17 Mayıs 2020 Pazar

İmza incelenmesinde resmi kurumlardan elde edilecek olanların kıyaslanması gerekir.


HGK 02/04/2019 gün, 2017/12-328 Esas, 2019/387 Karar
Resmi kurumlarda bulunan imzalar ile karşılaştırma yapılarak bilirkişi raporu düzenlenmelidir.
“…Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece imza incelemesi yönünden alınan 21.02.2011 tarihli bilirkişi raporu ile 19.06.2013 tarihli ek bilirkişi raporu arasında çelişki bulunup bulunmadığı, burada varılacak sonuca göre çelişkinin giderilmesi bakımından  yeniden bilirkişi raporu alınmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan takiplerde imzaya itiraz, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 170. maddesinde düzenlenmiş olup, bu maddenin üçüncü fıkrasında icra mahkemesince imza incelemesinin aynı Kanunun 68/a maddesi dördüncü fıkrasına göre yapılması gerektiği düzenlenmiştir. İİK’nun 68/a maddesinin dördüncü fıkrasında ise, "imza tatbikinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun bilirkişiye ait hükümleri ile 309. maddesinin 2, 3 ve 4. fıkraları ve 310, 311 ve 312. maddeleri hükümleri uygulanır." hükmü yer almaktadır. Anılan hükümde atıf yapılan mülga 1086 sayılı HUMK’nun 308. ve devamı maddelerinde (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 211, 208, 217) imza inkârı hâlinde mahkemelerce yapılacak usulü işlemler düzenlenmiştir. Uygulamaya elverişli (tatbike medar) belgeler, HUMK m. 309/3'te “ancak iki tarafın ittifak ettikleri her nevi evrak ile senedatı resmiyeden olan ve bir kimse tarafından hasbelmemuriye veya mahkeme huzurunda tahrir veya imza edilen evrakı tatbika esas addedebilir.” şeklinde tahdidi olarak sayılmıştır. Buna göre mahkemece tarafların bildirdiği yerlerden ve nüfus müdürlüğü, tapu sicil müdürlüğü, evlendirme memurluğu gibi resmî kurumlardan borçlunun mukayeseye esas olabilecek imza örnekleri getirtilmelidir. Vurgulamakta yarar vardır ki anılan düzenlemelerde geçen karşılaştırmaya esas belgelerin tamamlanması konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.04.2006 tarihli ve 2006/12-259 E., 2006/231 K. sayılı kararı ile 06.02.2008 tarihli ve 2008/12-77 E., 2008/90 K. sayılı kararında da açıklandığı üzere, eldeki davanın niteliği itibariyle “imzanın borçluya ait olduğunu” kanıtlama külfetinin alacaklıya ait olduğu göz ardı edilmemeli ve ispat yükünü ters çevirecek bir uygulamaya da gidilmemelidir.
İmza incelemesinde öncelikle senedin keşide tarihinden öncesine ilişkin borçlunun karşılaştırmaya elverişli imzalarını taşıyan belgeler, keşide tarihine en yakın tarihli olanından başlayarak bilirkişi tarafından mukayeseye esas alınmalıdır. Senedin keşide tarihinden öncesine ilişkin belge bulunamazsa daha sonraki tarihli belgeler, karşılaştırmaya elverişli imza örneği taşıyan herhangi bir belge temin edilemez ise borçlunun duruşmada alınan medarı tatbik imza ve yazı örnekleri üzerinden inceleme yapılmalıdır. Sıhhatli bir sonuç alınabilmesi için, inkâr edilen imzanın atıldığı tarihten öncesinde veya mümkün olduğu kadar yakın tarihlerde düzenlenen belgelerde bulunan borçluya ait imzaların celbedilip ondan sonra bilirkişi incelemesi yapılması gerekir.
Yapılacak bilirkişi incelemesinin, konunun uzmanınca ve yeterli teknik donanıma sahip bir laboratuvar ortamında, optik aletler ve o incelemenin gerektirdiği diğer cihazlar kullanılarak, grafolojik ve grafometrik yöntemlerle yapılması, bu alet ve yöntemlerle gerek incelemeye konu ve gerekse karşılaştırmaya esas belgelerdeki imza veya yazının tersim, seyir, baskı derecesi, eğim, doğrultu gibi yönlerden taşıdığı özelliklerin tam ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenip karşılaştırılması; sonuçta, imza veya yazının atfedilen kişiye ait olup olmadığının, dayanakları gösterilmiş, tarafların, mahkemenin ve Yargıtay’ın denetimine elverişli bir raporla ortaya konulması, gerektiğinde karşılaştırılan imza veya yazının hangi nedenle farklı veya aynı kişinin eli ürünü olduklarının fotoğraf ya da diğer uygun görüntü teknikleriyle de desteklenmesi şarttır. Nitekim  bu ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.05.2001 tarihli ve 2001/12-436 E., 2001/467 K. ile 07.10.2009 tarihli ve 2009/12-382 E., 2009/415 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; yerel mahkemece adli tıp-belge inceleme uzmanından alınan 21.02.2011 tarihli bilirkişi raporunda takibe konu çeklerde borçlu adına atılı bulunan keşideci imzaları ile daha önce ödenmiş oldukları belirtilen karşılaştırmaya esas çeklerdeki keşideci imzaların birbirleriyle karşılaştırılarak sonuçta daha önce ödenmiş 3 adet çekte atılı bulunan keşideci imzaları ile takibe konu çeklerde atılı bulunan keşideci imzalarının aynı elin ürünü olduğunun bildirildiği, borçlu vekilinin bilirkişi raporunda karşılaştırmaya esas alınan ödenmiş çeklerdeki imzaların kendisine ait olmadığını, bu çeklerle ilgili çek hesabı açtırmadığını beyan ederek kendileri tarafından kabul edilen tatbike medar imzalar esas alınarak ek bilirkişi raporu alınmasını talep ettiği, yerel mahkemece borçlu vekilinin talebi yerinde görülerek alınan 19.06.2013 tarihli ek bilirkişi raporunda daha önce ödenmiş olan çekler mukayese dışı bırakılarak istiktap tutanakları, noterden verilen vekâletname, imza beyannamesi gibi belgeler mukayeseye esas alınarak sonuçta takibe konu çeklerde atılı bulunan keşideci imzalarının mevcut mukayese imzalarına kıyasla borçlu …'ın eli ürünü olmadığı bildirilmiştir. 
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 31.03.2010 tarihli ve 2010/12-165 E., 2010/180 K. ile 03.11.2010 tarihli ve 2010/12-492 E.  2010/559 K. sayılı ilamlarında belirtildiği üzere bilirkişi tarafından karşılaştırmaya esas imza olarak kabul edilen ödenmiş çeklere ilişkin olarak borçlunun imza itirazında bulunmamış olması, daha sonra yapılacak olan bir takipte imza inkârında bulunmasını engellemez. Yani ödeme olgusu imza itirazını ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla borçlunun daha önce ödenmiş çeklerdeki imzasına itiraz etmemiş olması, daha sonra yapılacak imza incelemelerinde ödenmiş çeklerin karşılaştırmaya elverişli belge olarak kabulü sonucunu doğurmaz. Yapılacak iş, resmî kurumlardan toplanan karşılaştırmaya elverişli belgelerle, takip konusu çeklerdeki keşideci imzalarının kıyaslanmasından ibarettir.
Yerel mahkemece alınan 21.02.2011 tarihli bilirkişi raporunda daha önce ödenmiş çekler karşılaştırmaya esas alınarak, ödenmiş çeklerdeki keşideci imzaları ile takip konusu çeklerdeki keşideci imzalarının aynı elin ürünü olduğunun bildirildiği ancak takip konusu çeklerdeki keşideci imzalarının resmî kurumlardan toplanan karşılaştırmaya elverişli belgelerdeki imzalarla kıyaslanmadığı görülmektedir. Bilirkişi imza karşılaştırmasını yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere inkâr edilen imza ile bu imzayı inkâr eden tarafa ait olduğu muhakkak olan başka bir imzayı karşılaştırmak suretiyle yapmalıdır. Adi bir senetteki imzanın, karşılaştırmaya elverişli olabilmesi için o senetteki imzanın borçlu tarafından atıldığı hususunda takibin taraflarının anlaşmış olması gereklidir. Oysa 21.02.2011 tarihli bilirkişi raporunda, borçlunun imzasını inkâr ettiği daha önce ödenmiş çeklerde atılı bulunan imzalar ile takibe konu çeklerde keşideci sıfatıyla atılı bulunan keşideci imzaları arasında karşılaştırma yapıldığından hüküm kurmaya elverişli değildir. Anılan bilirkişi raporunun sonuç kısmında karşılaştırmaya esas alınan daha önce ödenmiş çeklerde atılı bulunan imzalar ile takibe konu çeklerde atılı bulunan imzaların aynı elin mahsulü olduğu kanaatine varılması da inkâr edilen imzanın borçlunun eli ürünü olduğu anlamına gelmez. Ortada hükme esas alınacak bir bilirkişi raporu bulunmadığına göre bu raporun, 19.06.2013 tarihli ek bilirkişi raporuyla çelişkili olduğundan söz edilemez. Hâl böyle olunca bilirkişi raporları arasında çelişkinin giderilmesi için yeniden rapor alınmasına da gerek yoktur. 19.06.2013 tarihli ek bilirkişi raporunda daha önce ödenmiş çekler mukayese dışı bırakılarak, takip konusu çeklerdeki keşideci imzalarının resmî kurumlardan toplanan karşılaştırmaya elverişli belgelerle kıyaslanmak suretiyle usulüne uygun bir inceleme yapılarak, inkâr edilen imzaların borçlunun eli ürünü olmadığının tespit edildiği  göz önüne alındığında, usul ve yasaya uygun 19.06.2013 tarihli ek raporun hükme esas alan yerel mahkemenin direnme kararı uygun ve yerindedir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

aklımda-

 sın

TIBBİ ETİK