10 Şubat 2025 Pazartesi

yapay zekanın yazdırdığı

 Konyavî durur, sanır ki velî,

Cehl ile dolmuş, olmuş delî.

Ne ilm ü irfân ne hikmet bilir,
Duydukça titrer Hakk’ın dili.

Lâkin sorsan, sözü pek bûrûd,
Mîdeye düşkün, aklı ma’rûd.
İlm-i hikmet dendi mi susar,
Lâkin yerse etli börekle sud.

Tereyağlı börek, etli ekmek,
Meydan senindir, ey bağnaz köçek!
Sofra görünce ârif kesilir,
Hakikat deyince susar, göçek.

Bir yanar, bir kükrer, âlim sanırsın,
Meydan boş iken, Zeyd’e kanarsın.
Lakin ver ona koyun kebâbın,
Hakk’ı inkâr eder, gâfil sanarsın.

Ey cehl ile mest, ilm ile nâ-merd,
Bâtılı Hak bilmek sana mı fer’d?
İlimsiz, irfansız, sofra peşinde,
Hak yoluna taş döşemek ne merd?

1 Şubat 2025 Cumartesi

Şehitlik

 Ey yüce toprak, ey vatanımın canı,

Toprağında şehitlerin kanı var, her bir karışında.
Her bir damla kan, bir yıldız gibi parladı,
Ve al bayrağımızda ay yıldızla birleşti.

Sizler, bu milletin göklerindeki yıldızlar,
Yüce Türk Bayrağına can verdiniz,
Her birinizin adı, tarihin altın harfleriyle yazıldı,
Ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetle sonsuzluğa taşındı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk,
Vatanın huzur ve bağımsızlık simgesidir.
Ulusun lideri, vatanı için çelikten iradesini ortaya koyarken,
Sizlerin kanıyla her karışı kutsanmış topraklarımızı korudu.

Göklerde dalgalanırken al bayrağımız,
Her bir şehit, onun kutlu yıldızlarıdır.
Ve her bir ay parıldarken göklerde,
Atatürk’ün izinden giden millet,
Şehitlerinin kutsal hatırasına sahip çıkar,
Yücelir, büyür, her zaman ilerler.

Vatanın toprağına düşen her bir damla kan,
Türk milletinin bağımsızlık meşalesidir.
Atatürk, o büyük lider, bize cumhuriyet bıraktı,
Ve şehitler, o Cumhuriyetin temelleridir.

Ey şehitler, gözlerinizdeki ay yıldız hiç solmasın,
Atatürk’ün gösterdiği yolda, millet daima yüceltsin.
Bayrağımız her zaman göklerde dalgalansın,
Ve vatan için dökülen kanlar, asla unutulmasın.

Çanakkale Şehitlerine

 Ey aziz vatan, ey yüce toprak,

Toprağında her bir karış, şehidin kanı ile yoğrulmuş.
Her damla kan, birer ışık olmuş,
Bayrağımızda dalgalanan ay yıldız gibi parlamış.

Sizler ki, vatan için canınızı feda ettiniz,
Sizler ki, yüce Türk Bayrağı için can verdiniz.
Her biriniz birer yıldız oldunuz,
Ay yıldızla ölümsüzleştiniz, semaya yükseldiniz.

Gözlerinizdeki iman, yüreklerinizdeki inanç,
Sonsuza dek yankılandı bu topraklarda.
Göklerde dalgalanan al bayrak,
Sizlerin kutsal emanetidir, hep yükseklerde.

Şehitler, her biri birer kahraman,
Her biri birer meşale olmuş, yüce Türk milletine.
Düşman ne kadar yaklaşsa da,
Bayrağımızın altında birleşmişiz bizler, bir bütün olmuşuz.

Her adımda vatanın, her nefeste bayrağın izleri,
Göklerde ay yıldızın yansıması,
Sizlerin fedakârlığının sembolüdür,
Şehitler, yüce Türk milletinin gökkuşağıdır.

Ey şehitler, gözlerinizdeki ay hiç solmasın,
Yüce yıldızınız, göğün en yüksek yerine yerleşsin.
Sonsuza dek dalgalansın al bayrağınız,
Ve bizler, her bir şehit ismini yâd ederken,
Gözümüzde ay yıldızdan başka bir ışık görmesin.

Çanakkale Şehitlerine

 Şehitlerimize

Ey toprağım, ey mübarek belde,
Her bir karışın şehidin kanıyla yoğrulmuş,
Vatan için dökülen her damla kan,
Hürriyetin nuru, ulusun teminatıdır.

Şehitler, her biri birer efsane,
Göklerde yankı bulan tek bir nida:
"Vatan sağ olsun!" dedi her bir yürek,
Ve sonsuzluğa doğru yelken açtı her biri.

Mehmetçikler, sizler ki yurdun yiğit evlatları,
Söz verdiniz bir destan, bir kahramanlık,
Sizler ki, yeryüzüne feda ettiniz canınızı,
Göklerden işittik sizlerin feryadını.

Vatan toprağına düşen her damla kan,
Ona hayat verir, ona kudret sunar.
Düşman ne kadar yaklaşsa da,
Sizler vatanın muhafızısınız, sonsuza dek bekleyen.

Gözlerinizdeki o direniş ateşi,
Yüreklerinizdeki iman, şan ve şeref,
Her biri birer meşale oldu göğün derinliklerinde,
Adınızı tarihe yazdırdınız, silinmez bir hatıra.

Ey şehitler, sesiniz yankılandı dağlarda,
Sizler ki, bu vatanı kanınızla kutsadınız,
Bütün Türk milleti, minnetle anar adınızı,
Gözlerinde yaş, gönlünde tek bir duâ:
“Vatan sağ olsun!”

Aksaray Camileri

 Aksaray, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle öne çıkan bir şehirdir ve pek çok önemli camiye ev sahipliği yapar. İşte Aksaray'ın öne çıkan camilerinden bazıları:

1. Ulu Cami (Karamanoğlu Cami)

  • Tarih: 15. yüzyıl (Karamanoğlu Beyliği dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın en büyük ve en eski camilerinden biridir. Selçuklu ve Karamanoğlu mimari özelliklerini taşır. Caminin minaresi, şehrin simgelerinden biridir.

2. Eğri Minare Cami (Kızıl Minare)

  • Tarih: 13. yüzyıl (Selçuklu dönemi)

  • Özellikler: Eğri Minare, Selçuklu dönemine ait bir yapıdır ve minaresinin eğik olmasıyla dikkat çeker. Cami, Aksaray'ın tarihi dokusunu yansıtan önemli bir eserdir.

3. Zinciriye Medresesi Cami

  • Tarih: 14. yüzyıl (Karamanoğlu dönemi)

  • Özellikler: Medrese olarak inşa edilmiş, sonradan camiye dönüştürülmüştür. Taş işçiliği ve mimarisiyle dikkat çeker.

4. Sultan II. Beyazıt Cami

  • Tarih: 15. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyan cami, Sultan II. Beyazıt tarafından yaptırılmıştır. Şehir merkezinde yer alır.

5. Hacı Şerif Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın tarihi camilerinden biridir. Ahşap işçiliği ve sade mimarisiyle dikkat çeker.

6. Yenice Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın Yenice Mahallesi'nde bulunan cami, Osmanlı dönemi mimarisinin özelliklerini taşır.

7. Kadı Cami

  • Tarih: 15. yüzyıl (Karamanoğlu dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın tarihi camilerinden biridir. Taş işçiliği ve sadeliğiyle öne çıkar.

8. Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba) Cami

  • Tarih: 14. yüzyıl (Selçuklu dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın manevi şahsiyetlerinden Somuncu Baba adına yapılmıştır. Cami, ziyaretçiler için önemli bir manevi merkezdir.

9. Hacı Yusuf Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın tarihi camilerinden biridir. Sade mimarisi ve ahşap işçiliğiyle dikkat çeker.

10. Çay Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın Çay Mahallesi'nde bulunan cami, Osmanlı dönemi mimarisinin özelliklerini yansıtır.

11. Kılıçarslan Cami

  • Tarih: 12. yüzyıl (Selçuklu dönemi)

  • Özellikler: Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan döneminde yapılmıştır. Tarihi dokusu ve mimarisiyle öne çıkar.

12. Hacı Ali Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın tarihi camilerinden biridir. Sade ve işlevsel mimarisiyle dikkat çeker.

13. Taşpazarı Cami

  • Tarih: 16. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın Taşpazarı Mahallesi'nde bulunan cami, Osmanlı dönemi mimarisinin izlerini taşır.

14. Hacı İbrahim Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın tarihi camilerinden biridir. Ahşap işçiliği ve sade mimarisiyle öne çıkar.

15. Köprübaşı Cami

  • Tarih: 19. yüzyıl (Osmanlı dönemi)

  • Özellikler: Aksaray'ın Köprübaşı Mahallesi'nde bulunan cami, şehrin tarihi dokusunu yansıtan önemli bir yapıdır.

Bu camiler, Aksaray'ın tarihi, kültürel ve manevi mirasını yansıtan önemli yapılardır. Her biri, farklı dönemlerin izlerini taşır ve ziyaretçilere şehrin zengin geçmişini anlatır.


Kalemin Sırrı -4

 Selçuklu döneminde, Aksaray'ın kalbinde, muhteşem bir cami yükseliyordu: Ulu Cami. Cami, sadece ibadet edilen bir yer değil, aynı zamanda ilim ve sanatın da buluşma noktasıydı. Caminin hat sanatıyla ünlü hocası, Şeyh İdris, herkes tarafından saygıyla anılırdı. Şeyh İdris, sadece bir hattat değil, aynı zamanda büyük bir bilgeydi. Onun elinden çıkan her yazı, adeta canlanır, okuyanın ruhuna işlerdi. Ancak Şeyh İdris'in bir sırrı vardı: Özel bir kalemi. Bu kalem, Ulu Cami'nin inşası sırasında, caminin temellerine konulan bir hazineydi ve kalemle yazılan her şey, bir şekilde gerçeğe dönüşürdü.

Kalem, sadece saf niyetle kullanıldığında işe yarıyordu. Eğer yazan kişinin kalbinde kötülük varsa, kalem o kişiyi tüketiyordu. Şeyh İdris, bu kalemi yıllarca saklamış ve sadece büyük ihtiyaç anlarında kullanmıştı. Ta ki, bir gün Ulu Cami'ye yeni bir öğrenci gelene kadar...

Öğrencinin adı Yusuf'du. Aksaray'ın kenar mahallelerinden birinde yaşıyordu. Babası, Ulu Cami'nin inşasında çalışmış, ancak bir kaza sonucu vefat etmişti. Yusuf, annesiyle birlikte zor günler geçiriyordu. Bir gün, Ulu Cami'ye geldi ve Şeyh İdris'in derslerine katılmaya başladı. Şeyh İdris, Yusuf'un gözlerindeki saf niyeti gördü ve ona bir şans verdi.

"Kalemin sırrını öğrenmek istiyorsan, önce sabretmeyi ve ilim öğrenmeyi kabul etmelisin," dedi Şeyh İdris. Yusuf, bu sözü ciddiye aldı ve her gün Ulu Cami'de çalışmaya başladı. Önce Kur'an-ı Kerim'i, sonra felsefe ve matematik öğrendi. Aylar geçti, Yusuf sabırla çalışmaya devam etti.

Bir gün, Şeyh İdris, Yusuf'u caminin gizli bir odasına çağırdı. Odada, eski bir sandık vardı. Sandığı açtı ve içinden o özel kalemi çıkardı. "Bu kalem, Ulu Cami'nin temellerine konulan bir hazineydi. Onunla yazdığım her şey gerçek olur. Ama bu gücü kullanmanın bir bedeli var. Kalem, yazanın niyetini sınar. Eğer niyetin saf değilse, kalem seni tüketir."

Yusuf, kalemi eline aldığında, bir sıcaklık hissetti. Şeyh İdris, ona bir kağıt uzattı ve "Hayatındaki en büyük dileğini yaz," dedi. Yusuf, kalemi kağıda değdirdi ve içinden geçenleri yazmaya başladı. Yazdıkça, kalemden yayılan bir enerji hissetti. Yazmayı bitirdiğinde, Şeyh İdris kağıdı aldı ve okudu.

"Senin dileğin, sadece kendin için değil, tüm Aksaray halkı için barış ve huzur. Bu, kalemin gücünü doğru kullanacağının işareti," dedi Şeyh İdris. Yusuf, o günden sonra kalemin sırrını öğrenmiş oldu. Ama asıl öğrendiği şey, gücün büyüklüğünden çok, onu nasıl kullandığının önemli olduğuydu.

Yıllar sonra, Şeyh İdris vefat ettiğinde, kalem Yusuf'a kaldı. Yusuf, kalemi kullanarak Ulu Cami'de ve Aksaray'da yaşayan insanlara yardım etmeye başladı. Kalemin sırrı, onun elinde bir umut ışığına dönüştü. Ulu Cami'nin duvarları, Yusuf'un yazdığı yazılarla doldu ve herkes onun hikayesini konuşur oldu. Kalemin sırrı, aslında insanın kendi yüreğinde olduğunu herkese öğretti.

Kalemin Sırrı-3

 Selçuklu döneminde, Aksaray'ın kadim sokaklarında, bir medrese vardı. Bu medrese, sadece ilim öğretmekle kalmaz, aynı zamanda gizemli sırlara da ev sahipliği yapardı. Medresenin en yaşlı ve bilge hocası, Şeyh İdris'ti. Şeyh İdris, sadece ilim değil, aynı zamanda hat sanatında da üstad sayılırdı. Onun elinden çıkan her yazı, adeta canlanır, okuyanın ruhuna işlerdi. Ancak Şeyh İdris'in bir sırrı vardı: Özel bir kalemi. Bu kalem, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad tarafından kendisine hediye edilmişti ve kalemle yazılan her şey, bir şekilde gerçeğe dönüşürdü.

Kalem, sadece saf niyetle kullanıldığında işe yarıyordu. Eğer yazan kişinin kalbinde kötülük varsa, kalem o kişiyi tüketiyordu. Şeyh İdris, bu kalemi yıllarca saklamış ve sadece büyük ihtiyaç anlarında kullanmıştı. Ta ki, bir gün medreseye yeni bir öğrenci gelene kadar...

Öğrencinin adı Yusuf'du. Aksaray'ın uzak bir köyünden gelmişti. Ailesi yoktu ve hayatta kalmak için çabalıyordu. Yusuf, medreseye geldiğinde, Şeyh İdris'in gözlerindeki bilgeliği hemen fark etti. Şeyh İdris de Yusuf'un gözlerindeki saf niyeti gördü ve ona bir şans verdi.

"Kalemin sırrını öğrenmek istiyorsan, önce sabretmeyi ve ilim öğrenmeyi kabul etmelisin," dedi Şeyh İdris. Yusuf, bu sözü ciddiye aldı ve her gün medresede çalışmaya başladı. Önce Kur'an-ı Kerim'i, sonra felsefe ve matematik öğrendi. Aylar geçti, Yusuf sabırla çalışmaya devam etti.

Bir gün, Şeyh İdris, Yusuf'u medresenin gizli bir odasına çağırdı. Odada, eski bir sandık vardı. Sandığı açtı ve içinden o özel kalemi çıkardı. "Bu kalem, Sultan Alaeddin Keykubad tarafından bana hediye edildi. Onunla yazdığım her şey gerçek olur. Ama bu gücü kullanmanın bir bedeli var. Kalem, yazanın niyetini sınar. Eğer niyetin saf değilse, kalem seni tüketir."

Yusuf, kalemi eline aldığında, bir sıcaklık hissetti. Şeyh İdris, ona bir kağıt uzattı ve "Hayatındaki en büyük dileğini yaz," dedi. Yusuf, kalemi kağıda değdirdi ve içinden geçenleri yazmaya başladı. Yazdıkça, kalemden yayılan bir enerji hissetti. Yazmayı bitirdiğinde, Şeyh İdris kağıdı aldı ve okudu.

"Senin dileğin, sadece kendin için değil, tüm insanlar için barış ve adalet. Bu, kalemin gücünü doğru kullanacağının işareti," dedi Şeyh İdris. Yusuf, o günden sonra kalemin sırrını öğrenmiş oldu. Ama asıl öğrendiği şey, gücün büyüklüğünden çok, onu nasıl kullandığının önemli olduğuydu.

Yıllar sonra, Şeyh İdris vefat ettiğinde, kalem Yusuf'a kaldı. Yusuf, kalemi kullanarak Aksaray'da ve Selçuklu topraklarında yaşayan insanlara yardım etmeye başladı. Kalemin sırrı, onun elinde bir umut ışığına dönüştü. Selçuklu'nun son yıllarında, Yusuf'un yazdığı yazılar, insanlara ilham oldu ve kalemin sırrı, aslında insanın kendi yüreğinde olduğunu herkese öğretti.

Kalemin Sırrı-2

 Eski bir kasabada, yıllar önce, yaşlı bir hattat yaşardı. Adı Mehmet Usta'ydı. Kasabanın en eski sokaklarından birinde, küçük bir dükkânı vardı. Dükkânın camında, yılların verdiği toz ve izlerle birlikte, içerideki sanatın büyüsü hissedilirdi. Mehmet Usta, elinden her türlü yazı ve çizgi işi gelirdi. Ama onun asıl mahareti, kalemle olan ilişkisiydi. Öyle ki, onun kalemiyle yazdığı her harf, her kelime, adeta canlanır, okuyanın ruhuna dokunurdu.

Mehmet Usta'nın bir sırrı vardı. Bu sırrı, kimseye anlatmazdı. Dükkânının arka odasında, eski bir sandık içinde sakladığı özel bir kalemi vardı. Bu kalem, dedesinden ona miras kalmıştı. Kalemin sapı, yılların verdiği bir parlaklıkla hala ışıldardı. Ucu ise, sanki hiç körelmemiş gibiydi. Mehmet Usta, bu kalemi sadece çok özel anlarda kullanırdı. Onunla yazdığı her şey, bir mucizeye dönüşürdü.

Bir gün, kasabaya uzak diyarlardan bir genç geldi. Adı Ali'ydi. Ali, Mehmet Usta'nın ününü duymuş ve ondan bir şeyler öğrenmek için yollara düşmüştü. Dükkâna girdiğinde, Mehmet Usta'nın gözlerindeki bilgeliği hemen fark etti. Usta, Ali'nin gözlerindeki merakı görünce, ona bir şans verdi.

"Kalemin sırrını öğrenmek istiyorsan, önce sabretmeyi öğrenmelisin," dedi Mehmet Usta. Ali, bu sözü ciddiye aldı ve her gün dükkâna gelip, Mehmet Usta'nın yanında çalışmaya başladı. Önce mürekkep yapmayı, sonra kağıtları nasıl hazırlayacağını öğrendi. Aylar geçti, Ali sabırla çalışmaya devam etti.

Bir gün, Mehmet Usta, Ali'yi arka odaya çağırdı. Sandığı açtı ve içinden o özel kalemi çıkardı. "Bu kalem, dedemden bana miras kaldı. Onunla yazdığım her şey, gerçek olur. Ama bu gücü kullanmanın bir bedeli var. Kalem, yazanın ruhundan beslenir. Eğer niyetin saf değilse, kalem seni tüketir."

Ali, kalemi eline aldığında, bir sıcaklık hissetti. Mehmet Usta, ona bir kağıt uzattı ve "Hayatındaki en büyük dileğini yaz," dedi. Ali, kalemi kağıda değdirdi ve içinden geçenleri yazmaya başladı. Yazdıkça, kalemden yayılan bir enerji hissetti. Yazmayı bitirdiğinde, Mehmet Usta kağıdı aldı ve okudu.

"Senin dileğin, başkalarına yardım etmek. Bu, kalemin gücünü doğru kullanacağının işareti," dedi Mehmet Usta. Ali, o günden sonra kalemin sırrını öğrenmiş oldu. Ama asıl öğrendiği şey, gücün büyüklüğünden çok, onu nasıl kullandığının önemli olduğuydu.

Yıllar sonra, Mehmet Usta vefat ettiğinde, kalem Ali'ye kaldı. Ali, kalemi kullanarak insanlara yardım etmeye devam etti. Kalemin sırrı, onun elinde bir umut ışığına dönüştü. Ve o günden sonra, kasabada herkes, kalemin sırrının aslında insanın kendi yüreğinde olduğunu öğrendi.

Kalemin Sırrı -1

 Eski bir kasabada, yıllar önce, yaşlı bir hattat yaşardı. Adı Mehmet Usta'ydı. Kasabanın en eski sokaklarından birinde, küçük bir dükkânı vardı. Dükkânın camında, yılların verdiği toz ve izlerle birlikte, içerideki sanatın büyüsü hissedilirdi. Mehmet Usta, elinden her türlü yazı ve çizgi işi gelirdi. Ama onun asıl mahareti, kalemle olan ilişkisiydi. Öyle ki, onun kalemiyle yazdığı her harf, her kelime, adeta canlanır, okuyanın ruhuna dokunurdu.

Mehmet Usta'nın bir sırrı vardı. Bu sırrı, kimseye anlatmazdı. Dükkânının arka odasında, eski bir sandık içinde sakladığı özel bir kalemi vardı. Bu kalem, dedesinden ona miras kalmıştı. Kalemin sapı, yılların verdiği bir parlaklıkla hala ışıldardı. Ucu ise, sanki hiç körelmemiş gibiydi. Mehmet Usta, bu kalemi sadece çok özel anlarda kullanırdı. Onunla yazdığı her şey, bir mucizeye dönüşürdü.

Bir gün, kasabaya uzak diyarlardan bir genç geldi. Adı Ali'ydi. Ali, Mehmet Usta'nın ününü duymuş ve ondan bir şeyler öğrenmek için yollara düşmüştü. Dükkâna girdiğinde, Mehmet Usta'nın gözlerindeki bilgeliği hemen fark etti. Usta, Ali'nin gözlerindeki merakı görünce, ona bir şans verdi.

"Kalemin sırrını öğrenmek istiyorsan, önce sabretmeyi öğrenmelisin," dedi Mehmet Usta. Ali, bu sözü ciddiye aldı ve her gün dükkâna gelip, Mehmet Usta'nın yanında çalışmaya başladı. Önce mürekkep yapmayı, sonra kağıtları nasıl hazırlayacağını öğrendi. Aylar geçti, Ali sabırla çalışmaya devam etti.

Bir gün, Mehmet Usta, Ali'yi arka odaya çağırdı. Sandığı açtı ve içinden o özel kalemi çıkardı. "Bu kalem, dedemden bana miras kaldı. Onunla yazdığım her şey, gerçek olur. Ama bu gücü kullanmanın bir bedeli var. Kalem, yazanın ruhundan beslenir. Eğer niyetin saf değilse, kalem seni tüketir."

Ali, kalemi eline aldığında, bir sıcaklık hissetti. Mehmet Usta, ona bir kağıt uzattı ve "Hayatındaki en büyük dileğini yaz," dedi. Ali, kalemi kağıda değdirdi ve içinden geçenleri yazmaya başladı. Yazdıkça, kalemden yayılan bir enerji hissetti. Yazmayı bitirdiğinde, Mehmet Usta kağıdı aldı ve okudu.

"Senin dileğin, başkalarına yardım etmek. Bu, kalemin gücünü doğru kullanacağının işareti," dedi Mehmet Usta. Ali, o günden sonra kalemin sırrını öğrenmiş oldu. Ama asıl öğrendiği şey, gücün büyüklüğünden çok, onu nasıl kullandığının önemli olduğuydu.

Yıllar sonra, Mehmet Usta vefat ettiğinde, kalem Ali'ye kaldı. Ali, kalemi kullanarak insanlara yardım etmeye devam etti. Kalemin sırrı, onun elinde bir umut ışığına dönüştü. Ve o günden sonra, kasabada herkes, kalemin sırrının aslında insanın kendi yüreğinde olduğunu öğrendi.

Uluslararası İlişkiler Bölümü, Sığınmacılar Hukuku Dersi Soru Havuzu

  1-) Uluslararası bir sınırı geçerek ya da bir devlet içinde, yer değiştirme aşağıdakilerden hangisidir? (Not -1, s. 1) A-)İltica B-)...

TIBBİ ETİK