin kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen fiili işlemesi hali olası kasttır. Olası kast halinde TCK 21/2 maddesi gereğince failin cezasından indirime gidilecektir. Kişinin, öldürmek istediği kişiye ateş etmesi ancak yanındaki kişinin ölmesi hali örnek olarak gösterilmektedir.
TCK 87/4 maddesinde düzenlenen netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama ile TCK 81. Maddesinde düzenlenen kasten öldürme suçu arasındaki fark fail kastının yöneldiği neticeye göredir.
Fail kastının belirlenmesi açısından, fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi gerektirir husumet varlığı, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası mağdura yönelik söz ve davranışları, olayın oluş ve gelişimi, failin olayda kullandığı vasıtanın öldürmeye elverişli olup olmaması, mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti, darbelerin vurulduğu bölgenin hayati bakımdan önemi, hedef alınan vücut bölgesi, failin kullandığı aracın kullanılış şekli, failin davranışlarına kendiliğinden mi yoksa engel bir sebeple mi son verdiği hususları öldürme kastının varlığı yönünden ölçütlerdir.[18]
Ceza Genel Kurulu 17/3/2015 gün, 2014/1-253 Esas 2015/46 Karar
Sanığın 4.5 aylık kızını öldürmede kastı konusunda şüphe bulunması,
“Kasten yaralama sonucu mağdurun ölmesine ilişkin TCK'nun 87/4. maddesinin uygulanması için;
a- Failin yaralama kastı ile hareket etmesi,
b- Mağdurun TCK’nun 86. maddesinin birinci veya üçüncü fıkrasında düzenlenen şekilde yaralanmış olması,
c- Failin eylemi ile arasında illiyet bağı bulunacak şekilde mağdurun ölmesi,
d- Failin meydana gelen ölüm sonucuna ilişkin en az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Buna göre, fail mağduru yaralamak amacıyla hareket etmeli, mağdurun yaralanacağını bilmeli ve bu sonucu istemelidir. Bununla birlikte fail mağdurun yaralanmasını değil de, ölmesini istemiş ve ölüm meydana gelmiş ise bu durumda kasten öldürmeden sorumlu tutulacaktır.
Madde metnine göre faile verilecek ceza belirlenirken kasten yaralama suçunun düzenlendiği TCK'nun 86. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarına yollama yapılmıştır. O halde, mağdurun basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek dereceden daha ağır şekilde yaralanması gerekmektedir. Anılan maddenin 2. fıkrasında karşılığını bulan basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde meydana gelen yaralamalarda 87. maddenin 4. fıkrası uygulanamayacaktır.
Üçüncü şart olarak mağdurun ölmesi ve failin eylemi ile mağdurun ölümü arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir.
Son olarak, failin meydana gelen bu ölüm sonucundan, en az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması gerekir.
Diğer yandan, 5237 sayılı TCK’nun “Kasten öldürme” başlığı altında 81. maddesinde düzenlenen suçun manevi unsuru öldürme kastı iken, 87. maddesinin 4. fıkrasına düzenlenen yaralama sonucunda ölüme neden olma suçunun manevi unsuru yaralama kastıdır. O halde, kasten öldürme suçu ile kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçu arasındaki ayırıcı kriterlerden en önemlisi manevi unsur farklılığı olacaktır. Dolayısıyla suçun vasıflandırılmasından önce çözülmesi gereken konu, failin kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğuna ilişkindir.
TCK’nun 21/1. maddesine göre, suçun kanuni tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.07.2003 gün ve 196-212; 30.09.2003 gün ve 226-229; 08.07.2008 gün ve 88-184 ile 31.03.2009 gün ve 248-82 sayılı kararları ile de; suç nedeni, kullanılan aletin cinsi, kullanılış şekli, isabet alınan bölge, darbe adedi ve şiddeti, failin suçtan önceki ve sonraki davranışları, aradaki husumet, hedef seçme imkanının bulunup bulunmadığı, mağdurdaki yaraların yerleri ve nitelikleri, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmak suretiyle kastın saptanması gerektiği belirtilmiştir.
Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken ölçütler farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu ilkeler doğrultusunda failin kastının öldürmeye mi yoksa yaralamaya mı yönelik olduğu belirlendikten sonra bu kastının "doğrudan kast" mı, yoksa "olası kast" düzeyinde mi olduğu belirlenmelidir.
Olası kast 5237 sayılı TCK'nun 21. maddesinin 2. fıkrasında "Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır" şeklinde tanımlanmıştır.
Buna göre, doğrudan kast, öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi halinde doğrudan kast ile hareket etmiş olacak, buna karşın, fiilin muhtemel bazı neticeleri gerçekleştirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi durumunda ise olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki ayırıcı ölçüdeki en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa ve bunu istiyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bazı sonuçları da doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da, doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt ise suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda, muhakkak değil ama büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte, olursa olsun düşüncesi ile göze almakta; sonucun gerçekleşmemesi için çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan neticenin gerçekleşmesine neden olunacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin gerçekleşmesi fail tarafından kabullenilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın gece vakti ağlamaya başlayan maktuleye biberonla mama yedirmeye çalıştığı, ancak susturamayınca sinirlenip elindeki biberonun sert kısmı ile kafa ve yüz bölgesine vurduğu, bacaklarını ısırdığı, sesi kesilince yatağa bırakarak kendisinin de yattığı, sabah işe gittiği ve burada iken bebeğin öldüğünü öğrendiği anlaşılmaktadır.
Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan "in dubio pro reo" yani "şüpheden sanık yararlanır" kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel şartı, suçun şüpheye yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın cezalandırılması bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, sanığın yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya suç niteliğinin belirlenmesi açısından uygulanacağı gibi, eylemin gerçekleştirilmesi konusunda şüphe belirmesi halinde de uygulanacaktır.
Buna göre, sanığın öz kızı olan maktuleyi öldürmeyi gerektirecek herhangi bir sebebin bulunmaması, devamlı ağlayan kızını darp etmek suretiyle yaralamak isteyen sanığın o esnada elinde bulunan biberonla rastgele vurması, kullanılan vasıtanın niteliği, sanığın kastının öldürmeye yönelik olduğu hususunun şüphede kalması ve bu şüphenin de sanık lehine değerlendirilmesi zorunluluğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, öldürmeye yönelik doğrudan ya da olası kastının bulunmadığı, bu nedenle sanığın kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan 5237 sayılı TCK’nun 87/4. maddesi uyarınca hüküm kurulması gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, suçun nitelikli kasten öldürme olarak nitelendirilmesine ilişkin yerel mahkeme hükmü kanuna aykırı olup, Özel Dairenin eylemin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğuna yönelik bozma kararı isabetli olduğundan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir…”
Öldürme kastını olay sırasında söylenen sözler de gösterebilir:
1. CD. 24/6/2015 gün, 2015/1352 Esas 2015/4113 Karar
“...Oluşa ve dosya kapsamına göre; Tokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurum'nda hükümlü olarak bulunan Sanık Nuh’un olay öncesinde geçici koğuşa alınması nedeniyle aynı kurumda infaz koruma baş memuru olarak görev yapan mağdura yönelik husumet duyduğu, olay günü sanık Nuh'un kurum 2. müdürüne ihtiyaçları ile ilgili taleplerini ilettiği sırada yanında bulunan mağdura aniden saldırarak gizleyerek getirdiği kesici aletle onu yüzünden ve boynundan yeraldığı, sanığın eylemini gerçekleştirdiği sırada "senin gırtlağını keseceğim, Gültekin abiye yanlış yapanın gırtlağını keserim, başmemurlar kendisine dikkat edecek, ayağınızı denk alın" şeklinde sözler söylediği, sanığın eylemine devam ettiği sırada tanıkların sanığı tutarak eylemine devam etmesine engel oldukları olayda; sanığın mağdura sarf ettiği sözlerin öldürme kastını ortaya koyduğu ve eylemin bir bütün halinde sadece nitelikli öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde yazılı şekilde sanık Nuh hakkında silahla tehdit ve nitelikli öldürmeye teşebbüs suçlarından ayrı ayrı cezalandırılmasına karar verilmesi,…”
1. CD. 19/1/2015 gün, 2013/5425 Esas 2015/12 Karar
Öldürme kastının varlığında şüphe,
“...Oluşa ve dosya kapsamına göre, olay günü karşılaşan suça sürüklenen çocuk ile mağdurun para alacağı nedeniyle tartışmaya başladıkları, tartışmanın kavgaya dönüşmesi ile suça sürüklenen çocuk Ferhat'ın, mağdurun göğüs ve kalça bölgelerinde derin kesi; el ve baş bölgelerinde ise yüzeysel kesi oluşturacak şekilde bıçakla mağduru yaraladığı, mağdurun yaralandığını görünce eylemine kendiliğinden son vererek olay yerinden uzaklaştığı olayda; suça sürüklenen çocuğun öldürme kastını gösterir her türlü kuşkudan uzak, kesin ve yeterli kanıt olmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, suça sürüklenen çocuğun eyleme bağlı ortaya çıkan kastının yaralamaya yönelik olduğu anlaşıldığı halde, suç niteliğinde hataya düşülerek, meydana gelen yaranın niteliği nedeniyle, temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak tayini ile kasten yaralama suçundan hüküm kurulması yerine yazılı şekilde öldürmeye teşebbüsten hüküm kurulması,…”
Olası Kast
TCK 21/2’ye göre: Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.”
Failin, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların gerçekleşeceğini öngörmesine rağmen, hareketine devam etmesi, fiilinin olası sonuçlarını kabullenmesi; hareketi yapmaktan kaçınmaması “olursa olsun” demesi olası kastın varlığını gösterir.[19]
Olası kastın kabul edildiği hallerde teşebbüsten bahsedilemez. Çünkü, olası kastta belli bir sonuca yönelmiş bir hareket yoktur. 1. CD. 24/11/2010 gün, 3058 Esas 7533 Karar sayılı ilamında, sanığın aracını kasten eşi ve kayın validesinin üzerine sürdüğü sırada, olay yerinde bulunan mağdur Uğur’un da yaralanabileceğini öngördüğü halde eylemine devam etmesi ve Uğur’un ayaklarının üzerinden geçmesini olası kastla kasten yaralama olarak değerlendirmiştir.[20]
Boş zannedilen tüfeğin, şaka yollu doğrultulması ve ateşlenmesi durumunda eylem bilinçli taksir olarak değerlendirilebilecektir. Somut olayın özellikleri değerlendirilmelidir.
1. CD. 24/2/2014 gün, 2012/4027 Esas 2014/1034 Karar
“Oluşa, dosya içeriğine ve kabule göre; 18 yaşını bitirmiş olan sanık Yaşar ile 11 yaşında olan ölen Erdi'nin uzaktan akraba olup aynı köyde ikamet ettikleri, olay günü Yaşar'ın kendilerine ait hayvanları otlatmaktan getirip ahıra kapattıktan sonra evine yürürken, Erdi'nin şaka amaçlı olarak Yaşar'a bağırdığı, Yaşar'ın da içinde fişek bulunan ve horoz tertibatı çekilmiş olan tek kırma av tüfeğini omzundan indirerek dolu fişeği içinden çıkarttığını düşünüp tüfeğin boş olduğu inancıyla Erdi'ye yönelttiği ve tetiğe bastığı, Erdi’nin sağ göz altına isabet eden çok sayıda saçma girişi nedeni ile olay yerinde hayatını kaybettiği, sanık Yaşar'ın ise Erdi’nin yanına koşarak kendine getirmeye çalıştığı ve yardım çağırdığı olayda;
A) Temel ceza ve bilinçli taksir nedeniyle yapılacak artırım oranı belirlenirken suçun işleniş biçimi, failin taksire dayalı kusurunun yoğunluğu, meydana gelen zararın ağırlığı nazara alınmak suretiyle, üst sınırdan temel bir cezaya ve bu ceza üzerinden de bilinçli taksir nedeniyle 1/2 oranında artırıma hükmedilmesi gerektiği düşünülmeden, temel cezanın 4 yıl, artırım oranının da 1/3 olarak belirlenmesi suretiyle eksik cezaya hükmolunması,
B- Taksirli suçtan mahkum olan sanık hakkında TCK'nın 53. maddesinde yer alan hak yoksunluklarına hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş…”
1. CD. 18/9/2015 gün, 2015/4018 Esas 2015/4607 Karar
Mağdura görerek birden fazla atış halinde olası kasttan bahsedilemez.
“…Suça sürüklenen çocuğun mağdurun bulunduğu eve doğru onu görerek etkili mesafeden çok sayıda ateş ettiği, eyleme göre meydana gelen neticenin mutlak olduğu, bu nedenle doğrudan kastla hareket ettiği olayda olası kast hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı gözetilmeden ve "TCK'nun 21/1" şeklinde hatalı madde numarası gösterilerek cezasında indirim yapılması,…”
Bıçak darbesi, sayısı, hedeflenen bölge, sanığın kendi isteği ile eylemini sonlandırıp sonlandırmadığı gibi hususlar, somut olayın özelliklerine göre öldürme kastını ortaya koyar.
1. CD. 25/2/2014 gün, 2012/4299 Esas 2014/1046 Karar
Bıçağın hedef alındığı vücut bölgeleri, yaraların niteliği ve sayısı dikkate alındığında eylem öldürmeye teşebbüs olarak değerlendirilmelidir.
“…Oluşa ve dosya kapsamına göre; olay tarihinde çıkan kavga sırasında sanığın bıçak ile mağdurun baş, sol kol, el ve batın bölgelerine vurarak ince bağırsakta perforasyona ve yaşamı tehlikeye sokan duruma neden olacak nitelikte yaraladığı, tanık Hüsnü'nün sanığı tutması ve elinden bıçağı alması üzerine sanığın eylemine devam edemediği olayda; hedef alınan vücut bölgeleri, yaraların niteliği ve sayısı, engel hal birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eylemine bağlı olarak ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olduğu anlaşıldığı halde, sanığın "kasten öldürmeye teşebbüs” suçundan cezalandırılması yerine, suç niteliğinde yanılgıya düşülerek yazılı biçimde "kasten yaralama" suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi, Bozmayı gerektirmiş olup…”
1. CD. 17/9/2015 gün, 2014/3572 Esas 2015/4598 Karar
“Sanığın, ablasının eşi olan mağdur Ethem'in evine giderek doğrudan göğüs bölgesini hedefleyip sağ pnömotoraks nedeniyle hayati tehlike geçirmesine neden olacak biçimde 6 kez bıçakla yaraladığı olayda,
Suçta kullanılan silahın elverişliliği, hedef alınan vücut bölgesi ve meydana gelen zararın ağırlığı nazara alındığında, sanığın eyleme bağlı ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olduğu anlaşılmasına rağmen kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılması yerine, dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçeler ve yanılgılı değerlendirme sonucu kasten yaralama suçundan hüküm kurulması,…”
Sanığın kastını değerlendirmek açısından olayların akışının kendi kontrolünde bulunup bulunmadığının tespiti önemlidir. Kendi istemi dışında meydana gelen eylemde yardım yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle TCK 98. Maddesinde düzenlenen, “yardım ve bildirim yükümlülüğünü yerine getirmeme” suçundan kastının değerlendirilmesi gerekecektir.
1. CD. 25/2/2014 gün, 2012/3168 Esas 2014/1048 Karar
Maktulün kendi hareketi sonucu sulama kanalına düşmesi, sanığın yardım ve bildirim yükümlülüğünü yerine getirmemesi TCK 98/2,
“Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanık Ekrem ile maktul Selçuk'un arkadaş oldukları, olay günü birlikte araçla dolaşıp alkol aldıkları, gece yarısından sonra diğer sanık Nazmiye'yi de araca aldıkları, araç ile dolaşmaya ve alkol almaya devam ettikleri, aracı kullanan sanık Ekrem'in Nazmiye ile cinsel ilişkiye girmek için her zaman gittikleri yer olan sulama kanalının kenarına geldiği, bu sırada maktulün arka koltukta uyuya kaldığını fark ettiği, Nazmiye ile araçta cinsel ilişkiye girmek isteyen sanık Ekrem’in aracın kapısını açıp maktulü uyandırmak için seslendiği ve kolundan tutarak dışarıya çıkardığı sırada alkollü ve uykulu olan maktulün kolunu sanık Ekrem'den kurtarmak için hamle yapması üzerine dengesini kaybederek sulama kanalına düştüğü ve suya kapıldığı, sanık Ekrem'in maktulün kurtarılması için durumu derhal ilgili makamlara bildirmek yerine, Nazmiye ile birlikte olay yerinden ayrılarak başka bir yerde cinsel ilişkiye girdiği, daha sonra Nazmiye'yi otele bıraktığı sonra da jandarmaya olayı bildirdiği, yapılan araştırmalar sonucu maktulün cesedinin bulunup sudan çıkartıldığı, otopsi raporuna göre maktulün suda boğulma sonucu öldüğü olayda; sanığın bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi suçundan TCK’nın 98/1 maddesi delaletiyle TCK'nın 98/2 maddesi gereğince cezalandırılması yerine, suç niteliğinde yanılgıya düşülerek, yazılı biçimde taksirle ölüme neden olma suçundan TCK'nın 85/1 maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi,
Sanık Nazmiye hakkında bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi suçundan kurulan hüküm yönünden,
Sanık hakkında CMK'nın 231. maddesi hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının karar yerinde tartışmasız bırakılması,
Katılanlardan sadece Ahmet vekil ile temsil edildiği halde, katılan Ahmet lehine vekalet ücretine hükmolunması yerine, tüm katılanlar lehine vekalet ücretine hükmolunması,
Bozmayı gerektirmiş olup,…”
Silahın kullanıldığı mesafe de sanığın kastını ortaya koymak açısından önemlidir. “Elverişli mesafe” kavramı ile değerlendirme yapılmaktadır.
1. CD. 25/2/2014 gün, 2012/3542 Esas 2014/1094 Karar
Elverişli mesafeden ateş etme suç kastı yönünde kanaat oluşturabilir.
“Oluşa ve dosya kapsamına göre, mağdur Fatih'in, sanık Ethem’e etkili eylemde bulunması üzerine, Hüseyin ve oğlu Ethem'in tüfeklerini alarak, mağdurun evine doğru ateş etmeye başladıkları, mağdurun evin bahçesine çıktığı sırada, sanık Hüseyin'in, mağdurun yaralanmasından da anlaşılabileceği gibi elverişli mesafeden görerek ve doğrudan ateş ettiği olayda, bizzat mağdurdan sanığa yönelen haksız eylemden ve olası kasttan söz edilemeyeceğinden;
a- Sanığın, TCK.nun 81, 35, 62. maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi yerine, yazılı şekilde hüküm kurulması,
b- Kabule göre, olası kastla işlenen suçlarda meydana gelen sonuçtan sorumlu olması gerekeceği ve olası kastla gerçekleştirilen eylem bakımından haksız tahrik hükümlerinin uygulanamayacağı dikkate alınarak, sanığın sırasıyla TCK.nun 86/1,3-e, 87/l-d, 21/2, 62. maddeleri gereğince cezalandırılması gerektiğinin düşünülmemesi, Bozmayı gerektirmiş olup,…”
Daire değerlendirmesinde, somut olayda mağdurun yaralanma şekline, darbe sayısına ve eylemden kendiliğinden vazgeçip vazgeçmemesine göre sanığın kastının yaralama ya da öldürme yönünden değerlendirilmesi gerektiği belirtilmektedir.
1. CD. 25/2/2014 gün, 2014/331 Esas 2014/1095 Karar
Nafiz darbe,
“…Bir olayda sanığın eyleminin öldürmeye teşebbüs mü yoksa kasten yaralama mı olduğunun kabulü için, suçta kullanılan aletin cinsi, kullanılış şekli, isabet eden bölge, darbe adedi ve şiddeti, hedef seçme olanağının bulunup bulunmadığı, mağdurdaki yaraların yerleri ve özellikleri, sanığın kendiliğinden mi yoksa engel bir nedenden dolayı mı eylemine son verdiği gibi ölçütlere bakılması gerekir.
Olayımızda da, sanığın, mağdurun karın, göğüs, batın ve dirsek bölgelerine birisi göğüs boşluğuna nafiz olacak şekilde üç bıçak darbesi vurarak sol intemal mammarien arterde, pulmoner arterde ve akciğerde kesiye, hayati tehlike geçirmesine neden olacak şekilde yaraladığı anlaşılmakla; yukarıda belirtilen kriterlerden suçta kullanılan aletin cinsi, hedef alınan vücut bölgesi, darbe sayısı, yaraların yerleri ve niteliği dikkate alındığında sanığın eyleme bağlı ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olduğu ve sanık hakkında öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, suçun niteliğinde hataya düşülerek kasten yaralama suçundan hüküm kurulması,
Yasaya aykırı olup,…”
Ancak nafiz darbe kıstasının her zaman suç kastı yönünden değerlendirmeye alınmadığını söylemek mümkündür. Aşağıdaki Yargıtay kararı, engelleyici bir sebep bulunmaksızın, eylemini tamamlamaktan kendiliğinden vazgeçen sanıkların eyleminin yaralama kastı olduğu yönündedir:
1. CD. 11/07/2014 2013/5924 Esas 2014/3808 Karar
“…Oluşa ve dosya içeriğine göre; olay tarihinde mağdur Emrah'ın arkadaşı olan Murat'ı cadde üzerinde park halinde bulunan aracında oturduğunu görmesi üzerinde park halinde bulunan aracında oturduğunu görmesi üzerine kendi aracına da Murat'ın aracının yan tarafına çekerek sohbet etmeye başladıkları, iki aracın yan yana park etmesi nedeniyle yolun bir kısmının kapandığı ancak yol kenarında araçların geçmesi için gerekli mesafenin bulunduğu, sanıklar Halim ve Yaşar'ın da içinde bulunduğu akrabaları Sait'in kullanmakta olduğu araç ile mağdur Emrah'ın aracının arkasında durdukları, araçtan inen sanık Halim'in alış veriş için markete girdiği, tekrar araca döndükten sonra Sait'in aracı hareket ettirmek istediği ancak mağdur Emrah'ın önünde park etmiş olması nedeniyle geçemediği bu nedenle camdan kafasını çıkartarak arkadaşı Murat ile sohbet eden mağdur Emrah'a hitaben "arabanı çeksene lan" demesi üzerine mağdur Emrah'ın aracından indiği, Sait'in de araçtan inerek Emrah'ın üzerine yürüdüğü, aralarında tartışma çıktığı, Murat'ın araya girerek tarafları ayırmaya çalıştığı esnada Sait'in mağdur Emrah'ın yüzüne yumruk attığı, araya girenler tarafından kavganın yatıştırılması sonrasında Sait ve yanındaki sanıkların araca bindikleri, Sait'in ayrılacağı esnada Murat'a hitaben "seninle görüşeceğiz, seni gördüğüm yerde geberteceğim" diyerek tehdit etmesi üzerine Murat'ın da elindeki araç parlatıcısını Sait'in aracına doğru fırlattığı, Sait ile sanıklar Halim ve Yaşar'ın araçtan inerek Sait'in, Murat'ı kovaladığı, sanıklar Halim ve Yaşar'ın ise mağdur Emrah'ı yakaladıkları, sanık Halim'in mağduru sağ kol, sol skapula ve sol koltuk altı bölgesinden biri toraksa nafiz olacak şekilde toplam üç bıçak darbesiyle iç organ yaralanmasına sebebiyet vermeksizin solda oluşan pnömotoraks nedeniyle hayati tehlike geçirecek şekilde yaraladığı, yaralama esnasında sanık Yaşar'ın da Emrah'ı tutarak ve kendisi de el ve yumrukları ile vurarak fiile doğrudan iştirak ettiği olayda;
Ciddi bir engel bulunmamasına rağmen sanıkların mağdurda meydana getirdikleri yaraların yeri ve niteliği, olayın gelişimi ve sanıkların sayısı da dikkate alındığında, sanıkların eyleme bağlı olarak ortaya çıkan kastlarının yaralamaya yönelik olduğu anlaşılmakla, olayın oluşu ve yaraların niteliği de gözetilerek, bıçakla kasten yaralama suçundan alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle hüküm kurulması yerine, suç vasfında hataya düşülerek, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan yazılı şekilde hüküm kurulması,…”
1. CD. 26/2/2014 gün, 2012/5440 Esas 2014/1125 Karar
Batına nafiz darbe,
“1-Oluşa ve dosya içeriğine göre, sanık Semra'nın mağdure Yıldız'ı öldürmeye elverişli bıçakla sırt sağ midskapular bölgenin 11. kosta ile kesiştiği hizadan, sağ lomber bölgeden ve göbeğin sağ üst kısmından batına nafiz biçimde plevral efüzyona, mide ön duvarında perforasyana ve hayati tehlike geçirmesine neden olacak şekilde yaraladığı olayda, eyleme bağlı kastın öldürmeye yönelik olduğu anlaşıldığı halde suç vasfında hataya düşülerek, silahla kasten yaralama suçundan hüküm kurulması,
2-Kabule göre ise;
TCK'nun 61. maddesi uyarınca, TCK'nun 86/1 maddesine göre alt ve üst sınırlar arasında temel cezanın belirlenmesi sırasında, meydana gelen tehlike ve zararın ağırlığına göre, üst sınıra yakın bir ceza tayini yerine 1 yıl hapis cezasına hükmedilmesi,…”
VII. SUÇUN HUKUKA AYKIRILIK UNSURU
Kanun hükmünü yerine getirme TCK 24/1 maddesi bu suçta hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerdendir. Ancak bu hükümden yararlanabilmek için failin hukuka uygun belirlenen koşullara uygun olarak kanun hükmünü yerine getirmesi gerekir. Bu yetkinin taksirle aşılması halinde failin cezasından indirim yoluna gidilecektir.
Eğer yetkinin amacı dışına çıkılarak kasten öldürme suçu işlenmişse fail öldürme suçunun tam cezası ile cezalandırılır.
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu 16 ve ek 6. Maddesi gereğince polis memurunun silah kullanma yetkisinin bulunması ve koşulların bulunması halinde fail cezasızlık nedeninden yararlanacaktır.
Amirin emrini yerine getirme açısından bir emrin bulunması, emrin yetkili merci veya amir tarafından verilmesi, emrin uygulanmasının görev gereği zorunlu olması, emrin kanunlara uygun olması unsurlarının bir arada gerçekleşmesi gerekir. Emrin sınırının kasten aşılması halinde fail bundan sorumlu olacak, ancak emrin sınırının taksirli aşılması halinde failin cezasından indirim yoluna gidilecektir.
Meşru savunma, yalnız failin kendisine ve ırza karşı saldırılar bakımından değil aynı zamanda mala karşı saldırıları da içerecek şekilde değerlendirilecektir.
Meşru savunma açısından
a-) Savunmaya ilişkin koşullar:
Savunmanın zorunlu olması,
Savunma ile saldırı arasında denge bulunması,
b-) Saldırıya ilişkin koşullar:
Saldırının varlığı ve haksız olması,
Saldırının herhangi bir hakka yönelik olması,
Saldırı ve savunmanın eş zamanlı olması, gerekir.
Meşru savunmada sınır taksirli aşılmış ise, fail TCK 27/1 maddesinde belirtilen oranda indirimli ceza alacaktır. Meşru savunma sınırının kasten aşılmış olması halinde fail herhangi bir indirimden yararlanamaz.
Hakkın kullanılması TCK 26/1 maddesi, bazı spor oyunlarında, cebir ve şiddetin az veya çok ortaya çıkması nedeniyle uygulanabilecektir. Tıp mesleğini icra etmeye yetkili kimse tarafından yapılan ve muhatabın rızası bulunan tıbbi müdahaleler ve organ ve doku nakli ile, ana/babanın sahip olduğu velayet hakkının sonucu olan tedip hakkı, spor hareketleri hakkın kullanılması kapsamında değerlendirilmektedir.[21]
AİHS 2. Maddesinde düzenlenen hayat hakkı ölme hakkını da kapsamamaktadır. Bu nedenle ötenazi kişilere tanınmış bir hak değildir. Bu nedenle ötenaziye ilişkin rıza geçersizdir.
a- Kanun Hükmünün veya Amirin Emrinin Yerine Getirilmesi
i- Kanun Hükmünü Yerine Getirme
TCK 24/1 maddesinde "kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez" hükmüne yer verilmiştir. Maddedeki kanun tabiriyle anlaşılması gereken kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik, genelge gibi pozitif hukuka ilişkin mevzuatın tamamıdır.
Suç işleyen kimseyi kaçarken kovalayan, “Dur yoksa vururum” sözünü söyleyen polis memurunun davranışı bu madde kapsamında değerlendirilir. Çünkü PVSK polise bunun gibi hallerde silahını kullanması için yetki vermiştir.
Kanun hükmünü yerine getirme TCK 24/1 maddesi bu suçta hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerdendir. Ancak bu hükümden yararlanabilmek için failin hukuka uygun belirlenen koşullara uygun olarak kanun hükmünü yerine getirmesi gerekir. Bu yetkinin taksirle aşılması halinde failin cezasından indirim yoluna gidilecektir.
Eğer yetkinin amacı dışına çıkılarak kasten öldürme suçu işlenmişse fail öldürme suçunun tam cezası ile cezalandırılır.
Kanun hükmünü yerine getirmenin bir hukuka uygunluk nedeni sayılması için şekli ve maddi anlamda bir hukuk kuralının bulunması ve failin bu hükmün gereğini yerine getirmesi; fiilin görevin kaynağını oluşturan hukuk kuralının belirlediği koşullara uygun ve görevle ilgili olması gerekir.[22] Bilgi toplama, rapor ve fezleke düzenleme, belgeleme, inceleme, tanık ve bilirkişi sıfatıyla bilgi, görgü ve mütalaasını yetkili merciler önünde açıklama, haciz tutanağı düzenleme, haciz mahallinde ya da duruşma sırasında konusu suç teşkil eden eylemlerin tutanaklara geçirilmesi gibi durumlar kanun hükmünün yerine getirilmesidir.[23]
Tanığın başkasının şerefini ihlâl eden sözler hakkında tanıklık yapması, bilirkişinin kişilerin akıl sağlığı yönünde görüş bildirmesi, denetleme sırasında yolsuzluk tespit eden müfettişin bunu rapor halinde sunması, memur hakkında disiplin soruşturması yapılan kişiye "görevini kötüye kullandığı iddiası nedeniyle savunmasını hazırlaması için süre verildiğine" ilişkin yazı yazması, soruşturma sonunda fezleke hazırlanması gibi hallerde kanun emrinin yerine getirilmesi söz konusudur.[24]
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu 16 ve ek 6. Maddesi gereğince polis memurunun silah kullanma yetkisinin bulunması ve koşulların bulunması halinde fail cezasızlık nedeninden yararlanacaktır.
Suç işlediği şüphesi altındaki kişinin, yürütülmekte olan soruşturma ve kovuşturma işlemleri nedeniyle onur, şeref ve haysiyetinin zarar görmemesi, toplum içindeki saygınlığının zarar görmemesi toplum içindeki saygınlığının zedelenmemesi, hakkında henüz kesin hüküm verilmemiş kişinin masumiyetine zarar verecek kişiyi toplum nezdinde mahkûm edecek her türlü söz, yayın, haber gibi davranışlardan kaçınma yükümlülüğü lekelenmeme hakkı olarak tanımlanmaktadır.[25]Bu nedenle soruşturma aşamasındaki işlemlerin gizli tutulması, henüz hakkındaki iddialar araştırılmakta olan kişinin saygınlığının ve manevi haklarının korunması açısından son derece önemlidir. Aksi takdirde, kişiler soruşturma sonucunda hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi bile toplum nezdinde mahkum olabilirler.[26] Bu nedenlerle Türk Ceza Kanunu’nun 285’inci maddesi ile Basın Kanunu’nun 19’uncu maddesinde soruşturma gizliliğinin ihlâl edilmemesine ilişkin hükümler yer almıştır.
Masumiyet karinesi ile lekelenmeme hakkı arasında da ilişki bulunmaktadır. Masumiyet karinesi Anayasa 38/3 maddesi ile Avrupa İnsan Hakları 6/2 maddesinde karşılığını bulmakta olup, “Suç şüphesi altındaki kişinin suçluluğu kesin bir mahkeme kararıyla sübuta erinceye kadar, kişinin suçlu sayılamayacağı esasına” dayanır. Lekelenmeme hakkı ise kişinin toplumsal saygınlık, onur ve şerefinin korunmasını amaçlar.[27]
Yakalanan kişiye kelepçe takılması halinde de, hukuka uygunluk sebebinin bulunması nedeniyle kişi, toplum önünde küçük düşürüldüğü gerekçesine dayanarak hakarete uğradığı iddiasında bulunamaz.[28]
ii- Yetkili Merciin Emrini İfa
1982 Anayasası 137. maddesine göre:
"Madde 137 - Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.
Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.
Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır."
Buna paralel düzenlenen 5237 sayılı TCK 24. maddesi ise şöyledir:
"Madde 24 - (1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.
(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.
(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.
(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hâllerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur."
Emri yerine getirecek olan memur verilen emrin yasalara uygunluğunu hem şeklen hem de içerik olarak kontrol etmelidir. Şekli olarak kanuna uygun olan emir içerik olarak yasalara uygun olmayabilir ve hatta suç teşkil edebilir. Emrin mevzuata aykırı olduğu kanaatine varılması halinde durum amire bildirilmeli, amir emirde ısrar eder ve verdiği emri yazı ile yinelerse emir yerine getirilmelidir. Bu durumda sorumluluk emri yazılı olarak tekrarlayan amire aittir. Emir suç teşkil ediyorsa hiçbir şekilde yerine getirilmemelidir. Bu durumda emrin icrası hem amirin hem de memurun sorumluluğunu gerektirir.[29]
Emri verenle emri alan arasında kamu hukukundan kaynaklanan amir-memur ya da üst ast ilişkisinin bulunması zorunludur. Bu nedenle özel hukuktan kaynaklanan bağlılık ilişkisine dayanan emirler, örneğin babanın oğluna ya da işverenin işçisine yönelik emri bu hukuka uygunluk emrinden yararlanamaz.[30]
Emrin meşru, mevcut olması, emri verenin yetkili olması emrin görev gereği yerine getirilmesinin zorunlu, emrin şekil ve içerik bakımından kanuna uygun olması gereklidir.[31]
Kolluk memurunun amirinden aldığı emirle, bir suç hakkında fezleke ya da rapor düzenlemesi halinde hukuka uygunluk sebebinden yararlanacaktır. Ancak bir olayla ilgili olmaksızın yine amirinden aldığı emirle, bir kişinin özel hayatına ilişkin durumlar hakkında araştırma yapması istendiğinde kolluk hukuka uygunluk nedeninden yararlanamayacaktır. Bu durumda emir meşru olmadığı gibi, emrin görev gereği yerine getirilmesi de zorunlu değildir ve emir, içerik bakımından da hukuka uygun değildir.[32]
Amirin emrini yerine getirme açısından bir emrin bulunması, emrin yetkili merci veya amir tarafından verilmesi, emrin uygulanmasının görev gereği zorunlu olması, emrin kanunlara uygun olması unsurlarının bir arada gerçekleşmesi gerekir. Emrin sınırının kasten aşılması halinde fail bundan sorumlu olacak, ancak emrin sınırının taksirli aşılması halinde failin cezasından indirim yoluna gidilecektir.
b- Meşru Savunma
5237 sayılı TCK 25/1 maddesinde “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” hükmü yer almaktadır.
Üzerine doğru gelen kişinin saldırısından korkan kişinin bu saldırıyı önlemek için önce şahsı hedef almaksızın uyarı atışı yapması sonradan yaklaşma öldürürüm demesi halinde tehdit ve yaralama veya yaralamaya teşebbüs suçunu oluşmayacaktır. Çünkü bunlar haksız saldırıyı uzaklaştırmak için söylenmiştir.[33]
Tek başına hakaret ve sövme suçlarında olduğu gibi sözle yapılan fiiller, yaşanılan sosyal çevrenin olağan karşıladığı el, kol şakaları ile yolda veya topluluk içerisinde hafif şekilde çarpmak gibi basit eylemler saldırı olarak değerlendirilemeyeceğinden yasal savunma nedeni sayılmazlar. Çünkü yasal savunmadan söz edilebilmesi için mefruz değil, gerçek bir tehlike olması gerekir. Gerçek saldırının bulunmadığı ancak failin saldırı bulunduğu zannında olduğu hallerde TCK 30 maddesi gereğince hataya ilişkin hükümlerin dikkate alınması gerekir.[34]
Meşru savunma, yalnız failin kendisine ve ırza karşı saldırılar bakımından değil aynı zamanda mala karşı saldırıları da içerecek şekilde değerlendirilecektir.
Meşru savunma açısından
a-) savunmaya ilişkin koşullar:
Savunmanın zorunlu olması,
Savunma ile saldırı arasında denge bulunması,
b-) Saldırıya ilişkin koşullar:
Saldırının varlığı ve haksız olması,
Saldırının herhangi bir hakka yönelik olması,
Saldırı ve savunmanın eş zamanlı olması, gerekir.
Meşru savunmada sınır taksirli aşılmış ise, fail TCK 27/1 maddesinde belirtilen oranda indirimli ceza alacaktır. Meşru savunma sınırının kasten aşılmış olması halinde fail herhangi bir indirimden yararlanamaz.
Hakkın kullanılması TCK 26/1 maddesi, bazı sor oyunlarında, cebir ve şiddetin az veya çok ortaya çıkması nedeniyle uygulanabilecektir.
AİHS 2. Maddesinde düzenlenen hayat hakkı ölme hakkını da kapsamamaktadır. Bu nedenle ötenazi kişilere tanınmış bir hak değildir. Bu nedenle ötenaziye ilişkin rıza geçersizdir.
TCK 25/1 maddesi gereğince; gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiiller, yasal savunma korumasından yararlanır.
Yasal savunma için; ortada bir haksız saldırı bulunması ve bu saldırıya karşı savunma yapmanın zorunlu olması koşullarının bulunması gerekir. Saldırıya karşı yapılan savunma saldırı ile orantılı olmalıdır. Bu durumda sanık hakkında CMK 223/2-d hükmü gereğince beraat kararı verilmesi gerekir.[35]Yargıtay ise bir bütün olarak “5237 sayılı TCK.nun 25. ve CMK.nun 223. maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ve sanığın beraatine karar verilmesi” gerektiği görüşündedir.
765 sayılı TCK’da yalnız “ırz ve nefse yönelik” saldırılara karşı meşru savunma imkânı tanınmış iken, 5237 sayılı TCK “gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş saldırı”dan söz etmek suretiyle her türlü hakka ve bu arada malvarlığına yönelik saldırılara karşı yasal savunma imkânını getirmiştir. Üstelik bu hakkın mutlaka ceza hukuku ile korunan haklardan olması da gerekli değildir. Buna karşılık kamu düzeninin korunması münhasıran yetkili devlet organlarının görevi olduğu için kamuya ve özellikle devlete ait hukuksal yararlar yasal savunmaya elverişli değildir.[36]
Erdem’e göre, malvarlığına yönelik bir saldırıyı ortadan kaldırma zorunluluğu içerisinde saldırganın öldürülmesinin yasal savunma çerçevesinde hukuka uygun sayılması, AİHS 2/2-a maddesinin ihlâlini oluşturur.[37]
AİHS m. 2 uyarınca;
“1. Her insanın yasama hakkı kanunun koruması altındadır. Kanunun ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infazı dışında, hiç kimse kasten öldürülemez.
2. Öldürme, mutlaka gerekli olan güç kullanmanın yol açtığı aşağıda belirtilen durumlarda, bu maddenin ihlali olarak değerlendirilmez;
a. bireyin, haksız saldırıya karsı kendisini savunması için,
b. hukuka uygun olarak bir kişiyi yakalamak veya hukuka uygun olarak özgürlüğünden yoksun bırakılan kişinin kaçmasını önlemek için,
c. ayaklanma veya isyanı, hukuka uygun olarak bastırmak için”.
5237 sayılı TCK’nın 25. Maddesinin gerekçesine göre, yasal savunma bir hukuka uygunluk nedenidir. Hukuka uygunluk nedeni bulunması halinde, savunmada bulunan kişinin eylemi esas olarak suç teşkil etmekte ancak yasa; suç teşkil eden fiildeki bu hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve hukuka uygun hale getirmektedir.
Hırsızlık suçunun oluşması için fail, mal üzerinde yeni bir egemenlik kurmuş olmalıdır. Örneğin, A’nın B’ye ait çantayı almaya çalıştığı sırada B’nin durumu farkederek çantasını şiddet kullanmak suretiyle A’dan alması halinde, A henüz malın zilyedi olmamıştır. A, malı fiilen elinde bulunduran durumundadır. Mağdur zilyetliğin korunması hakkına dayanarak olaya müdahalede bulunmuş ve kendisine ait malı almıştır.[38]
TMK 981 maddesi şöyledir :
“SAVUNMA HAKKI
Madde 981 - Zilyet, her türlü gasp veya saldırıyı kuvvet kullanarak defedebilir.
Zilyet, rızası dışında kendisinden alınan şeyi taşınmazlarda el koyanı kovarak, taşınırlarda ise eylem sırasında veya kaçarken yakalananın elinden alarak zilyetliğini koruyabilir. Ancak, zilyet durumun haklı göstermediği derecede kuvvet kullanmaktan kaçınmak zorundadır.”

Saldırının bir insan tarafından yapılması veya köpeği saldırtmak, bir makine, alet ve benzeri araçla saldırmak gibi insanla bağlantısı olması gerekir. Saldırının insanla bağlantı olmaksızın doğrudan hayvandan gelmesi halinde ancak zorunluluk hali söz konusudur.
Saldırıda bulunan kişinin açıkça belli olması ve bilinmesi gerekir. Örneğin kalabalık bir grubun içerisinden bir kişinin ateş etmesi ve hangisinin ateş ettiğinin belli olmaması halinde failin kalabalığa ateş etmesi halinde yasal savunma koşullarının bulunduğundan bahsedilemez.[44]
Saldırganın kusur yeteneğinin bulunmaması, ceza ehliyetine sahip olmaması hali ile temyiz yeteneğine sahip olmaması hallerinde zorunluluk halinin kabul edilmesi gerekir. Çünkü bu tip kişiler davranışlarının “haksız saldırı” niteliğinde olduğunu bilebilecek durumda değildirler. Bu durumda; bu kişilerin davranışının tehlike hali olarak değerlendirilip zorunluluk hali kabul edildiği takdirde CMK 223/3-b maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığı verilmelidir.[45]
Saldırıya maruz kalan kişinin yasal savunmada bulunması halinde ise yasal savunma koşullarının bulunması halinde hükümden yararlanması mümkündür.
Yargıtay uygulamalarında, saldırıya uğrayan kişinin kendi şahsi kusuru ile saldırıya sebebiyet vermesinin savunmanın meşruluğunu ortadan kaldırmayacağı, yasal savunmanın varlığının, ilk haksız hareket sonucu gerçekleşen etki ve tepki dengesinin gözetilmesi suretiyle belirlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır.[46]
Karşılıklı saldırılarda her iki tarafın da çatışma hazırlığında oldukları ve saldırıya geçenin kim olduğunun belirlenemediği hallerde yasal savunmaya ilişkin koşullar uygulanamaz.
1. CD. 9/10/2013 gün, 2013/1594 Esas 2013/5630 Karar
“Oluşa ve dosya içeriğine göre: olaydan önce mağdur-sanıklar Mutlu Ö. ve Hakan A. ile mağdur Mehmet F. Ö.'in bir süre arkadaşlık yaptıkları, mağdur-sanık Mutlu Ö. ve mağdur Mehmet F. Ö.'in talepleri doğrultusunda, mağdur- sanık Hakan A.'in kendi adına kiraladığı otoyu mağdur-sanık Mutlu Ö. ve mağdur Mehmet F. Ö.'in kullanımına tahsis ettiği, kiralanan oto ile mağdur-sanık Mutlu Ö. ve mağdur Mehmet F. Ö.'in yasadışı işler yaptıklarını sezinlemesi üzerine, mağdur-sanık Hakan A.'in arkadaşlarından uzaklaşmaya başladığı, bu duruma kızan mağdur-sanık Mutlu Ö. ile mağdur Mehmet F. Ö.'in, mağdur-sanık Hakan A.'e husumet beslemeye başladıkları ve onu tehdit edip dövdükleri, mağdur-sanık Hakan A.'in olay günü sokakta mağdur-sanık Mutlu ve mağdur Mehmet F. Ö. ile karşılaşmaları üzerine, mağdur-sanık Mutlu Ö.'ın silahını çekerek, mağdur-sanık Hakan A.'e ateş etmeye başladığı, mağdur-sanık Hakan A.’in de kendisini yere atarak mağdur-sanık Mutlu Ö.'a yönelik ruhsatsız tabancasıyla karşı atışa geçtiği, karşılıklı atışlar sonucunda, mağdur-sanık Hakan A.'in hiç isabet almadığı, mağdur-sanık Hakan A.'in yaptığı atışlar neticesinde mağdur-sanık Mutlu Ö.'ın batın ve sol elinden, mağdur Mehmet F. Ö.'in ise göğüs ve sağ bacağından, olay ile ilgisi bulunmayan mağdurlar Fatih Ç. ve Erdal F.'nın ise bacağından birer isabetle yaralandıkları olayda;
Sanık Hakan A.'in kendisine yönelmiş ve halen devam eden silahlı saldırıyı o andaki hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetme zorunluluğu ile eylemini meşru savunma koşulları altında gerçekleştirdiği ve meşru savunmada aşırıya kaçılmadığı anlaşıldığından, mağdurlar Mehmet F. Ö., Erdal F. ve Fatih Ç.'a yönelik eylemi nedeniyle de 5237 sayılı TCK.nun 25. ve CMK.nun 223. maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ve sanığın beraatine karar verilmesi yerine, yazılı şekilde olası kastla yaralama suçundan hüküm kurulması,…”
c- Hakkın Kulllanılması 
5237 sayılı TCK 26 maddesinde, “Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez. Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” hükmüne yer verilmiştir.
Rızanın açıklanmasının bir hukuka uygunluk nedeni olabilmesi için, rıza konusu üzerinde hukuken tasarrufta bulunma imkânı bulunmalıdır. Rıza açıklamasında bulunan kişinin temyiz kudretine sahip olması gerekir. Akıl hastalığı, yaş küçüklüğü, sağır dilsizlik veya geçici sebeplerden dolayı temyiz kudretine sahip olmayanlar rıza açıklamasına ehil değildir. İşlenin suçun ihbar edileceğinin söylenmesi, alacağını tahsil edebilmek için mahkemeye ya da icra yoluna başvurulacağının bildirilmesi bu madde kapsamında değerlendirilecektir.[47]
Hakkın kullanılmasının hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilebilmesi için kişiye tanınmış subjektif hak bulunması gerekir. Hak, kanun, tüzük, yönetmelik, genelge gibi nizamlara dayanabilir ve hukuken tanınmış ve düzenlenmiş olmak şartıyla mesleğin icrasından doğabilir.[48] Hakkın kaynağı kamu hukuku ya da özel hukuk olabileceği gibi yargı kararı veya idari tasarrufta olabilir. Bir hakkın doğal olarak örf ve adetten de doğması mümkündür. Yeter ki gerçek, yerleşmiş bir örf ve adet mevcut olsun.[49]
Ahlâk kuralları, suçun cezasını kaldıran bir hak yaratmaz. Hak sahibinin herhangi bir mercie başvurmasına gerek bulunmaksızın hakkını kullanabilmesi gerekir. Eğer fail, hakkını kullanmadan önce mahkemeye başvurmak suretiyle, hakkının varlığını tespit ettirmek durumundaysa hukuka uygunluk nedeninden söz edilemez. Fail bu hakkı sınırlar içerisinde kullanmak durumundadır. Hakkın kötüye kullanılması durumunda işlenen eylemin hukuka uygunluğundan söz edilemez.[50]
Hakkını kullanan kişiye ceza verilemeyeceğinden, fail hakkında 5271 sayılı CMK'nın 223/2-d maddesi gereğince, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen olayda hukuka uygunluk sebebi bulunması nedeniyle beraat kararı verilecektir.[51]
Yasanın gerekçesinde de belirtildiği üzere, hakkın doğrudan doğruya kullanılabilir olması aranacak, eğer hak bir merciye başvurularak kullanılabilecekse artık buradaki hak kapsamında değerlendirilemeyecektir.[52]
Hakkın kullanılması hukuka uygunluk nedeninin kabul edilebilmesi için, işlenen suç ve hakkın kullanılması arasında fikri bir bağlantı bulunması da gereklidir. Örneğin, savunma hakkının kullanılması sırasında kullanılan sözlerin dava ile ilgili bulunması, basın özgürlüğü hakkının kullanılmasında ise haberin görünür gerçekliğe uygun olması gibi.[53]
ç- Mağdur Rızası
5237 sayılı TCK 26/2 maddesine göre, kişinin tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin rızası halinde, işlenen suçtan dolayı fail cezalandırılamayacaktır. Rızanın geçerli olabilmesi, mağdurun mutlak şekilde tasarrufta bulunabileceği bir hakkının bulunmasına, mağdurun rıza göstermeye ehil (kural olarak temyiz kudretini haiz ve en az on beş yaşında) olmasına ve mağdurun açıkça razı olmasına, rıza açıkladığı konunun rızanın geçerli olduğu bir konu olmasına ve suç tanımına uyan fiilin rıza açıklanan konu üzerinde işlenmiş olmasına bağlıdır.[54]
Kişilerin şeref ve haysiyetleri üzerinde serbestçe tasarruf hakkı bulunduğundan hakaret suçlarında mağdurun rızasının bir hukuka uygunluk nedeni olduğu ancak kamu görevlisine hakaret halinde mağdurun sıfatından dolayı kamu idaresinin vakar ve onurunun ihlâl edildiği, bu nedenle mağdurun serbestçe tasarruf edebileceği bir hakkın söz konusu değildir.[55] Mağdurun niteliğinden dolayı yalnız kişinin şerefi ihlâl edilmekle kalmaz, başka bir hukuksal değer daha ihlal edilmiş olur. Cumhurbaşkanı’na hakaret (TCK 299), memura hakaret (TCK 125/3-a) maddelerinde olduğu gibi ihlal edilen hukuki değer kişinin şerefi ile birlikte devletin manevi varlığıdır. Bu tür hakaret suçlarında kişinin korunmakta olan hukuki değer üzerinde mutlak bir tasarruf yetkisi bulunmadığından rıza geçersizdir. Bu nedenle rıza, ancak kendi şerefini ihlal eden fiiller açısından önemlidir.[56]
Mağdur rızasını açıkça beyan edebilir veya fiilin işlenmesine engel olmamak, ses çıkarmamak, foto muhabiri karşısında poz vermek gibi hal ve tavırlarla örtülü rıza açıklamasında bulunabilir. Arkadaş arasında tahkir edici sözlerin sürekli söylenmesine karşın arkadaşlığını sürdüren kimsenin aleyhine söylenen sözlere muvafakat etmiş sayılacağı, bir arkadaşıyla şakalaşırken ona hakaret eden kimsenin eyleminde de kendisine hakaret edilen kimsenin örtülü rızası bulunmaktadır. Ancak, daha önce bu yönde verilmiş rıza, her zaman geri alınabilir.[57]
Rıza suçtan önce veya en geç suçun işlendiği sırada açıklanmalıdır. Fiil sona erdikten sonra verilen rıza hukuka uygunluk nedeni değildir. Bu durumda şikâyetten vazgeçme söz konusudur. Şikayetten vazgeçme halinde fiil hukuka aykırılığını devam ettirmekteyken, rızanın varlığı halinde fiil hukuka uygun hale gelmiş olmaktadır.[58]Şikâyetten vazgeçme ve vazgeçmenin kabulü halinde sanık hakkında TCK 73 ve CMK 223/8 maddesi gereğince sanık hakkında düşme kararı verilecektir. Sanıktan sorma imkânının bulunmadığı hallerde kararı temyiz etmemiş olması da sanığın şikâyetten vazgeçmeyi zımnen kabulü yönündedir.
Kişinin mutlak şekilde tasarruf edebileceği hak, kendine ait şeref hakkı olduğundan, diğer hukuki menfaatlerin şahsi hakla birlikte korunduğu fiillerde, şahsi-hukuki menfaati açısından rıza; hukuka uygunluk nedeni sayılabilir ancak korunan diğer hukuki menfaatler açısından rıza hukuka uygunluk nedeni sayılmayacaktır.[59]
Ancak, kişilerin kendi şerefi üzerinde serbestçe tasarruf edebilecek olması, rızanın bu değeri ihlâl eden bütün fiilleri hukuka uygun hale getirebileceği anlamına gelmez. Rızanın konusu hukuka, genel ahlak ve adaba aykırı olmamalıdır. Kişi şeref değerinden tamamen vazgeçemez. Bu nedenle şeref değerinden tamamen vazgeçildiği anlamına gelebilecek rıza geçersizdir.[60]
Mağdur rıza göstermeye ehil olmalı, rıza açıklama yeteneğine sahip hukuksal yararın sahibi rızasını açıklamalıdır. Temyiz kudresine sahip olmak gereklidir. Ayırt etme gücü bulunmayanların rıza açıklaması geçerli değildir. Bu kişilerin rıza açıklaması ancak kanuni temsilci izniyle mümkündür. Ayırt etme gücü bulunan küçük ve kısıtlılar şahsa bağlı olan bu haklarını bizzat kullanabilirler.[61]
Rıza ehliyetleri bulunmayan kişilerin şereflerini ihlal eden fiillere ilişkin rızaları, esasen bu tip fiiller tehlike suçu niteliğinde olduğu ve kişilerin zarar görmesi gerekmediğinden
Suçun mağdurunun birden fazla olması durumunda hepsinin ayrı ayrı beyanda bulunması gerekir. Bir mektup hem alıcının hem de göndericinin yaşam alanlarını ilgilendirmekteyse basına açıklanması için her ikisinin de rızası gereklidir. Rıza yalnız birisi tarafından verilmişse açıklama diğeri için hukuka aykırı olma özelliğini sürdürür.[62]
Rıza ancak işlenmesine izin verilen fiil ile sınırlıdır. Örneğin mağdurun çekilen fotoğraflarının bir kısmının yayımlanmasına izin vermişken diğer kısmına izin vermemiş ise hukuka uygunluk yalnız izin verilen fotoğrafların yayımlanması ile sınırlıdır. Mağdurun rıza açıklaması ile belirlediği sınırın aşılmaması da gerekir. Açık veya zımni rıza halinde mağdurun hangi sözlerin söylenmesine veya hangi yazıların yazılmasına açıkça razı olduğu anlaşılmakta ise tahkir edici söz ve yazılar da o çerçeve içinde kalmalıdır. Aynı şekilde mağdurun, bu sözlerin yalnız belirli kişiler tarafından söylenmesine razı olması halinde bir başka şahsın söylediği sözlere katlanması beklenemez.[63] Bir kişi, belirli bir gazetedeki yayına muvafakat ettiği halde başka bir gazetede aynı yazının yer almasına tepki gösterebilir.[64]
Basın yayın yoluyla işlenen hakaret suçunda, rızanın hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için rızanın geçerlilik sınırlarının aşılmaması gerekir. Kişi hangi sözlerin söylenmesine veya hangi yazıların yazılmasına rıza göstermişse yayınlanan söz ve yazılar o çerçeveyi aşmamalıdır.[65]
Kişiler, kendisine, şeref ve onuru incitici şaka veya öz eleştiri mahiyetinde bir yakıştırmada bulunabilir. Ancak bu, aleni ya da basın yoluyla diğer kişilerin aynı yakıştırmayla hitap etmeleri hakkını vermez ve bu halde hukuka uygunluktan söz edilemez. Bu yönde bir davranış, artık kişinin, kendisine bu şekilde söylenebileceği yolunda genel bir rıza açıklaması olarak yorumlanamaz.[66]
Rıza tek taraflı irade açıklaması olup, herhangi bir şekli yoktur. Örf ve adetin kabul ettiği her şekilde yapılabilir. Rızayı etkileyen cebir, şiddet, tehdit ya da hile söz konusuysa doğal olarak sonuç doğurmaz ve fiil hukuka uygun hale gelmez.[67]
Kasten öldürme suçu açısından giriş kısmında ötenaziye ilişkin açıklamalar burada da dikkate alınmalıdır. Mağdurun kendi rızası ile kendi hayatına son vermesi intihar, başka kişi tarafından öldürülmesi ise kasten öldürme suçunu oluşturacaktır. Bu bakımdan mağdur rızası geçersizdir.
VIII. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ ŞEKİLLERİ
a- Teşebbüs:
Kasten öldürme suçu, hazırlık hareketleri ve icra hareketleri olarak bölümlenebilmesi mümkün ve teşebbüse elverişli suçtur. TCK 35 maddesi anlamında öldürme kastıyla hareket eden kişinin elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlamış olması ve kişinin elinde olmayan nedenlerle suçun tamamlanamaması halinde suç teşebbüs aşamasında kalmıştır.
1. CD. 8/5/2014 gün, 2014/2400 Esas 2014/3004 Karar
“Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanık Günçay'ın mağdur Ferhat'ı sol göğüs bölgesine bıçakla üç kez vurmak suretiyle, göğüse ve batına nafiz şekilde hemopnömotoraksa, mide ile diyaframda perforasyona ve hayati tehlike geçirmesine neden olacak şekilde yaraladığı, eylemini tanık İdris’in müdahalesi nedeniyle tamamlayamadığı olayda, eyleme bağlı kastın öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, suç vasfında hataya düşülerek silahla kasten yaralama suçundan hüküm kurulması,…”
1. CD. 24/2/2014 gün, 2012/4252 Esas 2014/996 Karar
“Oluşa ve dosya içeriğine göre; mağdur Metin'in halası ile sanık Bünyami’nin boşandıkları, boşanma olayından sorumlu oldukları gerekçesiyle mağdur ve yakınlarına husumet besleyen sanığın, olay günü çıkan tartışma sırasında tabancasını çıkartarak sol köprücük kemiği hizasından giriş, sol sırt bölgesinden çıkış deliği oluşturacak şekilde basit bir tıbbi müdahale ile iyileşemeyecek derecede mağduru yaraladığı, mağdurun yere düştüğü sırada arkadaşlarının müdahalesi üzerine eylemini tamamlayamadan olay yerinden kaçtığı olayda; sanık Bünyami'nin, eyleme bağlı olarak ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olduğu anlaşıldığı halde, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılması yerine, suç niteliğinde hataya düşülerek kasten silahla yaralama suçundan hüküm kurulması,…”
1. CD. 24/2/2014 gün, 2012/3854 Esas 2014/1028 Karar
Yaralanmanın etkisine ve olaydan sonra sanığın davranışına göre sanığın kasten öldürmeye teşebbüsten cezalandırılması söz konusu olabilir.
1. CD. 26/2/2014 gün, 2013/5240 Esas 2014/1126 Karar
Öldürmeye teşebbüs suçunda, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı dikkate alınarak sanığın cezası tespit edilmelidir.
b- İştirak:
Kasten öldürme suçuna her türlü iştirak mümkündür. Suçun kanuni tanımında yer alan fiili gerçekleştiren kişilerden her biri fail olarak sorumludur. Müşterek faillikte birlikte suç işleme kararının yanısıra fiil üzerinde ortak hakimiyet kurulduğu için her bir suç ortağı faildir.

1. CD. 8/5/2014 gün 2013/852 Esas 2014/3008 Karar
Fiil üzerinde birlikte hakimiyet kurma, TCK 37/1
“…Oluşa, dosya içeriğine ve gösterilen gerekçeye göre; fiil üzerinde birlikte hakimiyet kuran sanıklar Baran, Yusuf B., Mesut ile Yusuf M., Mehmet Selami, Mehmet Safed ve Fırat'ın, TCK'nın 37/1 maddesi uyarınca cezalandırılmalarında bir isabetsizlik görülmediğinden, tebliğnamede bu hususa yönelen bozma düşüncesi benimsenmemiştir…”
1. CD. 09/07/2014 gün, 2014/1586 Esas 2014/3791 Karar
“Sanıklar İclal ve Selahattin'in maktül Ömer'e yönelik eylemlerinden kurulan hükümlerde;
1) O1ay mahallinde adli tıp uzmanı ile birlikte tatbiki ve temsili keşif yapılarak, sanık İclal'in fiziki durumu ile otopsi bulguları dikkate alındığında, sanık İclal'in maktülü bıçakla vurmak suretiyle öldürdükten sonra, cesedini ikiye parçalayıp evine on metre mesafedeki çöp konteynırına atmasının mümkün olup olmadığının belirlenmesi,
2) Sanık İclal’e ait evde yapılan incelemede ele geçen ekmek bıçağı, çekiç, eşofman, bluz, iki adet poşet, yırtık ajanda parçası, sigara izmaritleri üzerinde sanıklar İclal ve Selahattin yönünden moleküler genetik inceleme yaptırılması,
3) Müsnet suçu tek başına işlediğini ifade eden 19.12.2012 günlü dilekçesiyle maktülü, sanık Selahattin'in öldürdüğünü beyan eden sanık İclal'e, olay günü sanık Selahattin ile yaptığı çok sayıdaki görüşmeler de sorularak ayrıntılı savunmasının alınması ve varsa bu husustaki delillerin toplanması,
Gerektiği gözetilerek, sayılan hususların araştırılmasından sonra sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdirinde zorunluluk bulunması, Yasaya aykırı olup…”
c- İçtima:
TCK 43/3 maddesi gereğince kasten öldürme suçunun zincirleme işlenmesi mümkün değildir. Gerçek içtima kuralları uygulanır.
Soykırım, insanlığa karşı suçlar, devletin birliğini ülke bütünlüğünü bozmak, düşmanla işbirliği yapmak, anayasayı ihlal, yasama organına karşı suç, hükümete karşı suç, silahlı isyan suçlarının işlenmesi sırasında işlenen kasten öldürme suçlarından dolayı da gerçek içtima hükümleri uygulanır.
Kasten öldürme suçlarının birçok suçla birlikte bulunması mümkündür. Ancak tehlike suçu niteliğindeki suçlarla bir arada bulunması mümkün görünmemektedir.
1. CD. 27/5/2015 gün, 2014/3777 Esas 2015/3447 Karar
“Oluş ve dosya kapsamında göre; Sanıklar Mihdi'nin şikayetçi Mustafa'ya karşı, sanıklar Kerem, Murat ve Erdal'ın ise mağdurlara karşı hedef gözeterek ateş etmeleri sonucu şikayetçi ve mağdurları yaralamaları şeklinde gerçekleşen eylemlerinde, kasıtlarının yaralamaya yönelik olduğu, TCK'nun 170. maddesinde düzenlenen kasten tehlikeye sokma suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, bu suç yönünden sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile mahkumiyetlerine karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş…”
IX. SUÇA ETKİ EDEN NEDENLER
Kasten öldürme suçunun nitelikli halleri TCK 82. Maddesinde düzenlenmiştir.
Cezanın azaltılmasını öngören özel bir nedene yasada yer verilmemiştir.
a- Tasarlayarak Öldürme
Tasarlayarak öldürmenin ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilmesinin pek çok nedeni bulunmaktadır. Bunlardan birisi maktulün, kendisini savunabilme imkânlarının sınırlı olmasıdır.[68]
Gerek 765 sayılı TCK gerek 1858 Osmanlı Ceza Kanunu gerekse yeni İtalyan Ceza Kanunu tasarlayarak öldürmeyi cezada ağırlaştırıcı neden olarak kabul etmiştir. Alman Ceza Kanunu 1941 yılında benzer bir hükmü kaldırmış ise de hâkimin cezada takdir hakkı olarak ağırlaştırıcı sebep olarak uygulaması mümkündür.[69]
Tasarlamanın hukuki esası bakımından soğukkanlılık ve plan kurma teorisi olmak üzere iki teori bulunmaktadır. Soğukkanlılık, failin suç kararının alınmasından icrasına kadar belli bir zamanın geçmesi, bu süre içinde failin sabır göstermesi, kararından dönmemesi, eylemi soğukkanlı bir şekilde gerçekleştirilmesidir. “Soğukkanlılık” kavramının hukuki bir terim olmaması nedeniyle eleştirilmektedir. Erem, soğukkanlılığın içten ve dıştan görünüşünün farklı olduğunu; şahsın psikofizyolojik şahsiyetine bağlı olduğunu, irade ile ilgili olmadığını bu nedenle soğukkanlılık teorisinin tasarlama açısından kabulü ile bu sebepten cezanın artırılmasının doğru olmadığını belirtir. İnsanın psikolojik hayatını kronometre ile ölçmek mümkün değildir.[70]
Plan kurma teorisi ise failin suç işleme kararının verilmesi ile icrası arasında geçen sürede suçun işleneceği yer, zaman, suçun işleniş şekli, suç işlendikten sonra kaçma olanaklarının hazırlanması gibi hususlarda hazırlık yapılmasıdır. Yargıtay uygulamalarında her iki teorinin de zaman zaman değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
Tasarlama açısından;
i-) Failin kendisine suç işleme kararını aldırtan olayın etkisinden kurtulmuş olması,
ii-) Niyet ettiği suçu sakin bir şekilde düşünmesi,
iii-) Suçtan cayma ve yorum yapabilmek için makul sayılabilecek bir sürenin geçmesine rağmen vazgeçmemesi kriter olarak değerlendirilmelidir.[71]
Ceza Genel Kurulu, failin suç işleme niyetinde sebatla, şartsız olarak karar vermesi, bu karardan ulaştığı ruhi sükunete rağmen vazgeçmeyip, kararını ısrarla ve bu akış içinde icraya başlaması olarak tanımlamaktadır. (CGK, 26/9/1995, 1-233/258)
Failin ani kast ile öldürmesi ile tasarlamayla öldürmesi arasında fark olması, TCK 3/1 maddesinde belirtilen suç işleyen kişinin, fiilin ağırlığıyla orantılı, ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunması gerektiği hükümleriyle de uyumludur. Ceza Genel Kurulu, 30/6/1986 gün, 188-362 karar sayılı ilamı ile, tasarlayarak öldürmenin hukuki olmaktan çok, eylemli bir durum olduğunu, kanunun tasarlamayı tanımlamadığı, hakimin olayın niteliği, nedeni, oluşuna göre somut olayın özelliklerini değerlendirmesi gerektiğini hükme bağlamıştır. Suç aletinin seçimi, failin saiki, olayın gelişimi, failin kullandığı yöntem gibi durumlar tasarlamayı ortaya koyacaktır. Şartlı olarak öldürme, örneğin “benimle evlenmezsen seni öldürürüm” tarzı öldürme tasarlama olarak kabul edilemez. Bu durumda, failde henüz tasarlama bulunmamaktadır.[72]
Tasarlama ve akıl hastalığının bir arada olup olmayacağı tartışmalıdır. Eğer akıl hastalığı TCK 32/1 maddesi anlamında ceza ehliyetini tamamen kaldırıyorsa tasarlama mümkün değildir. Aksi halde yani TCK 32/2 anlamında ceza ehliyetinin tamamen kalkmaması halinde sanığın tasarlamadan sorumlu tutulması gerekir.[73] Sapma ve yanılgı sonucu hedef alınan kişiden farklı kişinin öldürülmesi halinde de tasarlama ağırlatıcı neden uygulanmalıdır.[74]
Kasten öldürme suçunun bütün failler tarafından tasarlanması halinde bu nitelikli hal bütün failler hakkında uygulanacaktır. Ancak, suçun işlenmesi sırasında nitelikli hali bilmeyen kişiler hakkında nitelikli halin uygulanması mümkün değildir. Bağlılık kuralı gereğince ise nitelikli hali bilen iştirakçiler hakkında TCK 40 maddesi gereğince ağırlaştırıcı nedenin uygulanması gerekir.[75]
Tasarlama, haksız tahrik ile de bir arada bulunabilir. Fail, haksız tahrikin doğurduğu hiddet veya elemin etkisiyle adam öldürmeye karar vermiş ve suçu nasıl işleyeceği konusunda bir plan hazırlamıştır. Fail, bütün tasarlama süreci boyunca hiddet ve elem etkisi altındaysa, öldürme fiili ile hiddet ve elem arasında illiyet bağı bulunuyorsa haksız tahrik nedeniyle cezasından indirim yapılabilecektir.[76]
Ceza Genel Kurulu 30/10/2014 gün, 2013/1-304 Esas 2014/454 Karar
Tasarlayarak öldürme ve haksız tahrik
“…Polis memuru olan sanığın, katılanın evlenmeden önce eşi ile ilişkisi olduğunu ve evlendikten sonra da bu ilişkiyi devam ettirmek isteyip eşini rahatsız ettiğini öğrenmesi, eşinin doğum yapacağı gerekçesiyle yıllık izine ayıldıktan sonra, ruhsatsız silah, göz yaşartıcı sprey, kar maskesi, eldiven, işçi önlüğü tedarik edip daha önceden yerini öğrendiği katılanın evinin önüne gitmesi, burada yaklaşık 2 saat kadar bekleyip hava karardıktan sonra hazırladığı kıyafetleri giyip, kapıyı kırarak katılanın evine girmesi, göz yaşartıcı sprey sıkıp tanık Yeliz’i etkisiz hale getirdikten sonra silahla üzerine atlayıp boğuştuğu katılanı sol bacağından yaralaması, katılanın kafasına silah dayayıp tetiğe basması ancak silahın tutukluk yapması nedeniyle ateş almaması, sonrasında silah sesleri üzerine binanın önünde toplanan kalabalıktan endişe edip eylemini tamamlayamadan evden kaçarak uzaklaşması, suçta kullandığı silahı denize, işçi önlüğü ve kanlı pantolonunu ise bir çöp konteynırına atması şeklinde gerçekleşen somut olayda; sanığın ani bir kararla hareket etmeyip katılanı öldürmek amacıyla bir plan yaptığı, bu bağlamda önce katılanın evinin yerini öğrendiği, yıllık izne ayrıldığı, suçta kullandığı sprey, kar maskesi, işçi önlüğü, ruhsatsız tabanca ve eldiveni olaydan önceden hazırladığı ve katılanın evi önünde iki saate yakın bir süre havanın kararmasını beklediği gözetildiğinde, düşünüp planladığı suçu işlemeden önce makul bir süre geçmesine ve ulaştığı ruhi sükûnete rağmen bu kararından vazgeçmeyip, sebat ve ısrarla fiilini icraya başlaması karşısında, teşebbüs aşamasında kalan kasten öldürme eylemini tasarlayarak gerçekleştirdiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır…
Katılanın haksız tahrik kabul edilen eylemi, evlenmeden önce varolan ilişkisini devam ettirmek amacıyla, sanığın eşini rahatsız edip, ilişkiyi devam ettirmek istediğini söylemekten ibaret olup, bu haliyle sözlü taciz aşamasında kalan, daha ileri bir aşamaya geçmeyen ve bir kaç kez tekrar eden bu eylemin ulaştığı boyuta göre, daha vahim olaylar da düşünülürek makul bir oranda indirim yapılması gerekirken, oluşa ve dosya içeriğine uygun düşmeyen nedenlerle en üst oranda indirim yapılması usul ve kanuna aykırıdır.”
Ceza Genel Kurulu 21/10/2014 gün, 2013/1-838 Esas 2014/438 Karar
“…Sanık Ahmet'in kızı diğer sanıkların ise kardeşi olan Halime ile maktul arasında gayrı meşru ilişki olduğu yönünde çıkan dedikodular sonrasında sanık Ahmet'in maktulün önünü kesip "Seninle eşin köyde çok konuşuyor, hakkında hiç hayırlısı olmaz, sen teksin başına her an birşey gelebilir" şeklinde sözler söylemesi, süt toplayıcılığı yapan maktulün, Menderes ilçesinin çeşitli köyleri arasında sabahın erken saatlerindeki geçiş güzergahını tespit etmeleri, olaydan bir gün önce sanık Ahmet'in evinde bir araya gelerek eylemi ne şekilde gerçekleştireceklerine dair plan yapıp, akabinde kar maskeleri, benzin ve sopa temin etmeleri, sonrasında akşam ayrılarak kendi evlerine gidip, olay sabahı erkenden bir araya gelerek yola çıkıp önceden tespit ettikleri güzergahta aracı ile ilerleyen maktulü durdurmaları ve öldürme eylemini birlikte gerçekleştirmeleri şeklinde meydana gelen somut olayda; maktulü öldürmeye sebatla ve şartsız olarak karar vermiş oldukları, düşünüp planladıkları suçu işlemeden önce makul bir süre geçmesine ve aradan geçen süre dolayısıyla ulaştıkları ruhi sükûnete rağmen, bu kararlarından vazgeçmeyip ısrarla fiillerini icraya başladıkları ve planladıkları eylemi, belirledikleri kurgu dâhilinde icra ettikleri anlaşılmakta olup, sanıkların kasten öldürme suçunu tasarlayarak gerçekleştirdiklerinin kabulü gerekmektedir.”   
b- Suçun Canavarca Hisle veya Eziyet Çektirerek İşlenmesi
Canavarca his, bir insan hayatının ortadan kaldırılmasından zevk duyulmasını ve bu zevkin tatmin edilmesi için öldüre eyleminin gerçekleştirilmesidir. Sırf öldürmek için öldürmek, ölenin acı çekmesinden zevk alarak bu eylemi sürdürmek canavarca histir. Eylem ürpertici şekilde işlenmektedir. Kafanın kesilmesi, farklı ve kısa aralıklarla ateş edilmesi, yakarak öldürme, kızgın yağ dökme gibi eylemler canavarca hisse örnektir.[77]
Daha çok mağdurla ilgili bir kavram olarak eziyet çektirme, acı ve ıstırap duymayı ve zamanla, ıstırap içinde hayatını kaybetmeyi ifade eder.[78]
1. CD. 5/3/2015 gün, 2014/5570 Esas 2015/1263 Karar
Bıçakla bir çok darbe canavarca sayılmaz,
“…Oluşa, otopsi raporunun içeriğine ve dosya kapsamına göre; sanığın maktüleyi çok sayıda bıçak darbesi vurmak suretiyle öldürmesinin ardından, baş ile gövdenin ayrılmasına neden olan boyundaki kesiyi gerçekleştirildiği olayda, canavarca hisle eziyet çektirerek öldürme suçunun koşullarının bulunmadığı anlaşıldığından, sanığın eylemine uyan TCK.nun 82/1-a maddesi gereğince cezalandırılması yerine, suç vasfında yanılgıya düşülerek, canavarca hisle öldürme suçundan da cezalandırılmasına karar verilmesi yasaya aykırı…”
1. CD. 26/5/2015 gün, 2015/356 Esas 2015/3344 Karar
“…Olay günü isteğiyle alkol ve tiner alan sanığın, ikametine gitmek için apartmana giren mağdurun arkasından yaklaşarak, kapşonunun ipini boğazına dolamak suretiyle sıkmaya başladığı, mağdurun bağırarak yardım istediği, sanığın "gel buraya öldüreceğim seni" dediği bağırma seslerini duyan tanık Dilek'in "abi yetiş" demesi üzerine sanığın koşarak olay yerinden uzaklaştığı, mağdurun eylem nedeniyle basit şekilde yaralandığı olayda,
A- Teşebbüs nedeniyle TCK’nun 35. maddesi uyarınca yapılan uygulamada meydana gelen zararın ağırlığına göre 13-20 yıl aralığında makul, bir ceza yerine, yazılı şekilde 18 yıl ceza verilmek suretiyle fazla ceza tayini,
B- Mahkemenin oluşa uygun kabulüne göre ve Dairemiz uygulamalarına göre, sanık hakkında TCK.nun 82/1-b maddesinin uygulanma koşullarının bulunmadığının gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş…”
1. CD. 10/6/2015 gün, 2015/1332 Esas 2015/3789 Karar
“…Oluşa, dosya içeriğindeki delillere ve sanık Ali'nin aksi sabit olmayan savunmasının içeriğine göre; olay tarihinde sanığın maktülle birlikte bağevinde alkol aldıkları, içkilerinin bitmesi üzerine maktülün sanığa küfür ederek rakı alıp gelmesini söylediği, sanığın da maktülü küfür etmemesi konusunda uyararak bağevinden ayrıldığı, sanığın alkol almaya devam ettiği, parası bitince rakı yerine şarap alarak beğevine geri döndüğü, maktülün sanığa şarap getirmesi nedeniyle yine küfür ettiği, ayrıca aşırı derecede alkollü olan maktülün meyve bıçağı ile sanığa doğru hamle yaparak saldırmasının yarattığı hiddetin etkisinde kalan sanığın, maktülün elinden aldığı bıçakla alın, boyun, göğüs, karın, sol kol, sol el parmakları, sağ omuz, sağ koltuk altı, sağ kol, sağ el, sağ uyluk, sol uyluk ve kalça sol taraftan toplam 23 darbeyle yaralamak suretiyle maktülün ölümüne sebebiyet verdiği olayda; sanığın kendisine hakaret edilip bıçakla saldırılmasına sinirlenerek art arda gerçekleştirdiği bıçak darbeleriyle maktülü öldürmüş olması karşında, canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürme suçunun unsurları oluşmadığı anlaşıldığı halde, TCK'nun 81/1 maddesi yerine vasıfta yanılgıya düşülerek TCK'nun 82/1 -b maddesi uyarınca hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş olup…”

e-) Kasten adam öldürme suçunun, çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak kişiye karşı işlenmesi
Beden ve ruh bakımından kendini savunabilme kavramı 5237 sayılı TCK ile hukuk dünyamıza giren; kasten adam öldürmeye ilişkin 82/1-e, kasten yaralama 86/3-b, işkence suçu ile ilgili 94/2-a, cinsel saldırıya ilişkin 102/3-a, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmaya ilişkin 109/3-f bentlerinde yer almıştır.
Beden ve ruh bakımından kendini savunamayacak durumda olma kavramı kanunda tanımlanmamıştır. Ancak failin karşı koyamama, mukavemet edeme hali olduğu, mağdurda bulunan halin yaş küçüklüğüne, bedensel bir özüre, ruhsal bir bozukluğa ya da sağır ve dilsizlikten kaynaklanan sebebe dayanabileceği belirtilmektedir.[81]
Öztürk, 6. Ceza Dairesi uygulamalarında beden ve ruh bakımından kendini savunamayacak durumda olma kavramı kapsamına giren kişilerin:
i- Yaş küçüklüğü,
ii- Yaşlılık,
iii- Bedensel özürlülük,
iv- Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı,
v- İleri derecede hamilelik,
vi- Sağır ve dilsizlik hallerinden birinin varlığı halinde ve beden ve ruh bakımından kendini savunma halleri bulunanlar olduğunu belirtmektedir.[82]
1. CD. 5/5/2015 gün, 2014/5827 Esas 2015/2891 Karar
“Maktül Ramazan'ın 23.01.1996 doğumlu olmasına rağmen 19.02.1997 tarihinde, maktül Abdulkadir'in ise 15.10.1994 doğumlu olmasına rağmen 19.02.1997 tarihinde nüfusta tescil edildiği anlaşılmakla; maktüllere ait doğum tutanakları ve dayanaklarının getirtilmesi, resmi bir kurumda doğup doğmadıklarının araştırılması, doğmamışlar iseler yaşlarına ilişkin olarak gerekli deliller toplanarak İstanbul Adli Tıp Kurumundan rapor aldırıldıktan sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken yazılı şekilde eksik incelemeyle hükümler kurulması, Yasaya aykırı olup,…”
1. CD. 18/3/2015 gün, 2014/5981 Esas 2015/1613 Karar
“Maktüle ait tüm belge ve raporlar eklenmek suretiyle suç tarihinde beden bakımından kendisini savunamayacak durumda olup olmadığı konusunda Adli Tıp ilgili İhtisas Dairesinden rapor alınarak sonucuna göre TCK.nun 82/1-e ve 149/1-e maddelerinin uygulanmayacağının gözetilmemesi,…”
f-) Fiilin gebe olduğu bilinen kişiye karşı işlenmesi
Gebe kadının öldürülmesi, iki can taşıdığının bilinmesi nedeniyle ağırlatıcı neden olarak kabul edilmiştir. Bendin kaleme alınış şekli hatalıdır. Çünkü “gebe olduğu bilinen kadına karşı” ibaresi ile başkalarının da bilmesi gerektiğini/sanığın bilmesine gerek olmadığını düşündürmektedir. Bu anlatım tarzı ise kastın neticeyi kapsamadığı eleştirilerine neden olmaktadır.[83] Buna göre netice açısından bir objektif sorumluluk hükmünün daha getirildiğini söylemek mümkündür.
j-) Kan gütme saiki,
Kast, hukuka aykırı bir sonucu gerçekleştirme iradesi, saik ise failin harekete geçiren nedendir. Saik, kastın bir öğesi değildir. Ancak yasanın suç unsuru ya da ağırlaştırıcı neden olarak kabul etmesi halinde saike itibar edilir.
Kanunda tanımlanmayan kan gütme saki; Yargıtay uygulamalarına göre; evvelce taraflar arasında bir adam öldürme olayının varlığı, bu eylemin kasten işlenmiş olması, ilk olay ve ikinci olay arasında çok kısa olmayan bir sürenin geçmesi, failin ilk olaydan duyduğu, öfke, acı ve kızgınlığın geçerek yerini görev bilincine bırakması gerekir.[88]
1. CD. 23/10/2014 gün, 2014/2774 Esas 2014/4634 Karar
“Yargılama konusu olay ile arasında neden sonuç ilişkisi bulunduğu anlaşılan olaydan bir süre önce sanığın amcasının oğlunun öldürüldüğü ve mağdurun da şüpheli olarak soruşturulduğu beyan edilen olaya ait dava dosyasının onaylı örneğinin denetime olanak verecek şekilde dosya arasına alınması, mağdurun bu olaydaki konumuna göre sanık hakkında, tasarlama, kan gütme veya haksız tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışıldıktan sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayini gerekirken eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş…”
1. CD. 9/12/2014 gün, 2014/3633 Esas 2014/5995 Karar
“Dairemizin yerleşmiş içtihatlarına göre; kan gütme saikiyle adam öldürme suçunun kabul edilebilmesi için öldürmenin münhasıran öç alma saiki işlenmesi gerektiği, araya giren başka bir nedenin kan gütme saikini bertaraf edeceği gözetilerek; sanığın savunmalarında belirttiği, maktüle ait olup sanığın kuaför dükkanına komşu olan işyerinin boş kalması ve kanalizasyon patlaması nedeni ile sanığın başvurusu üzerine belediye tarafından işyerinin açtırılarak müdahale edilmesinden sonra kaybolan masa ve sandalyeler ile ilgili olarak maktülün sanığı suçladığı ve bu nedenle tehdit etmeye başladığı yönündeki savunması doğrultusunda ilgili belediyeden bu konudaki resmi evrakların istenmesi ve dükkan komşusu olan diğer kişilerden bu konu ile ilgili çekişmelerin sorulup sonucuna göre suçun vasıflandırılarak sanığın hukuki durumunun tayini yerine eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,…”
1. CD. 14/4/2015 gün, 2014/1702 Esas 2015/2288 Karar
“a-Sanıklar hakkındaki hükümlere esas alınan 10.09.2011 tarihli tutanakta isimleri yazılı bulunan polis memurlarının tanık olarak dinlenmesinden, tutanakta bilgisine yer verilen kişinin tespit edilmeye çalışılmasından sonra sonucuna göre eylemlerin sübutu ve vasıflandırılması yönünden sanıkların hukuki durumunun tayin edilmesi gerektiği gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde hükümler kurulması,
b-Olay yerinde bulunan kovan ve kartuşlar ve sanık Tayfun'a ait av tüfeği ile ilgili olarak Adana Kriminal Polis Laboratuvarından alındığı anlaşılan 2011/5416 sayılı ekspertiz raporunun dosyaya konulmasının sağlanması,
c-Sanık Umut'un Tayfun'un kendisini hedef alarak av tüfeğiyle ateş etmesi üzerine, tabanca ile bu kişiye ateş ettiğinin kabul edilmesi karşısında; yasal savunma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin karar yerinde tartışılmaması,
d-Olaydan 6 yıl kadar önce sanık Tayfun'un amcasının oğlunun sanık Umut'un bir akrabası tarafından öldürüldüğünün belirtilmesi karşısında, sözü edilen olaya ilişkin dava dosyanın getirilip incelenmesinden ve esaslı belgelerin onaylı örneklerinin dosyaya konulmasından sonra eylemin öldürmeye teşebbüs olarak vasıflandırılması halinde kan gütme saikiyle öldürme suçunu oluşturup oluşturmayacağının karar yerinde değerlendirilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,
Bozmayı gerektirmiş…”
1. CD. 14/5/2015 gün, 2014/5217 Esas 2015/3182 Karar
“…Sanık Resul'un ağabeyi Fahrettin A.’ın 2007 yılında öldürülmesi olayına ilişkin dava dosyasının getirtilerek incelenmesinden ve esaslı belgelerin onaylı örneklerinin dosya içine konulmasından sonra eyleminin kan gütme saikiyle öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturup oluşturmayacağının değerlendirilmesi gerektiği düşünülmeden, eksik inceleme sonucu yazılı biçimde karar verilmesi,…”
1. CD. 4/9/2014 gün, 2015/190 Esas 2015/3595 Karar
“Ceza Genel Kurulunca da benimsenen dairemizin süreklilik kazanan içtihatlarına göre, öldüreni öldürmek "kan gütme saikiyle öldürme" suçu olarak kabul edilmeyip, olayın oluşuna göre "tasarlayarak" ya da "kasten" insan öldürmek suçu olarak kabul edilmekle, akrabaları olan Abdullah'ı kardeşi Fevzi ile birlikte öldüren maktül Mehmet'i öldürmelerinde kan gütme saikiyle değil, tasarlayarak öldürme suçlarına yardımdan cezalandırılmaları gerektiği gözetilmeksizin yazılı şekilde sanıkların, maktül Mehmet'e yönelik eylemlerinde TCK'nun 82/1-a maddesi uyarınca tasarlayarak öldürme suçlarına yardımdan cezalandırılmaları gerektiği gözetilmeksizin, yazılı şekilde tasarlayarak kan gütme saiki ile öldürme suçlarına yardımdan cezalandırılmalarına karar verilmesi, kanuna aykırı…”
1. CD. 30/6/2015 gün, 2015/409 Esas 2015/4197 Karar
“Oluş ve dosya kapsamına göre; sanıklar ile şikayetçi Özer arasında 22.10.2012 tarihinde meydana gelen sanık Uslu'nun kardeşi Edip'in öldürülmesi olayı nedeniyle husumet bulunduğu, olay tarihinde sanıkların köy minibüsünü bekleyen şikayetçinin yanına gelerek sanık Uslu'nun emanette kayıtlı silah ile şikayetçiye ateş etmeye başladığı, şikayetçinin hızla olay yerinden kaçarak evine saklandığı, sanığın altı atış yaparak şikayetçiyi öldürmeye çalıştığı ancak atışların hiç birisinin şikayetçiye isabet etmediği olayda; 13-20 yıl arası hapis cezası öngören TCK'nun 35. maddesinin uygulaması sırasında sanıkların kasıtları, meydana gelen tehlikenin ağırlığı gözetilerek alt sınırdan ya da alt sınıra yakın şekilde ceza tayini yerine yazılı şekilde 15 yıl hapis cezasına hükmedilmesi suretiyle fazla ceza tayini, Bozmayı gerektirmiş olup…”
k-) Töre saiki
Töre, bir toplumdaki bireylerin büyük bir kısmının inandığı ve terbiye ve ahlak kuralları ve bunların etkilediği davranış biçimleridir. Töre saiki, son yıllarda, aile içi cinsel saldırı sonucu baba evini terk eden ya da cinsel saldırı sonucu hamile kalıp evini terk eden kadının, aile meclisinin kararı ile öldürülmesi yönündeki kararla suçun işlenmesidir. Bayraktar’a göre ceza kanununda kabul edilen bu yeni kavram yanlış bir esasa dayanmaktadır.[89]
l- Haksız Tahrik Halleri
TCK 29.maddesi gereğince:
Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.”
Kusurluluğu azaltan bir neden olarak haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için kanunda belirtilen şartların gerçekleşmesi gerekir. Kişinin işlediği fiilden cezalandırılabilmesi kusurlu olmasına bağlıdır. Kusurlu sayılabilme için ise, kusur yeteneğinin bulunması, suç tipinde öngörülmüş ise özel kusurluluk unsurlarının gerçekleşmesi, haksızlık bilincinin varlığı ve kusurluluğu kaldıran hallerin bulunmaması gerekir.[90]
Akıl hastalığı, yaş küçüklüğü hallerinde failin kişisel hali kusur yeteneğini etkilemekte; hata, zorunluluk hali, meşru savunmada sınırın korku, heyecan veya telâş nedeniyle aşılması, cebir ve tehdit, haksız tahrik, hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi, geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma halleri ise somut fiile bağlı olarak kusur yeteneği etkilenmektedir. Failin kusurlu olması ise, algılayabilme yeteneğinin ve irade yeteneğinin bulunmasına bağlıdır.
Ceza hukuku açısından haksız tahrik, bir kimseyi suç işlemeye yöneltme, suç işleme doğrultusunda harekete geçirmedir. Bu yönden haksız tahrik, iştirak şekli “azmettirme” ile TCK 214. Maddesinde düzenlenen “suç işlemeye tahrik” konularına benzer. Ancak haksız tahrik, haksız bir fiilden kaynaklanan öfkenin etkisiyle, haksız fiili işleyen kişiye karşı suç işlenmesidir. Bu nedenle haksız tahrikte, tahrik eden ve tahrik edilen karşı karşıya gelmekte; suç işlemeye tahrikte ise tahrik eden ve tahrik edilen aynı safta yer almaktadır.[91]
Haksız tahrikin etkisinde suç işleyen kişinin kusur yeteneği azalmıştır. Bu psikolojik durum, kişinin iradesini zayıflatmış ve faili suç işlemeye sürüklemiştir. Haksız tahrike ilişkin düzenleme kural olarak bütün suçlar için uygulanabilir. Ancak, taksirli suçlar yönünden haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi mümkün değildir.
Haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için:
i-) Tahrik edici bir fiilin bulunması,
ii-) Bu fiilin haksız olması,
iii-) Haksız fiilin, failde hiddet veya şiddetli eleme neden olması,
iv-) Tepki suçun işlenmesi,
v-) Tepki suçun, hiddet veya şiddetli elemin etkisiyle işlenmesi,
vi-) Suçun, tahrike neden olan haksız fiili işleyen kişiye karşı işlenmiş olması şartlarının bir arada bulunması gerekir.
TCK 30. Maddesi anlamında da, olayda haksız tahrikin varlığı konusunda hata içerisinde bulunan fail, bu hatasından yararlanacak ve haksız tahrik indiriminden yararlanacaktır. Olayda haksız tahrik indiriminin söz konusu olması için, tahrike neden olan eylemin mutlak surette faile yöneltilmiş olması da gerekmez. Tahrik fiili, failin şahsına, vücut bütünlüğüne, hürriyetine yöneltilebileceği gibi failin yakınlarına, sevdiği kişilere, değer yargılarına, malvarlığına veya herhangi bir bağı bulunmayan üçüncü kişilere yönelik de gerçekleşmiş olabilir. Ancak Yargıtay bazı durumlarda farklı değerlendirme yaparak tahrike konu eylemin mutlak surette faile yöneltilmesi gerektiğini de belirtmiştir. Tahrike konu eylemin huzurda işlenmesi de gerekli değildir. Failin, böylesi bir eylemi duymuş, öğrenmiş olması da bu anlamda yeterlidir.[92]
Kanunda düzenlenen saik, öldürme suçunun nitelikli hallerine ilişkin olarak değerlendirmeye esas alınacaktır. Ancak, namus saikiyle kardeşi öldürme gibi haller haksız tahrik olarak kabul edilmemektedir. Aşağıda yer alan Yargıtay ilamı buna ilişkin ise de, mağdurun reşit ve eşi ile ayrı yaşadığı hususunun kararda gösterilmiş olması nedeniyle, bu şartların bulunmaması halinde haksız tahrik olarak kabul edilebileceğini düşündürmektedir.

1. CD. 21/4/2015 gün, 2015/1262 Esas 2015/2480 Karar
Haksız tahrik hükümlerinin uygulanması,
Sanığın yaşının araştırılması,
“…a-Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanık İsa'nın 3 hafta kadar önce tanık Kadir'e emanet verdiği kolyeyi istediğinde hakarete uğradığı, tartışmaya Kadir'in arkadaşı olan maktülün de katılarak hakaret edip yumrukla vurması üzerine, sanığın bıçakla vurarak maktülü öldürdüğü olayda; 18 yıldan 24 yıla kadar hapis cezası öngören TCK.nun 29.maddesinin uygulaması sırasında maktülden kaynaklanan ve haksız tahrik teşkil eden söz ve eylemlerin niteliği dikkate alınarak cezanın üst sınırdan belirlenmesi yerine 21 yıl hapis cezası tayin edilerek eksik ceza tayini,
b-Kayden 18 yıl 6 günlük olan sanık İsa'nın doğum tarihi ile ilgili iddia doğrultusunda, kendisinin ve kardeşlerinin ilkokula başlama tarihlerinin tespit edilmesinden, anne-baba ve kardeşlerinin tanıklığına başvurulmasından ve mevcut grafileri ile birlikte Adli Tıp Kurumu'na sevk edilerek gerektiğinde yeni grafileri de çekilmek sureti rapor aldırıldıktan sonra hukuki durumunun tayini gerektiği halde eksik inceleme ve Bursa Devlet Hastanesi'nin radyoloji uzmanı olmaksızın oluşturduğu sağlık kurulunun bilimsel esaslara göre düzenlenmeyen raporu dayanak gösterilerek doğum tarihinin düzeltilmesine karar verilmesi,…”
Töre, bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşam biçimlerinin, kurallarının, görenek ve geleneklerin ortaklaşa alışkanlıkların tutulan yolların bütünü, bir toplumdaki ahlâki davranış biçimleri olarak tanımlanmaktadır.[93]
Töre saiki ile adam öldürme 765 sayılı TCK’da düzenlenmemiş olmakla birlikte 5237 sayılı TCK 82. (j) bendinde “töre saiki” ile adam öldürme suçuna yer verilerek, suçun cezası ağırlaştırılmış müebbet olarak belirlenmiştir.
Namus kavramının içeriği, cinsel davranışa ilişkin geleneklerden kaynaklanmaktadır. Bu suçun mağduru genellikle kadınlardır. Çünkü kadından evleninceye kadar cinsel saflığını koruması, evlendikten sonra cinselliğini sadece kocasına sunması beklenmektedir. Cinsel saflığın korunmasına ilişkin yükümlülüğün ihmali ile koca, kardeş ya da baba tarafından kıskançlık nedeniyle işlenen adam öldürme eylemlerine “namus cinayeti” adı verilmektedir. Burada devlete ait olan yargılama ve cezalandırma yetkisinin aile tarafından gasp edildiği kabul edilmektedir. Namus ya da töre cinayetlerinde failin daha az ceza alması için haksız tahrik kurumunun uygulanması kanuna aykırı olduğu gibi hukuka aykırı törelerin varlığına da taviz vermektedir. Törelerin hukuka ve sosyal değişmeye karşı direndiği ve halen bu tip cinayetlerin toplumda işlenmeye devam edildiği görülmektedir.[94]
Madde gerekçesinde töre saikiyle adam öldürmenin söz konusu olması halinde haksız tahrik hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiştir. Uygulamada sorunların yaşanmaması için töre ve kan gütme saiki ile adam öldürme suçunda haksız tahrik indiriminin uygulanmayacağının kanunda açıkça belirtilmesi gerekirdi. Hakim, failin suç işleme saikini araştırmalı ve eğer faili suç işlemeye yönelten duygular mağdurdan kaynaklanan haksız hareketler ise haksız tahrik indirimi uygulanmalıdır. Mağdurun hareketleri belli bir bölgedeki değer yargılarını ihlal eder nitelikte de olsa hukuka aykırı olmadığı sürece haksız tahrik hükümleri uygulanmamalıdır.[95]
Haksız tahriki kusuru azaltan bir neden olarak kabul edilmektedir. Çünkü mağdur, haksız tahrik nedeniyle psikolojik durumunda hiddet veya şiddetli elem meydana gelen fail, normun kendisine sunduğu alternatif davranış modeline uygun hareket etmekte güçlük çekmekte ve böylece mağdura karşı bir suç işlemekten kendini alıkoymakta zorlanmaktadır. Dolayısıyla işlemiş olduğu suçun cezası kusurun azalma derecesi dikkate alınarak tahrik kusuru etkileyen veya ortadan kaldıran diğer nedenlerden farklı olduğu gibi mazeret nedenlerinden de farklıdır.[96]
Konu haksız tahrik müessesinin gerekliliğini değerlendiren hukuki görüşlerle değerlendirildiğinde, kusuru azaltan ve iradeyi etkileyen bir neden olarak töre, namus saiki gibi kavramların somut olayın özelliklerine göre diğer başka nedenlerden daha öncelikli olarak haksız tahrik nedeni olması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Ancak, bu tip suçların işlenmesindeki yaygınlık ve toplumsal değişimin sağlanması, bireysel hak ve özgürlüklerin önem kazanması ve kişilerin cinsel özgürlükleri konusundaki tercihleri konusunda bir özgürlük alanı oluşturulması düşüncesiyle bu konuların haksız tahrik nedeni olmaması yönünde oluşan toplumsal görüş, ceza siyaseti haline dönüşmüştür.
Haksız tahrik ve meşru müdafanın da aynı olayda birlikte uygulanması mümkün değildir. Meşru savunma halen mevcut olan haksız bir saldırıyı defetmek için saldırgana yönelik orantılı bir savunma fiilinin yapılmasını gerektirmektedir. Meşru savunmada gerçekleşen, gerçekleşmesi ve tekrarı mutlak olan bir haksız saldırı bulunmalıdır. Haksız tahrikte ise, sona ermiş olan veya meşru savunma anlamında haksız saldırı boyutuna ulaşmamış olan haksız bir fiil karşısında bir suç işlenmesi söz konusudur. Sona ermiş haksız bir fiile, tekrarı muhakkak değilse, karşılık verilmesi halinde artık meşru savunma koşullarının bulunduğundan bahsedilemez. Bu durumda, haksız tahrik koşullarının varlığı bakımından değerlendirme yapılmalıdır. Saldırı savuşturulduktan sonra, fiile devam edilmesi halinde meşru savunma hükümleri uygulanamaz. Ancak haksız tahrik hükümlerinin uygulanması mümkündür.[97]
Tasarlama, TCK 82/1-a fıkrasında öldürme suçunun nitelikli unsuru sayılmıştır. Tasarlamanın haksız tahrik ile aynı olayda bir arada bulunup bulunmayacağı; tasarlama konusunun kabul edildiği teoriye göre değişiklik gösterecektir. Plân teorisine göre haksız tahrik ile tasarlama bir arada bulunabilir. Çünkü plan teorisine göre, fail yapmış olduğu plân çerçevesinde harekete geçerek suç işlediğinden haksız tahrik etkisinde kalan kişinin plân kurarak bir suç işlemesi mümkündür. Bu nedenle hiddet ve şiddetli elemin etkisindeki failin plan kurarak bir suç işlemesi mümkündür.[98]
Kan gütme saikiyle adam öldürme, failin daha önce öldürülen bir yakınının öcünü almak için bu suçun failini veya onun ailesinden birini öldürmesi ya da öldürtmesidir. TCK 82/1-j’de suçun nitelikli hali olarak gösterilmiş olup, olayda kan güçme saiki bulunsa bile suçun temel şekli üzerinden haksız tahrik indirimi yapılmalıdır. Haksız tahrikin koşullarının bulunmaması halinde, adam öldürme suçunun kan güçme saiki nitelikli unsuru uygulanabilir.[99] Kanun, bir kayını öldürülen failin kapıldığı öfke veya elem duygusuna hukuki bir değer tanımamış ve failin intikam alma duygusunu cezadan indirim nedeni olarak kabul etmemiştir. Bu nedenle daha önce öldürülen yakınının intikamını almak duygusuyla hareket ederek suç işleyen fail, yakınının öldürülmüş olması nedeniyle hiddet veya eleme kapıldığı savunmasında bulunamaz. Faili, kan gütme saiki ile adam öldürme suçunu işlemeye sevk eden kin ve intikam duygusu, haksız tahrik kurumunun kapsamında yer almayan ve ceza hukukunun cezayı hafifletmek için değer vermediği bir duygudur. Madde gerekçesinde de sırf kan gütme saiki ile adam öldürme suçunun işlenmesi halinde haksız tahrik hükmünün uygulanmayacağı belirtilmiştir. Kan gütme saikinde hukukun kabul etmediği intikam duygusu faili suça yöneltmiştir. Bu durum haksız tahrikin varlığı için aranan hiddet veya elemden farklıdır.[100]
Kanun tarafından belirlenmeyen hakimin gözönünde bulundurulacak bir takım özellikler takdiri indirim nedenleridir. TCK 62. Maddesinde düzenlenmiş olan takdiri indirim sebeplerinde sanığın suçtan sonraki davranışları kişilik özellikleri gibi hususların değerlendirilmesi suretiyle cezanın bireyselleştirilmesini amaçlayan bir kurumdur. Maddede takdiri indirim nedenlerinin neler olduğu ayrı ayrı sayılmamış, bu konuda takdir mahkemeye bırakılmıştır. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilmesi gerekecektir. Bir olayda hem haksız tahrik hem de takdiri indirim nedenlerinin uygulanması mümkündür.[101]
1. CD. 1/07/2014 gün, 2014/2792 Esas 2014/3683 Karar
“Dosya içeriğinden her ne kadar maktule Nursel ve sanık Mehmet Kalay formalite evlilik yapmışlar ise de zaman zaman bir araya geldiklerinde maktülenin sürekli sanığa yönelik aşağılayıcı hareketlerde bulunduğu, karşılıklı darp, hakaret ve tehdit nedeniyle davalarının olduğu anlaşılmakla, maktülenin yanına gelen sanığa olay günü de hakaretlerine devam ederek, sanığın elbiselerine zarar vermesi ve bıçak alarak sanığın üzerine yürümesi eylemleri karşısında, 12 ile 18 yıl arasında ceza öngören 5237 sayılı TCK.nun 29. maddesinin uygulanması sırasında maktüleden sanığa yönelik haksız hareketlerin ulaştığı boyut dikkate alınarak, alt ve üst sınırlar arasında asgari orana yakın yerine asgari oranda indirim yapılarak eksik ceza tayini, Bozmayı gerektirmiş olup…”
1. CD. 5/5/2014 gün, 2014/42 Esas 2014/2875 Karar
“Oluşa ve dosya kapsamına göre; maktul Hasan'ın sanık Ali'nin kızı tanık Funda ile evli olduğu, maktul ile eşi arasında zaman zaman sorunlar yaşandığı, olaydan üç gün önce maktulün eşini darp ettiği, olay günü de aralarında tartışma çıkınca, maktulün eşini sanığın evine bıraktığı, aynı gün akşam saatlerinde eşini almak için sanığın evine geldiği, gitmek istemeyen eşini kolundan tutup zorla götürmek istemesi üzerine sanık ile aralarında tartışma çıktığı, maktulün sanığa küfür ettiği ve kapının önünde bulunan plastik kasa ile vurduğu, bunun üzerine sanığın bıçak ile vurarak maktulü öldürdüğü olayda; maktulden kaynaklanan sanığa yönelen haksız hareketlerin ulaştığı boyut dikkate alınarak 12 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası öngören TCK'nın 29. maddesinin uygulaması sırasında alt ve üst sınırlar arasında makul bir ceza yerine, yazılı biçimde 16 yıl hapis cezasına hükmolunarak fazla ceza tayini,
Bozmayı gerektirmiş olup,…”
1. CD. 19/06/2014 gün, 2014/1061 Esas 2014/3518 Karar
“Oluşa ve dosya içeriğine göre; sanık Emre'nin olay tarihinden yaklaşık 3-4 gün önce mağdurun kendisini darp ettiğine dair aşamalardaki istikrarlı savunması, 11.07.2012 tarihli sanık raporunda sağ kaş ve alt dudakta 3-4 gün önce oluşmuş darp izlerinin sanık savunması doğrulaması, ayrıca tanık Sedat'ın 24.01.2013 tarihli oturumdaki beyanları karşısında, mağdurun olay tarihinden yaklaşık 3-4 gün önce sanığı darp etmesinin haksız tahrik nedeni kabul edilerek sanık hakkında TCK 29. madde gereğince asgari hadden indirim yapılması gerektiğinin düşünülmemesi, Bozmayı gerektirmiş olup…”
X. KOVUŞTURMA, GÖREVLİ MAHKEME, SUÇUN YAPTIRIMI VE DAVA ZAMANAŞIMI
a- Kovuşturma:
Soruşturma ve kovuşturma re’sen yapılır.
Durumun özelliklerine göre, keşif yapılması ya da sinyal bilgilerinin de celbi gerekecek ve bunların değerlendirilmesi için ayrı ayrı bilirkişi raporları alınabilecektir.
Soruşturmada çocuklar için dikkate alınacak hükümler:
i-) 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, 28, 29 ve 30 maddelerine göre, suça sürüklenen çocuklar hakkındaki soruşturmalar, çocuk bürosunda görevli Cumhuriyet Savcısı tarafından bizzat yapılmalıdır. Bunun için çocuk hukuku alanında uzmanlaşmış, çocuk psikolojisi ve sosyal hizmet alanlarında eğitim almış Cumhuriyet savcıları arasından görevlendirme yapılmalıdır. Gecikmesinde sakınca bulunmayan hallerde diğer Cumhuriyet Savcıları da soruşturma işlemlerini yapabilir. Çocuğun ifadesinin alınması ve çocuk hakkındaki diğer işlemler sırasında, çocuğun yanında yakınlarından biri veya sosyal çalışma görevlisi bulunabilir. Cumhuriyet Savcısı soruşturma sırasında gerekli gördüğü takdirde çocuk hakkında koruyucu ve destekleyici tedbirlerin uygulanmasını çocuk hakiminden isteyebilir.[102]
ii-) Çocuk Koruma Kanunu 31/1 maddesi hükmüne göre, çocuklarla ilgili kolluk görevlerinin de kolluğun çocuk birimince yerine getirilmesini esas almıştır.
iii-) Gözaltına alınan çocuklar, kolluğun çocuk biriminde tutulur. Kolluğun çocuk biriminin bulunmadığı yerlerde çocuklar gözaltına alınan yetişkinlerden ayrı bir yerde tutulur.
iv-) Çocuk Koruma Kanunu 18. Maddesine göre, çocuklara zincir, kelepçe ve benzeri aletler takılmaz. Zorunlu hallerde çocuğun kaçmasını veya başkalarının hayat veya beden bütünlükleri bakımından doğabilecek tehlikeleri önlemek için kolluk tarafından önlem alınabilir.
v-) Suça konu eylem gerçekleştirildiği sırada, 12 yaşını doldurmamış çocuklar hakkında ceza sorumlulukları bulunmadığından iddianame tanzim edilemez.
vi-) Suça konu eylemi gerçekleştirdiği sırada 12 yaşını doldurmamış çocuklar hakkında yakalama, gözaltına alma ve tutuklama gibi koruma tedbirlerine başvurulamaz. Ancak, kimlik tespitleri için yakalanmaları gerekli ise bu işlemden sonra salıverilmelerine karar verilmelidir. 12 yaşını doldurmuş, 18 yaşını doldurmamış olanlarda ise, suç nedeniyle yakalama işlemi yapılabilir (Yakalama Gözaltına Alma Yönetmeliği 19. Madde).
vii-) Suça sürüklenen çocuklar hakkında tutuklama yerine adli kontrol tedbirine karar verilebilir. Suça sürüklenen çocuklar hakkında soruşturma ya da kovuşturma evresinde adli kontrol tedbiri olarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 109. Maddesinde belirtilenler dışında, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu 20. Maddesinde belirtilen, belirlenen çevre sınırları dışına çıkmamak, belirlenen bazı yerlere gidememek veya ancak bazı yerlere gidebilmek, belirlenen kişi ve kuruluşlarla ilişki kurmamak tedbirlerinden bir ya da bir kaçına karar verilebilir. Ancak bu tedbirlerden sonuç alınamaması ya da sonuç alınamayacağının anlaşılması veya tedbirlere uyulmaması durumunda tutuklama kararı verilmesi mümkündür.[103]Ancak mutlak tutuklama yasağı söz konusu olan hallerde, durumun özelliğine göre adli kontrol tedbiri ağırlaştırılabilir ise de tutuklama kararı verilemez. Çünkü mutlak tutuklama yasağı söz konusudur ve buna uyulmaması halinde 5271 sayılı CMK 141. Maddesi gereğince hakimin sorumluluğu söz konusu olabilecektir.
viii-) 5271 sayılı CMK çocuklar açısından zorunlu müdafilik sistemini getirdiğinden 150/2 maddesi gereğince müdafi bulunmayan şüpheli veya sanığa istemi aranmaksızın müdafi atanacaktır.
ix-) Çocukların yetişkinlerle birlikte suç işlemesi halinde, soruşturma 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu 17. Maddesi gereğince ayrı yürütülecektir.
x-) Çocuğa yüklenen suçtan dolayı 5271 sayılı CMK 171. Maddesindeki koşulların varlığı halinde kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilebilir. Ancak bu halde erteleme süresi Çocuk Koruma Kanunu 19. Maddesi gereğince 3 yıldır. 5271 sayılı CMK 171. Maddesindeki şartlar 3.fıkrasında gösterilmiştir :
“Kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilebilmesi için, uzlaşmaya ilişkin hükümler saklı kalmak üzere;
a) Şüphelinin daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezası ile mahkûm olmamış bulunması,
b) Yapılan soruşturmanın, kamu davası açılmasının ertelenmesi halinde şüphelinin suç işlemekten çekineceği kanaatini vermesi,
c) Kamu davası açılmasının ertelenmesinin, şüpheli ve toplum açısından kamu davası açılmasından daha yararlı olması,
d) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.”
xi-) CMK’nın 253 ve 255. Maddesinde uzlaşmaya ilişkin usul ve şartlar çocuklar hakkındaki soruşturma açısından da geçerlidir. Ancak bu hükümlerde çocuklar açısından ayrı ve özel bir hükme yer verilmemiştir.
Kovuşturma sırasında çocuklar için dikkate alınacak hükümler:
i-) Çocuklar hakkında açılan kamu davaları 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu 26/4 maddesine göre kurulan çocuk mahkemelerinde görülür.
ii-) Çocukların yetişkinlerle birlikte suç işlemesi halinde kovuşturma 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu 17/1 maddesine göre ayrı yürütülür. Bu durumda mahkeme, çocuklar hakkında gerekli tedbirleri uygular. Mahkeme gerektiği takdirde yetişkin sanık hakkında genel mahkemede açılmış kamu davasının sonucunu bekleyebilir. Davaların birlikte görülmesinin zorunlu olması halinde, yargılamanın her aşamasında kamu davalarının birlikte görülmesine karar verilebilir ve dosyalar birleştirilebilir. Bu durumda birleştirilen davalar genel mahkemelerde görülür. Somut olayın özelliklerine göre, davaların ayrı görülmesi konusunda gereken dikkat ve özenin gösterilmesi gerekir.[104]
iii-) Sanık, onsekiz yaşını doldurmamış ise duruşma kapalı yapılır. Hüküm de CMK 185 maddesine göre kapalı oturumda açıklanır. CMK 187/2 maddesine göre de kapalı duruşmanın içeriği hiçbir iletişim aracı ile yayımlanamaz. Fiilin gerçekleştiği sırada 18 yaşını doldurmayan ancak duruşma sırasında 18 yaşını tamamlayan sanıklar hakkında duruşma genel hükümlere göre ve açık olarak yapılır.[105]
iv-) CMK 150/2 maddesine göre de müdafi bulunmayan şüpheli veya suça sürüklenmiş çocuğa istemine bakılmaksızın müdafi atanır.
v-) Kovuşturma aşamasında da 15 yaşını doldurmayan çocuklar hakkında Çocuk Koruma kanunu 21. Maddesine göre üst sınırı 5 yılı aşmayan hapis cezasını gerektiren fiillerden dolayı tutuklama kararı verilemez.
vi-) Daha önce hapis cezası ile cezalandırılmamış olan suça sürüklenen çocuk hakkında hükmolunan kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın TCK 50/3 maddesine göre 50/1’de belirtilen seçenek yaptırımlardan birisine çevrilmesi zorunludur. TCK 49/2 maddesine göre, hükmedilen 1 yıl veya daha kısa süreli hapis cezası “kısa süreli hürriyeti bağlayıcı ceza”dır.
vii-) Yaşı küçük çocuklar hakkında TCK 58/5 fıkrasına göre tekerrür hükümleri uygulanmaz.
viii-) Suça sürüklenen çocuklar hakkında TCK 53. Maddesi gereğince hak mahrumiyeti kararı verilemez.
ix-) Yaşı küçük sanıklar hakkında TCK 51/1 maddesi gereğince hükmedilen 3 yıla kadar hapis cezaları ertelenebilir.
x-) 18 yaşından küçük sanıklar hakkında hükmedilen adli para cezalarının ödenmemesi halinde bunlar hapis cezasına çevrilemez. CGTİHK. 106/4 maddesine göre ödenmeyen para cezaları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
xi-) Cezaların hesabında 1/6/2005-8/7/2005 tarihleri arasında 15-18 yaş grubu için, ½ oranında indirim yapılması gerekir.
xii-) CMK 253-255 maddeleri arasında düzenlenen uzlaşma hükümleri kovuşturma aşamasında da geçerlidir. 19/12/2006 gün, 5560 sayılı yasanın uygulanmasına kadar 12-15 yaş grubu çocuklar açısından sonuç cezanın 3 yıla kadar olması halinde uzlaşma hükümleri uygulanabilecektir.[106]
xiii-) Yaşı küçük olan sanıklar hakkında zamanaşımı süreleri daha kısadır. TCK 66/2 maddesine göre, fiilin işlendiği sırada 12-15 yaş grubunda olanlar için, TCK 66/1’de düzenlenen zamanaşımı sürelerinin yarısı, 15/18 yaş grubu için ise zamanaşımı süresinin üçte ikisinin geçmesi yeterli olacaktır.
xiv-) Çocuklar için yapılan yargılama sonucunda CMK 231. Maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir. Ancak, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu 23. Maddesine göre bu kişiler açısından denetim süresi 3 yıldır.
xv-) 12-15 yaş grubunda bulunan çocuklar açısından fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunup bulunmadığının doktor raporu ile değerlendirilmesi gerekir. Çocuk için ayrıca, hükümden önce sosyal inceleme raporu düzenlenmesi gerekir.
xvi-) Suça sürüklenen çocuğun akıl hastası olması halinde 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu 12. Maddesi gereğince, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanır.
xvii-) 5271 sayılı CMK 150. Maddesine göre, sanığın savunmasını yapmak üzere zorunlu müdafi görevlendirilmesi halinde müdafiye ödenen vekâlet ücretinin, mali geliri bulunmayan sanıklara yargılama gideri olarak yükletilmesine karar verilemez.[107]
1. CD. 25/2/2014 gün, 2013/2845 Esas 2014/1076 Karar
“Dairemizin 13.07.2011 tarih 2011/3807 Esas, 2011/4498 Karar sayılı ilamı ile; sanık ve maktulün buluştukları iddia edilen 13.30 saatinden sonra, maktulün ve sanığın kullandığı cep telefonlarının HTS raporlarındaki sinyal bilgileri vasıtası ile Asi Nehri'nin akış istikametine göre maktulün nehre atıldığı ve atladığı ve daha sonra ölü olarak bulunduğu yer ile sanığın olay günü bulunduğunu iddia ettiği yerin kapsama alanına dahil olduğu baz istasyonundan sinyal alarak görüşme yapıp yapmadıklarının saptanıp, olayı aydınlatacak şekilde keşif yapılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin edilmesi gerektiği gerekçesi ile bozma kararı verilmiş ve mahkemece bilirkişi raporu alınmış ve keşif yapılmış ise de; bilirkişi raporunun hüküm kurmaya elverişli bulunmadığı anlaşılmakla;
a- Bilişim alanında uzman bir bilirkişi atanarak, sanık ve maktulün buluştukları iddia edilen 27.04.2006 günü 13.30 saatinden otopsi raporunda maktülün ölüm saati ile ilgili olarak en son zaman olarak gösterilen 28.04.2006 günü 24.00 saatleri arasında, maktülün, sanığın, olaydan 3 gün önce sanık ile birlikte araba kiralayan tanık Ö. D.'in kullandığı cep telefonlarının HTS raporlarındaki sinyal bilgileri vasıtası ile Asi Nehri'nin akış istikametine göre maktülün nehre atıldığı veya atladığı yer, daha sonra ölü olarak bulunduğu yer ile sanık ile tanık Özcan'ın olay günü bulunduğunu iddia ettiği yerlerin kapsama alanına dahil olduğu baz istasyonundan sinyal alarak görüşme yapıp yapmadıklarının saptanması, her üçüne ait baz istasyonu bilgilerinin harita üzerine zaman ayrıntılarını içerir şekilde işlenmiş ve sanığın bu zaman dilimi içinde görüşme yaptığı tüm kişilerin bilgilerinin zaman ayrıntılı şekilde listelenmiş şekilde rapor alınması,
b- Maktülün kaybolduğu tarihten 3 gün önce sanık ile birlikte aracı kiralayan ve 02.07.2009 tarihli ifadesinde "olay günü sanık ile birlikte saat: 09.00'da kahvehanede oyun oynamaya başladıkları ve saat: 16-17 ye kadar kahvehanede kaldıkları" yönünde beyanda bulunan tanık Ö. D.'in kullanmakta olduğu 0 535 507 52 41 numaralı telefon hattı ile maktülün en son görüldüğü 13.30'dan önce 13.08'de sanık tarafından aranması, bu saatten sonra 16.04, 16.05 ve 16.06'da sanığı 3 kez aradığının anlaşılması karşısında tanığın sanık ile görüşme yaptığı sırada sinyal aldığı baz istasyonu bilgilerinin sanığın baz istasyonu bilgileri ile karşılaştırılması, tanık Ö. D.’in tekrar duruşmaya çağırılarak önceki beyanları ile arama kayıtları ve özellikle yapılacak karşılaştırma sonucuna göre çelişki olması halinde telefonunun sinyal aldığı baz istasyonu bilgilerinin çelişme nedeninin sorulması,
c- Sanığın kullanmakta olduğu telefon hatları ile bu zaman dilimi içinde görüşme yaptığı kişilerin duruşmaya çağrılarak bu konuda ifadelerine başvurulması,
Sonucuna göre, sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeksizin, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş olup,…”
Sanıklara müdafileri bulunmadığı takdirde CMK 150/2-3 bentleri gereğince hakkında müdafi atanması gerekir.
“(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
[3] Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.”
Sanıklara mahkemece atanan müdafilerin, aynı olmaması özellikle menfaat çatışması bulunması halinde önemlidir ve daire tarafından bozma nedeni yapılmaktadır.

b- Görevli mahkeme:
5235 sayılı kanunun 12. Maddesi gereğince, Ağır Ceza Mahkemesi görevlidir.
c- Yaptırım:
Suçun basit halinde, müebbet hapis cezasıdır. Suçun nitelikli hallerinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası söz konusudur.
ç- Zamanaşımı:
Suçun basit şeklinde, TCK 66/1-b maddesi gereğince suçun zamanaşımı süresi 25 yıldır.
Suçun nitelikli hallerinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası söz konusu olduğundan TCK 66/1-a gereğince 30 yıl dava zamanaşımı söz konusudur.



[1]      Özbek, V. Özer/Kanbur, N. Mehmet/Doğan, Koray/Bacaksız, Pınar/Tepe, İlker (2012) Türk Ceza Hukuku, Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 4. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınevi, s. 97.
[2]      http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96tanazi erişim: 1.4.2014
[3]      Ulu, Fatih (2010), “Ötenazi” Türk Hukuk Sitesi,
        http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1369.htm erişim: 1.4.2014
[4]      ÖZKARA, Erdem/ ÖZDEMİR, Çağlar/ HANCI, i. Hamit/ DALGIÇ, Mustafa/ CİVANER, Murat/ YAĞMUR, Fatih (2002) “Ankara’da Çalışan Hekimlerin Ötenazi’ye Yaklaşımı”, AÜHFD., C.: 51, S. 4., SS.: 207-214, s. 211, 212,213.
[5]      Erman, Barış (2003) Tıbbi Müdahalelerin Hukuka Uygunluğu, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Seçkin Yayınevi, s. 73.
[6]      ŞAHİN, Meral E. (2012) Ceza Hukukunda Rıza, İstanbul: XII Levha Yayınları, s. 279.
[7]      SOYASLAN, Doğan (2008) Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, Üçüncü Gün, Başlangıç Bölümünde, Türkiye Barolar Birliği, Tıp Ceza Hukuku’nun Güncel Sorunları, V. Türk Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, 28 Şubat-1 Mart 2008, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları, s. 959.
[8]      ÖZTÜRK, Bahri (2008) “Ötenazi”, Türkiye Barolar Birliği, Tıp Ceza Hukuku’nun Güncel Sorunları, V. Türk Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, 28 Şubat-1 Mart 2008, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları, SS.: 104-108, s. 107., Ancak Soyaslan TCK 26. Maddesinin ötenazi konusunda yetki vermediği ancak kişisel olarak ailesinin ve kendisinin çektiği sıkıntılara son vermek açısından ötenaziye izin verilmesi görüşündedir. SOYASLAN, Doğan (2008) Soru-Cevap Bölümünde, Türkiye Barolar Birliği, Tıp Ceza Hukuku’nun Güncel Sorunları, V. Türk Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, 28 Şubat-1 Mart 2008, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları, s. 123, 124., Artuk da benzer görüştedir: TCK 26. Maddesi kişinin mutlak tasarruf yetkisinin bulunduğu hak üzerinde kullanılabilir ve bu konuda gerekçede açıklık vardır. Yaşam hakkı, kişinin mutlak tasarruf yetkisi bulunan haklardan değildir. İntihara yardım eyleminin suç olarak düzenlenmiş olması durumunda, ötenazinin suç olmaması düşünülemez. Ancak konu, yasada açıkça düzenlenmelidir. Soru-Cevap Bölümünde, Türkiye Barolar Birliği, Tıp Ceza Hukuku’nun Güncel Sorunları, V. Türk Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, 28 Şubat-1 Mart 2008, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 124,125.
[9]      ROSENAU, Henning (2008) “Aktif Ötenazi”, Türkiye Barolar Birliği, Tıp Ceza Hukuku’nun Güncel Sorunları, V. Türk Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, 28 Şubat-1 Mart 2008, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları, SS.: 109-123, s. 118-120.
[10]     AKBULUT, Berrin (2008) “Tıp ceza Hukukunda Nedensellik Bağı”, Türkiye Barolar Birliği, Tıp Ceza Hukuku’nun Güncel Sorunları, V. Türk Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, 28 Şubat-1 Mart 2008, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları, SS.: 209-296, s. 246.
[11]     Benzer değerlendirme için bkz. Şahin, s. 288.
[12]     ERDOĞMUŞ, Ersoy (2007) Hekim Hakları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku ABD., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 1., Hasta ve hekim arasındaki ilişki, özel hukukun ya da ticari hukukun tanımladığı formatların hiçbirine uymamaktadır. Özellikle hasta hekim arasında esaslı bilgi eşitsizliği hasta-hekim ilişlerinde göze çarpar. Tıp son derece ileri uzmanlık gerektiren bir bilimdir ve hekim olmadığı takdirde hiçbir hasta, kendi haklarını koruyabilecek bilgi düzeyine sahip değildir. Hatta pek çok durumda, bir hekim hasta olarak kendi meslektaşının karşısına çıktığında da aynı çaresizliği kendi uzmanlık alanı dışında olduğu takdirde yaşamaktadır. ÖZLÜ, Tevfik (2008) “Hasta-Hekim İlişkisi” Sağlık Hukuku Kurultayı, 1-3 Kasım 2007, Ankara: Ankara Barosu Yayınları, SS.: 65-70, s. 66.
[13]     Beşiri, Arzu (2009) “Ötanazi ve Yaşam Hakkı” TBB Dergisi, S.: 86, SS.: 188-203, s. 200.
[14]     Özbek vd., s. 100
[15]     Özbek vd. s. 100
[16]     Parlar Hatipoğlu, s. 652
[17]     Parlar, Ali/Hatipoğlu, Muzaffer (2007) Sulh Ceza Davaları, Ankara: Adalet Yayınevi, s. 653
[18]     Gökcen, Ahmet/Balcı, Murat (2011) “Kasten Öldürme Suçları” MÜHF – HAD, C. 17, S. 1-2, S. 131-140, Parlar Hatipoğlu, s. 654
[19]     Balcı/Gökcen, s. 141.
[20]     Aktaran, Balcı/Gökcen, s. 143.
[21]     Gökcen/Balcı, s. 155,156.
[22]     Yılar, Halil (2008) “5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Hakaret Suçu (TCK 125-131 Maddeleri)”, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. s. 56.,
        Çınar, Nurullah(2009) “Hakaret Suçlarında Hukuka Uygunluk Nedenleri”, Adalet Dergisi, S.34, s. 230-247., s. 230,231
[23]     Yılar, s. 56, 57.Çınar, s. 231.
[24]     Yılar, s. 57., Çınar, s. 231.
[25]     KARA, Eyüp(2012)” Lekelenmeme Hakkı”, Adalet Dergisi, Mayıs 2012, S.:43, s. 257-266, s. 188.
[26]     Kara, s. 190.
[27]     Kara, s. 190.
[28]     Çınar, s. 231.
[29]     ÖZER, Cumhur (2002) "Ceza Hukukunda Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Emrin Yerine Getirilmesi" Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi ABD. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 33.,
        KOPARAN, Reşat "Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Sebepler"
[30]     Yılar, s. 57, 58., Çınar, s. 232.
[31]     Yılar, s. 58., Çınar, s. 232.
[32]     Çınar, s. 232.
[33]     Özbek vd., s. 371.
[34]     Şahin, Mehmet(2008) “Yasal (Meşru) Savunma”, TBB Dergisi, Sa.:75, SS.: 284-332, s. 302.
[35]     Şenses, Erkan (2012) Ceza Muhakemesinde “Beraat” Hükmü Verilen Haller” TBB Dergisi, Sa.: 98, s. 345-362, s. 353, 354.
[36]     ERDEM, Mustafa, (2007) “Malvarlığına Yönelik Saldırılara Karşı Meşru Savunma için İnsan Öldürme ve Yaşam Hakkı (AİHS m. 2)”, Dokuz Eylül Üniversitesi, Hukuk Fakültesi dergisi, C.: 9., Özel Sayı, SS.: 987-998, s. 989.
[37]     Erdem, s. 998.
[38]     Taylar, Banu (2010) Türk Ceza Kanunu’nda Hırsızlık Suçu, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. s. 3.,
        Köse, Yasin (2011) Tahliye Eden Abone’nin Hukuki Sorumluluğu, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı: 6, Yıl, 2011,s. 128-131, s. 131.
        Sayar, Filiz(2008) Hırsızlık Suçu ve Yeni Türk Ceza Kanunu, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku ABD., Kamu Hukuku Programı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 60
[39]     Taylar, s. 61.,
        Türkdoğru, Serkan(2008)5237 Sayılı TCK’da “Hırsızlık Suçunun, Elde veya Üstte Taşınan Eşyayı Çekip Almak Suretiyle ya da Özel Beceriyle İşlenmesi”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hukuk ABD, Kamu Hukuku Bilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 61.
[40]     Çetin, Muharrem (2006) Mala Karşı İşlenen Suçlarda İndirim Nedeni Olarak İhkak-ı Hak, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hukuk ABD. Kamu Hukuku Bilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 98., Türkdoğru, s. 61.
[41]     Şahin, Mehmet(2008) “Yasal (Meşru) Savunma”, TBB Dergisi, Sa.:75, SS.: 284-332, s. 291.
[42]     Şahin, Mehmet., s. 300.
[43]     Şahin, Mehmet., s. 301.
[44]     Şahin, Mehmet., s. 302, 303.
[45]     Şahin, Mehmet., s. 303.
[46]     Şahin, Mehmet., s. 305.
[47]        Sakar, Abdurrahman (2009) Tehdit Suçu, Dicle Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 69.
[48]     Cebe, s. 51., ÇINAR, Nurullah(2009) “Hakaret Suçlarında Hukuka Uygunluk Nedenleri”, Adalet Dergisi, S.34, s. 230-247, s. 233.
[49]     Yılar, s. 61., Çınar, s. 233.
[50]     Yılar, s. 61., Çınar, s. 233.
[51]     Yılar, s. 61., Çınar, s. 233.
[52]     CEBE, Abdurrahman (2011) Türk Ceza Hukukunda Hakaret Suçu (5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Madde 125, 130) Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bahçeşehir Üniversitesi İstanbul s. 51.
[53]     Çınar, s. 233.
[54]     Yılar, s. 58., Cebe, s. 66., Ünal, s. 96.
[55]     Yılar, s. 59., Çınar, s. 245.
[56]     Şahin, s. 356.
[57]     Yılar, s. 59., Çınar, s. 246.
[58]     Yılar, s. 59., Cebe, s. 66., Ünal, s. 97., Çınar, s. 246.
[59]     Cebe, s. 66.
[60]     Şahin, s. 459, 460.
[61]     Yılar, s. 59.
[62]     Yılar, s. 60., Çınar, s. 246.
[63]     Çınar, s. 246.
[64]     Yılar, s. 60., Şahin, s. 359.
[65]     Şahin, s. 359.
[66]     Yılar, s. 60.
[67]     Yılar, s. 60.
[68]     Hakeri, Hakan (2006) Kasten Öldürme Suçları, Ankara: Seçkin Yayınevi, s. 218.
[69]     Hakeri, (Kasten…), s. 218.
[70]     Erem, Faruk (1980) “Teammüd” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sa. 1-4, S. 15-31, s. 16. http://auhf.ankara.edu.tr/dergiler/auhfd-arsiv/AUHF-1980-37-01-04/AUHF-1980-37-01-04-Erem.pdf erişim: 14/10/2015
[71]     Özbek vd., s. 120, 121.
[72]     Hakeri, (Kasten…), s. 223, 224, 225.
[73]     Özbek vd., s. 123., Erem, s. 29.
[74]     Özbek vd., s. 121., Hakeri, (Kasten…), s. 226.
[75]     Hakeri, s. 226.
[76]     Aydın, Devrim (2005) “Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Haksız Tahrik”, AÜHFD., C. 54, Sa. 1, S. 225-254, s. 243. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/274/2486.pdf erişim: 14/10/2015
[77]     Bayraktar, Köksal Kasten Adam Öldürme, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, S. 57-77, s. 72.
        file:///C:/Users/ab114497/Downloads/5000001567-5000000660-PB%20(1).pdf erişim: 14/10/2015
[78]     Bayraktar, s. 72.
[79]     Bayraktar, s. 73.
[80]     Bayraktar, s. 74.
[81]        Öztürk, Erkan (2008) 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununda Beden ve Ruh Bakımından Kendisini Savunabilme Kavramı, Terazi Hukuk Dergisi, Mayıs 2008, S:21, SS: 93-99, s. 94.Soyaslan, Doğan (2014) Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara: Yetkin Yayınevi, s. 140.
[82]        Öztürk, s. 96.
[83]     Soyaslan, s. 141.
[84]     Hakeri, (Kasten…), s. 238.
[85]     Hakeri, (Kasten…), s. 240.
[86]     Hakeri, (Kasten…), s. 241.
[87]     Hakeri, (Kasten…), s. 243.
[88]     Bakıcı, Sedat (1994), Kan Gütme Saiki ile Adam Öldürme Suçu ve Unsurları, AÜHFD., Sa. 195-206, s. 198.
[89]     Bayraktar, s. 76.
[90]     Yavuz, Mehmet (2013) “Haksız Tahrik” Adalet Dergisi, Sa.: 46., SS.: 39-54, s. 39.
[91]     Yavuz, s. 41.
[92]     Aydın, Devrim (2005) “Yeni Türk Ceza Kanunundaki Haksız Tahrik” AÜHFD., C.: 54., Sa.: 1., SS.: 225-254., s. 232.
[93]     Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.53e728247ef578.09817157 erişim: 10/08/2014
[94]     Aydın, Devrim, s. 245.
[95]     Aydın, Devrim, s. 246.
[96]     Kangal, Zeynel, T. (2010) “Türk Ceza Hukukunda Haksız Tahrik” EÜHFD., C. XIV., S. 3-4, SS.: 19-68, s. 31.
[97]     Kangal, s. 61.
[98]     Kangal, s. 56., Aynı görüşte Artuk, M. Emin/ Yenidünya, Caner() Türk Ceza Hukukunda Haksız Tahrik Müessesesi (TCK m. 51), SS.: 505-534, s. 513.
[99]     Kangal, s. 57.
[100]    Aydın, Devrim, s. 244.
[101]    Kazancı, Behiye, Eker (2014) “Mağdurun Davranışları ve Heyecan Halinin Ceza Sorumluluğuna Etkisi-Haksız Tahrik” Dokuz Eylül Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dergisi, C.: 15., Özel Sayı, 2013., SS.: 1309-1357, s. 1341.
[102]    Özkul vd., s. 5.
[103]    Özkul vd., s. 6.
[104]    Özkul vd., s. 7.
[105]    Özkul vd., s. 7.
[106]    Özkul, Fatih/Yılmaz, Sacit/Altun Uğurtan (2014) Hırsızlık ve Yağma Suçları, 2.Baskı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Yayınları Yayın No: 1., Ankara: Afşaroğlu Matbaası, s. 10.
[107]    Özkul vd., s. 13.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

TIBBİ ETİK